Bekâr kadının günlüğü – 12


Sevgilin yoksa ve olsun istiyorsan hayır dememek için bin türlü bahane üretiyorsun.


Ne olur ki? Öyle ya da böyle, puslu da olsa eli yüzü düzgün bir adamla bir öğleden sonra geçirmemin kime ne zararı var? Hem bana değişiklik olur hafta sonu çıkmak, hem de ona dair aklımdaki son soruların cevaplarını alırım.


Bunu Ertan’a söylediğimde bana sert çıktı:


“Sinemcim, bir sürü insan aşırı yalnız hissederken birine takılıp kalıyor, sonra bırakamıyor. Onunla evleniyor, çoluk çocuğa karışıyor. Hiç ona göre olmadığını anlıyor, kabul ediyor ama istese de ayrılamıyor. Ben sana bu adamın ne olduğunu kim olduğunu söyledim. Sana bugüne kadar getirdiğim bilgilerin hangisi yanlış çıktı? Hiçbiri! Eğer sen göz göre göre“ ama evde çok sıkıldım, hafta sonu da zaten boşum” diye bu sahtekârla çıkmayı kabul ediyorsan kolay gelsin! Hadi eyvallah.”


Bu sefer cevap beklemeden telefonu kapatan Ertan oldu. Ama benim de içimden bir ses Hilmi’yle ilgili duyduğun, bildiğin her şeyin üzerine git diyor.


Cuma sabahı erkenden bir mesaj. “Sabah seni alıyorum... Kasrı’nda kahvaltı ediyoruz. Evine yakın, yorgun hissettiğin an dönersin, eğer iyi hissedersen öğleden sonra için başka sürprizlerim var.”


Dizkapaklarımdaki yara kabukları düşmeye başladı. Alnımdaki çizik duruyor ama morluk geçti. Bileğim düzeldi ama sağ ayağımın üzerine tam da basamıyormuşum gibi yapmak hoşuma gidiyor. Hastalık psikolojisi ne güzel. Mağdurum, gelin benimle ilgilenin, şefkat gösterin, ben yapamıyorum hadi benim yerime siz yapın.


Cumartesi sabahı perde arasından yatağıma vuran güneşle uyandım. İçime birden sevinç doldu. Kalkıp hemen hazırlanayım, güzelleşeyim, bir an önce Hilmi’yle çıkıp gideyim istedim. Meteoroloji, Hilmi’den yana galiba. Kafaya almaya çalıştığı kadına gökyüzü mutluluk aşılıyor.


Beyaz bir ciple geldiğini pencereden gördüm ama beni aramasını bekledim. Öyle çok meraklı gibi görünmek istemedim. Beni gelip kapıdan aldı, koluma girerek arabaya binene kadar yürümeme destek oldu.


... Kasrı’nın kapısındaki on beş-yirmi kişilik sırayı görür görmez direksiyonu kırdı.


“Ayakta bekleme şimdi.”

“Olsun olsun 10 dakika, bir şey olmaz.”

“Hiç gerek yok.”

Sevimli olmaya çalışan o tuhaf tebessümünü giydi. Mesele benim yorulmam değil, kimlik kontrolü ve çanta araması yapan polisti.


Hani sorularıma cevap arıyordum ya, almaya başladığım için o kasrı sevdiğim halde üstelemedim. Göstersin bakalım sürprizlerini.


“Nereye gidiyoruz?”

“Sahildeki kahveye ne dersin?”

“Su böreği alırız, istersen çift kaşarlı tost söyleriz, taze demlenmiş çay da vardır şimdi.”

Yine öyle bakarak gülümsedi. Hilmi bir şeyleri örtmek istediğinde, dikkati başka yere çekmeye çalıştığında böyle gülümsüyor. Ben de onun gibi tebessüm etmeye çalıştım güneş gözlüğümü çıkarıp gözlerine bakarak. Onunla dalga mı geçiyorum yoksa benim de onunki gibi garip hallerim mi var anlayamadı. Rahatsız olduğunu yüzünde görebildim.


“Arabandan memnun musun?”

“Evet, hiç fena değil.”

“Ne zamandan beri kullanıyorsun? Galeriden henüz çıkmış gibi, yeni kokuyor.”

“Birkaç ay oldu alalı.”


Bacak bacak üstüne atacak gibi yapıyorum, ağır hareket ediyorum, bacağıma destek olacakmış gibi yapıp torbido gözünü açıyorum. Karşıma bir emzik çıkıyor. Ben “Pardon” derken Hilmi huzursuz oluyor. Ne diyeyim? “Emzik kimin?” mi?


“Aaa kuzenim unutmuş.”

“Aa öyle mi?”

“Benim çocuğum yok. Hiç evlenmedim. Ama yuva kurmak istiyorum, geç kalmış sayılmam herhalde.”

Çapkın çapkın bana bakıyor. Etkilenmiyorum, benim açımdan çok ilginç bir durum. Bence sevinmeliyim.


Benzin almak için duruyor Hilmi. Niye bana gelmeden önce doldurmadı ki depoyu? O içeride ödeme yaparken hızlıca onun tarafındaki güneşliği açtım. Düşen ruhsatı hızlıca yerden alıp baktım. Sahibi Şaban... Birkaç ay önce aldığını söylediği araba onun değil.


