Pazar sabahı. Gökyüzü kapalı, yağmur yağdı yağacak. Hava serin. Üzerime hırka aldım. Ayaklarıma çorap giydim. Pencere kenarında oturdum, defterimle kalemim önümde. Son üç günü nasıl özetlesem? Ayaklarım sanki yere basmıyor. Yüzümde hep bir tebessüm var. Bakkaldan ekmek alırken, pastaneciden bir açma, bir poğaça isterken, kırtasiyeci aldığım defteri –yine defter aldım– poşete koyarken, yolda giderken adres sorana, hatta pazarda ayağıma basana hep gülümsüyorum.
O akşamüstü gittiğimde, Müfit müşterilerle sohbet ediyordu. Beni görünce kalktı.
“Gel bak ne göstereceğim” dedi.
İçeri girdik. Tezgâhta hafif çukurca bir tepsi, içinde kurabiyeler.
İkimize kahve hazırladı, yanına birer kurabiye koydu.
İçimden “Sürpriz bu muydu?” diye geçirdim. Hemen sonra kendime “Biraz yetinmeyi, memnun olmayı öğrensen artık” derken Müfit ekledi.
“Senin kahvelerle ikram etmek için vanilyalı kakaolu kurabiye yaptık. Eğer iznin olursa...”
Evden mini fırın getirmiş. Elemanı Yeliz erken gelmiş işe, kurabiyeleri pişirmek için. Annesinin tarif defterinden kopardığı sayfa, fırınla makinanın arasında duruyor. Tepesinde, kargacık burgacık harflerle “Tereyağlı Vanilyalı-Kakaolu Kurabiye” yazıyor. Yerken ağızda dağılıyor. Tarçınlı zencefilli kahveyle birleşince olağanüstü bir tat oluşuyor. Bir an bu tattan sarhoş olmuşum gibi hissettim. İlerleyen saatlerde gelenler de bayıldılar. Kimi kurabiye yemek için ikinci fincanı sipariş etti, daha girişken(!) olanlar fincanı bitirmeden ikinci kurabiyeyi istedi.
Bu hamlesiyle gönlümü çaldı Müfit. Akadaşının baştan savma logosunu tamir etmek için bir yol olarak düşündü herhalde. Benim de fikrimi aldıktan sonra Instagram hesabına bir fotoğraf yükleyip altına şöyle yazdı. “İkramımızdır.” Orada bulunanların birkaçı hemen yorum yaptı.
“Nefis”, “Harika”, “Muhteşem.”
Akşam sekize kadar anlaşmıştık aslında ama o gün kapanana kadar kaldım. İnternetten duyan beş kişi gelse zaten kafe doluyor. Saat onda kepenkleri indirirken sordu.
“Sinem, yarın müsaitsen biraz konuşabilir miyiz? Aklımda birkaç şey var, senin de fikrini almak isterim.”
Ertesi gün öğleden sonra gittim. Bilgisayarı masaya getirip açtı. Ekranda yeni logo var. Tam benim istediğim şey karşımda duruyor. Grafiker arkadaşından rica etmiş, o da yapmış. Telif işini de konuşmuş. Arkadaşı “Gerekmez” demiş, bunu da e-posta olarak yazmış. Herhalde gerekirse kanıt olarak kullanılabilir. Üzgünüm ama bunu düşünmek zorundayım.
Müfit açıklama yapma gereği duydu.
“Yanlış anlama. Senin el yazınla denemek istediğin şey de iyiydi ama bu daha profesyonel.”
“Bakkal işiydi değil mi benimki?”
Ben böyle deyince kahkaha attı.
“Ama istersen onu Instagram’dan paylaşırız.”
Düşünmüş Müfit. Benim kahveleri farklı fincanlarda ikram etmenin daha yerinde olacağına karar vermiş.
“Yeni fincanlar, yanında da vanilyalı-kakaolu kurabiyeler. Müşteriyi de özendirir. Pazartesi öğleden sonra müsaitsen beraber bakalım.”
Ne kadarı iş için, ne kadarı benim için kestiremiyorum. Tek bildiğim, bu adamda farklı bir şeyler olduğu ve benim ondan hoşlandığım.
Kasada oturup etrafı kesmiyor. “Oğlum, al şunu. Kızım şu masayı sil” demiyor. Kahve yapıyor, servis yapıyor, boşları topluyor. Makinayı dolduruyor, boşaltıyor. Tenhaysa elemanına söylüyor.
“Bak şu masada kırıntı var biraz.”
“Bugün paspas yapmadık mı biz?”
Ama kalabalıksa hep ayakta. Ben patronum havasında değil. Nasıl değil, anlamıyorum.
Üçüncü gidişimde dayanamadım, kahve makinasının başındaydık, sordum.
“Müfit, elemanlarının tepene çıkmasından, iyi niyetini suiistimal etmesinden korkmuyor musun?”
“Niye korkayım ki?”
“Ne bileyim, arkadaşmışsınız gibi davranıyorsun.”
“Değil miyiz?”
“Arkadaş mısın elemanlarınla?”
“Onlardan üç farkım var. Bir, yaşça büyüğüm. İki, daha fazla ve uzun süre okula gitmişim. Üç, onlara göre maddi açıdan daha rahatım. Eğer ben bunlardan birini üstünlük kurmak için kullanırsam ters teper. İnsan psikolojisidir. Kinlenir, zaman kollar, günü gelince kusar, akrep gibi sokar.”
“İyi de sen patronsun.”
“Eee? Padişah gibi oturup ‘Bana bi kahve getirsene, şu boşu götürsene’ mi diyeyim? Bu laf tepedendir, emirdir. Kimse duymak istemez. Alttaki üstündekine ses etmiyorsa, dediğini getirip istemediğini götürüyorsa, ona mecbur olduğundandır. Mecburen yapılan işten hayır gelmez. Onlar da biliyor patronun ben olduğumu. Bütün işleri onlara yaptırabileceğimi. Ama o zaman ne olur biliyor musun? Bana kinlenmekle kalmaz, dükkânı da sevmezler, benimsemezler. Meselâ makinaların bakımını yapmayıp ömürlerini kısaltırlar, tuvalete mutfağa girmesem musluğun akıttığını görürler ama söylemezler. Kötü niyetli olan, kasadan para çalar. Eve giderken cebine kahve çekirdeği, kesme şeker atar. Sen hangi patronunu iyi hatırlıyorsun? Kaçıyla görüşüyorsun?”
“Hiçbiriyle!”
“Ben de plazalarda çalıştığım patronlarımı hiç sevmedim, bugün arkadaşım değiller ve hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Üstünlük taslamalarından, emrederek iş istemelerinden, patronum olduklarını her sözlerinde, her adımlarında vurgulamalarından. Bugün, genel tabirleri kullanacak olursak, ben de patronum ve nefret edilen bir şahsiyet olmak istemiyorum, eski patronlarım gibi. Bilmem anlatabildim mi?”
“Zarar görmekten korktuğun için onlara iyi davranıyorsun. Kusura bakma, bunu anladım.”
“Ben bu işi seviyorum, keyif alarak yapmak istiyorum. Müşteri gelmezse yapamam. Müşterinin gelmesi için, bir daha bir daha gelmesi için, burada kendini hiçbir yerde olmadığı kadar rahat, mutlu, memnun hissetmesi için gülen suratlar görmesi lazım. Gülmeye çalışan değil, gerçekten gözünün içi gülen, mutlu suratlar görmesi lazım. Burada çalışan mutlu olmazsa müşteriye surat yapar, onu kaçırır. Ayrıca günün on saatini burada geçiriyorum. Ben de mutlu olmak istiyorum. Ben evimde hissetmezsem, müşteriye de evindeymiş gibi hissettiremem. O zaman hep beraber burada mutlu olacağız, hep beraber burayı seveceğiz, evimiz bileceğiz. Yatırım yapmışım, bunları göz ardı edemem. Sadece dediğin hesapla davransaydım, iki yılda bir düzine garson değiştirirdim. İkisi de iki yıldır burada. Bu sana bir şey anlatıyor mu?”
Makina başı konuşmasını, kahveleri soğutmamak için bitirirken kendi kendime mırıldandım:
"Aranan düzgün adam bulundu."
54. bölüm 2 Ekim 2018 Salı hthayat.haberturk.com’da...
Diğer bölümler
Arkadaşa iş yaptırmayacaksın
Canını sıkma, her şey hallolur
Oyalayan erkek modeli
Bir maniniz yoksa sizi de bekleriz
Evlenilecek kız kimdir?
Bir kadın, bir erkeği ne zaman terk eder?
Bir erkek, bir kadını ne zaman terk eder?
Hayatının erkeğini buldun mu?
Bu erkekler nereye bakıyor?
El âleme bakmayınca çiçek açıyorum
Beğenilme, sevilme isteği = Onaylanma ihtiyacı
Kıskançlığın diğer adı: Kendini kıyaslamak
Her kadının nadasa ihtiyacı var
Ağzı iyi laf yapan erkeğe gıcığım var
Erkek, sonu gelen bir şey mi?
Babam seninle evlenmeyecek
İtiraflar... İtiraflar...
Her şey çok güzel olacak
Kadınların anlamadığı bir erkek dili var
Tarçınlı zencefilli kahve zayıflatır mı?
İlginin, fedakarlığın fazlası erkeği bozar
İşte güzel kadının hiç olduğu an!
?
Garantici değilim, gayet insani bir durum
Mutluluktan eriyorum
Hesapsız sevgililik güzel şey
Yeni yıla ne istediğimi bilerek giriyorum
Acımakla âşık olmak arasında gidip gelmek
Teşekkürler hayat
“Müsait değilim Atila, teşekkürler. Sinem.”
Sevgili değil pansuman arıyor!
Bazen bir erkeğe haddini ânında bildirmek gerekir
Güçlü kadın, erkek gibi olan kadın değildir
Belki de o kadar üzülecek bir şey yoktur
“Atila Bey, eşiniz aradı, telefonunuzu bekliyor”
Bazen birkaç saniye ne çok şeyi değiştirir
Hayatın sürprizlerle dolu olduğu doğrudur
Bileğimdeki paket lastiğine güveniyorum!
Mutluluğa layık olduğuma nasıl ikna olacağım?
“O olmazsa ben bir hiçim” ya da muhtaçlık duygusu
İlk gelene gene yapışacak mıyım?
Her yalnız kadın arada bir salaklaşır
Ruh eşimi hayatıma nasıl çekerim?
Bekâr kadın bazı gerçekleri hemen kabul etmek istemez
Sahtekardan sevgili olmaz
Çapkın mı, yoksa çapkın olmaya mı çalışıyor?
Hilmi’ye misilleme
Erkeklerin kafası kadınlarınki gibi çalışmıyor
Bir erkeğin sol elinden önce gözlerine bakmak
Ben bekarsam kimse evlenmesin
Erkekler güçlü kadından korktuğu için yalnızım
Koca adamsın ne yapacaksın 1+1 daireyi