Kendimden utanıyorum. Adamın ismiyle, ismine bakarak geldiği yerle alay ettiğim, onu küçümsediğim için utanıyorum. Köylü zengini, kültürden nasibini almamış bir sülâlenin parayla oyalanan oğlu olarak görmüştüm onu. Sonradan görme, ne yapsa seçkin olamayacak bir zavallıydı gözümde.


İnsan birini küçümserken, bir başkasının da onu küçümseyebileceğini hiç aklına getirmiyor. Ben şehirde doğup büyüdüm ya, yapıştırdım etiketi hemen köylü, cahil, kültürsüz diye. Ya ben? Seçkin miyim? Kültür patlaması mı yaşıyorum? Ortalamanın üzerinde bir eğitim aldım ama diplomalarıma dudak büken çok oldu. Ama benim diplomalarıma dudak bükenlerin diplomalarını döven diplomalar da mevcuttu. En iyi olma yarışı, atletizm müsabakalarına benzemiyor. Final kurdelesi yok, durmaksızın koşuyorsun. Küçümsemek ise bu yarışın dile vurmuş hali.


Elime tonla para saydı, iş verip maaşa bağladı, İtalyalara gitmem için yüreklendirdi diye, birden gözümde dünyanın en iyi, en tatlı insanına dönüşmedi. Durum Erhan ya da Bedrettin’le değil, benimle ilgili. Kendine değer biçip rahatlamak için başkasını küçümsemek bir alışkanlık ve ben bu alışkanlığımdan artık vazgeçmek istiyorum. Çünkü fark ediyorum ki, birini küçümserken, aslında en derinde kendime değersiz olduğumu hatırlatıyorum.


Adamın ufku geniş yahu... Hep yeni fikirlerle dolu, para kazanma hırsıyla değil. Para, fikrin peşinden kendiliğinden geliyor. Öyle olsa gider borsada oynar, gayrimenkule yatırır parasını. Ne yoracak kendini yok kahveydi, yok kafeydi, yok spor salonuna merdivendi diye... Düne kadar hor gördüğüm ve bugün patronum olan adamdan öğreneceklerim var.


Şu günlerde hayal kurmakla meşgulüm. İnternette geziyorum. Kendimi kafelerin sıra sıra dizildiği sokaklarda yürürken, o kafelerde otururken görüyorum. Daha gitmeden, gördüğüm her şeyin benim için yeni, yabancı, keşfetmeye hazır olacağını düşününce bile sıfırlanıyorum. Günde üç saat teorik, haftada üç gün ikişer saat bir kafede uygulamalı eğitim. İşimin bir kısmı da kafelerde gördüklerimi not etmek, fotoğraf çekmek. Fincanlar, masalar, aksesuarlar, kahvenin yanına eklenen küçük çikolatalar, vs. vs. Sevdiğin işi yaparak hayatını kazanmak ne güzel.


Spor deyince aklıma geldi. Erhan’a rastlamaktan çekindiğim için gitmiyordum. Artık gönül rahatlığıyla gidebilirim.


Dün akşam annemle konuştum.


“Paranı çarçur etme” dedi.

“Etmem” dedim.


İlk aklına gelen bu. Sonra ekledi:


“Fazla para da başa belâ. Şimdi erkekler senin parana gelirler. Ev alsan,

evin var diye seninle evlenmek isterler.”


Beni hiçbir şekilde onaylamayacağını bildiğim için olumlu bir söz beklemiyordum. Güldüm.


“O zaman ben de en az benim kadar parası olan birini bulurum.”


Sesi kesildi. Kapandı sandım. Meğer annem dediğimi düşünüyormuş.


“Evet.”


Bu sefer daha sesli güldüm. Mantıklı bulmuş düşüncemi.


Güldüm gülmesine de annem aklımdaki paraya dair fokurdayıp duran fay hattını tetikledi. Hayır, ona kızmadım. Bende olmayan bir korkuyu kimse tetikleyemez ki... Gerçekten, param olmasından ben de korkuyorum. Korkumun sebepleriyle biraz baş başa kaldım.

Erkekler parası, malı mülkü olan varlıklı kadından ürkerler.

Ya benimle param için beraber olmak isterlerse?

Ya paramı yiyip bitirirlerse?

Çok para ya mutsuzluk getirirse?

Birden gelen bu kadar parayı hak ediyor muyum?


Pencere kenarında sokağa bakarken bulduğum cevaplar ilginçti.



79. bölüm 28 Aralık 2018 Cuma hthayat.haberturk.com'da...



Diğer bölümler

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.