Zarfı alelacele yırttım. Fakat dükkânın telefonu çalınca, dört sayfayı üzerimdeki önlüğün cebine attım. Bir an önce çıkmalıydım, Müfit’le karşılaşmamalıydık. Böylece mektubu okumak ve zarfını değiştirip geri getirmek için fırsatım olurdu. Çantamda unuttuğumu söyleyip kusura bakma diyebilirdim. O da bir şeyden şüphelenmezdi.
Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymadı. Telefon uzun sürdü. Bir grup için kafede doğum günü kutlaması yapmak isteyen müşterinin sorularını cevaplarken neredeyse on dakika geçti. Kapatır kapatmaz çıkmam gerekiyordu ama merakıma yenildim. Ah şu kadın merakı yok mu! Çaktırmadan, önlüğün önündeki büyük cepten ilk sayfayı seçip çıkardım. Tezgâhın altında tutup okumaya başladım.
“Müfit,
İşyerine geldiğim için bana kızma. Son yaşadıklarımızdan sonra telefonlarıma çıkmadın, mesajlarıma cevap vermedin. İki saati biraz geçti, hâlâ yoksun. Sana bu satırları yazmaktan başka çarem kalmadı. Rica ederim, birlikte geçirdiğimiz üç yılın hatırına, buruşturup atmadan önce oku.
‘Bana o gece, gözlerime mi inanayım, sana mı?’ deyip beni dinlemeden çekip kapıyı çıktın. Ne zaman bu sözlerini hatırlasam, aklıma şu söz geliyor: ‘Duyduklarının hiçbirine, gördüklerinin yarısına inanma.’ Bizim durumumuza ne kadar da uyuyor.”
Devam edip bir çırpıda bitirecektim. Fakat Müfit girdi içeri. Elimdeki sayfayı önlüğün cebine soktum. Müfit’e telâşla “Hoş geldin” deyip, biraz önce arayan müşterinin neler istediğini kesintisiz anlattım, aldığım notları uzattım. Müfit şaşırdı.
“Daha yeni girdim içeri. Konuşuruz. Acele etme.”
Uydurdum.
“Çıkmam lazım şimdi, o yüzden...”
Önlüğü çıkarıp çantama koydum.
“Bunu alıyorum. Kirlettim biraz, yıkayıp geri getiririm.”
“Gerek yok. Diğerleriyle birlikte yıkanır.”
“Yok yok... Olmaz. Hadi ben çıkıyorum. Akşam üzeri görüşürüz.”
Taksiler kısa mesafe almadıkları için koşar adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Yolda meraktan çatlıyordum. Acaba o gece ne oldu? Müfit ne gördü? Ne oldu da kadını bıraktı gitti? Bir yandan da düşünmeden edemiyordum. Müfit gibi düzgün, bilge bir adam, öyle süslü bir kadını nasıl seçti? Hem de üç yılı, böyle nemrut bir kadınla nasıl geçirebildi?
Kapıyı açar açmaz çantamı yere boşalttım. