Dün sabah güzel bir sürprizle uyandım. Instagram hesabındaki yorumların altına biri yazmış. “Sizi bizim kafeye davet etsek...” Kafenin hesabını tıkladım hemen. Şık bir yere benziyor ya da fotoğrafları iyi çekilmiş. Eve de yakın sayılır. Benim spor salonundan çıkınca sağa dönüp yüz metre yürüyorsun. Üzerine atlamış gibi görünmek istemedim. Kalkıp duşa girdim. Duştan çıkıp kahvemi hazırladım. Bir saat geçti aradan. Yazdım.


“Neden olmasın?”


Bir dakika geçmeden özel mesaj geldi.


“Teşekkür ederim. Detayları ne zaman konuşabiliriz? Mesela öğleden sonra üçte müsait misiniz? Müfit”


“En erken çarşamba sabahı saat dokuzda müsaitim.”


Teklifi önemsediğimi belli etmek açısından, mesajı erken cevaplamam önemliydi. Meşgul olduğum izlenimi yaratmak için iki gün sonraya, sabahın erken saatine randevu verdim. Karar veren ben olayım diye de ikinci bir seçenek sunmadım. Anlaştık.


Mutfak tezgâhının önünde, ayakta dururken kafenin hesabını karıştırdım biraz. O arada, sahibinin kendi hesabı olduğunu fark ettim. Bana kafenin hesabından yazmıştı. “İş konuşmak için iş hesabından yazdığına göre yol yordam biliyor” derken kendi kendime, Müfit’e bakakaldım. Nasıl yakışıklı bir adam... Genç sayılır, kırk yoktur. Tamamı kafede, son iki yılda çekilmiş birkaç fotoğraf çok net, gelişigüzel çekilmişe benzemiyor. Üzerinde kafenin önlüğüyle tezgâh arkasında çalışırken, elinde tepsiyle bir masaya servis yaparken, ellerini göğsünde kavuşturup kapıya dayanmış gülümserken... Çok az paylaşımı var. Genellikle sokak halleri. Kediler, köpekler, yüzü görünmeyen insanlar, çatılar, gökyüzü.


“Yarın sabah olsa” diye sabırsızlandığımı fark edince kendime geldim. “Bu bir iş görüşmesi, sen şimdi kendine bak.” Şu ara kendime bakmaktan anladığım, spor yapmak. Kalkıp hazırlandım. Spor salonunda, o kalabalıkta üst baş değiştirmek zor oluyor.


Üyelik kartımı okutup turnikeden geçerken, yerdeki kimlik kartı çarptı gözüme. Danışmaya vereyim diye eğilip aldım. Erhan’ın fotoğrafını görünce kafamı kaldırıp salona şöyle bir baktım. İçeri girerken düşürdü herhalde diye düşündüm. Onunla iletişim kurmayayım diye tam danışmaya yönelmiştim ki, fotoğrafının yanındaki isim dikkatimi çekti. Bedrettin Kalaycı. Şaşırdım. Güldüm. Aklıma Hilmi geldi. “Yine mi sahtekârın teki bana musallat oldu?” diye kızdım içimden. Bir anda insanın aklından ne çok şey geçebiliyor. Takiben, kimliğin sahibine yöneldim. Yanında durdum. Beni görünce güldü, niyeyse saçlarıma baktı.


“Hâlâ uçlarına renk atmamışsın?”


İntikam vaktiydi. Ben de güldüm.


“Ben böyle iyiyim ya, sen kafanı takma böyle şeylere.”


Sonra kimliğini uzatıp ekledim. “Bedrettin...”


Benimle alay edecek diye kulaklarına varan ağzı büzüştü. O kimliğini cebine koyarken ona tebessüm ederek ayrıldım yanından.


Çantamı dolaba kilitlerken düşündüm. Bazıları insanlar neden tanımadıkları ya da az tanıdıkları, hiç ilgileri olmayan insanlara laf sokma ihtiyacı duyuyorlar acaba? Onları rahatsız, huzursuz etmekten, yüzlerinde mutsuzluğu görmekten zevk alıyorlar? Bu yaptıkları, acaba tam olarak hangi duygularını tatmin ediyor?


Bu adam yüzünden bu salona gelmekten vazgeçmeyi aklımdan geçirmiştim. Şimdi komik geldi. Bedrettin seni! Salona döndüğümde onu göremedim. Demek, yumuşak karnı ismi ve ismiyle beraber kim bilir daha neler.


Eve dönünce dolaptan taze fasulyeyi çıkardım. Niye bilmiyorum, spor yaptıktan sonra içimden hep sebze yemek geliyor. Tam tabağımı doldurup oturmuştum ki Ertan aradı. Evin önünden geçiyormuş. “Karnın açsa gel” dedim. Yukarı çıktı. Beraber yedik.


Sedef’le buluştukları günden beri görüşmemiştik. Merak ediyordum neler konuştuklarını. Ertan anlattı.


“Kendimi ‘Sana âşık değilim, ayrılmak istiyorum’ demeye hazırlamıştım. Ama Sedef beni şaşırttı.”


“Ne yaptı ki? Ne dedi ki?”


“Benden sonra geldi. Karşıma oturdu ve şöyle dedi: ‘Ertan ben ikimiz için bir gelecek göremiyorum, ayrılmamızın doğru olduğunu düşünüyorum’. ”


“Sen tabii lafı ağzından alınmış gibi hissettin.”


“Yoo, hiç de öyle hissetmedim. Ben zaten onunla bir gelecek düşünmüyordum ki...”


“Ne yapıyordun peki? Kaç aydır beraberdin kızla.”


“Anlaşıp anlaşamadığımıza bakıyordum. Eğer anlaşabiliyor olsaydık, bir gelecek düşünebilirdim. Ama Sedef benim için evlenilecek kız değildi.”


Kaşığımı masaya bıraktım. Bu ikincidir, Ertan’a vurmak istiyorum.


“Söyle bana, evlenilecek kız kimdir?”


“Kızacak bir şey yok. Tamam, beraber yaşanacak kadın diyelim istersen.”


“Tamam, öyle diyelim. Söyler misin bana, beraber yaşanacak kimdir?”


“Evdeyiz ya diyelim. Var mı, yok mu, belli olmayan ama ihtiyacım olduğunda orada olduğunu hep bildiğim kadın. Ne telefonumu, ne ceplerimi, ne de mimiklerimi kurcalayan kadın. Bana öğüt vermeyen, beni değiştirmeye çalışmayan ve lütfen annemmiş, kız kardeşimmiş gibi davranmayan kadın... Bak böyle bir kadın bulayım, şuraya yazıyorum, hemen evlenirim.”


“Bu kadar mı?”


“Evet.”


“Beğenmen, çekici bulman gerekmiyor mu yani?”


“Onlar veri koşul. Birini beğenmek, çekici bulmak, biriyle aynı evi paylaşmak için yeterli değil. Sadece güzel bulduğunla paylaşacağın şey belli.”


Ertan gittikten sonra sabah giyeceklerimi hazırladım. Kahvelerim için teklif aldığım için mutluyum ama Müfit’le tanışacağım için heyecanlı olduğumu da itiraf ediyorum.



14 Eylül 2018 Cuma hthayat.haberturk.com’da...


Diğer bölümler





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.