Birden inmek, bir taksiye atlayıp oradan uzaklaşmak istiyorum. Ağzını her açışında dişlerinin arasından yalan dökülen Hilmi’nin yanında olmak istemiyorum. Arabanın içindeyim diye herhalde, bir an bir korku geliyor. Ya beni alır götürürse... Ya... Kendime geliyorum. Nasılsa kahvaltı için ineceğiz şimdi.


İnince derin bir nefes alıyorum. Beraber su böreği alıyoruz. Deniz kenarındaki masalardan birine geçip oturuyoruz. Sıcacık börek ve çay iyi geliyor. Sağ işaret parmağının dış yüzüyle alnımdaki çizikleri okşuyor. Tabii ki en tatlı haliyle gülümsüyor. Sonra elimi tutuyor.Hemen çekmiyorum.


“Geldiğin için teşekkür ederim Sinem. Yorucu bir haftaydı. Senin yanında dinlendiğimi hissediyorum. ”

İçimden hızlı gidiyorsun demek geliyor ama konuyu işiyle sınırlı tutmaya çalışıyorum.

“İşlerin çok mu yoğun?”

“Reklam, tanıtım konusunda yavaş kalıyoruz. Pazarlama müdürümüz ameliyat oldu, raporlu. Birkaç aylığına dışarıdan destek almaya ihtiyacımız var.”

Afiş ve ilan tasarımları, medya planlaması vs. için diye detaya girerken gülesim geliyor. Kendimi tutamıyorum.

“Afiş ilan işleri tamam da, medya planlamasını anlamadım. Kuaförlere lamba satmak için gazeteye ilan mı vereceksiniz?”

“Aydınlatma sistemleri” diye düzeltirken buz gibi bakıyor bana. “Radyo anonslarından çok iyi sonuçlar alıyoruz.”

“Öyle mi?”

“Bizimle çalışmak ister misin? Günde birkaç saatini ayırsan yeter.”

Aklıma Ertan’ın sözleri geliyor: “Sana iş teklif edebilir.”

“Sanmıyorum, çok yoğunum ben de.”

“Ücret dolgundur” diye espri yapıp gülüyor.

“Düşüneyim ama zor” diyorum.


Hiç rahat değilim. Cumartesiyi onunla geçirmek istiyordum, yalanlarını yakalamak eğlenceli olacak diye düşünüyordum. Ama şimdi tek içimden geçen Hilmi’den kurtulmak. Emzikli ödünç ya da çalıntı arabasıyla beraber hayatıma girdiği gibi çıksın istiyorum. Hemen şimdi. Fakat başıma ne geliyorsa hemen şimdi istediğimden geldiği için biraz sakin olmam gerektiğini kendime hatırlatıyorum.


“Eğer yorgun değilsen sinemaya gidelim. Kişiye özel gösterim yapan bir salona rezervasyon yaptım ikimiz için. Ama eğer yorgunsan seni evine bırakabilirim.”


Başını hafif yana eğip ne istiyorsa almaya alıştığı o tebessümü giyiyor gene. Asabım bozuluyor.

“Dinlensem iyi olur” diyorum.

Bozuluyor.

“Nasıl istersen.”

“Bileğim burkulduğunda benimle çok ilgilenen bir arkadaşım var, ona gitmek istiyorum. Hem onu görmüş olurum, hem de biraz dinlenmiş olurum. Bana yakın oturduğu için yolda yorulmam da.”

“Olur, seni oraya bırakayım.”

“Hiç gerek yok. Ararım gelir şimdi.”

Çalarsa rezil olmayayım diye telefonu sessize alıp arıyormuş gibi yapıyorum. Kendi kendime konuşuyorum.

“Tamam canım, bekliyorum” diye kapatıyorum.

Sonra Ertan’a mesaj yazıyorum. Müsaitse gelsin de konuşalım diye.


Hilmi inatla gelmeyeceğini tahmin ettiği arkadaşımı bekliyor. Yarım saat sonra Ertan gelince ayaklanıyor. Giderken bana

“Teklifimizi düşünmeyi ihmal etme” diyor.


O gittikten sonra, her şeyin onun tahmin ettiği gibi ilerlediğini gören Ertan’a “Sen haklıydın” diyorum.

“Evet, işi kabul edersen senden para da istemeye başlayacak. İlan rezervasyonu yok bilmem ne diye. Ufak ufak başlar sonra artırır.”

“İşi kabul etmem, ararsa telefonu açmam ama ev adresimi biliyor. Kendi kendine benden bir şey alamayacağına ikna olmalı. Ne yapacağım?”

“Yüklü borcun olduğunu, bu yüzden kredi aldığını, hepsini kapatmak için arabanı satacağını söyle. Buz gibi soğur senden.”


Ertan’a inanıyorum. Huzursuzum ama bir yandan da memnunum aslında. İlk defa bir erkeği hayatımdan nasıl çıkaracağımı düşünüyorum.


Sonra Hilmi’den sonra nasıl biriyle karşılaşacağıma yoğunlaştığımı fark ediyorum.


İlk gelene gene yapışacak mıyım?


Benim asıl sorunum bu.


Bu halimi değiştirmeye kararlıyım.


Devamı 2 Ekim 2017 Pazartesi...


Diğer bölümler


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.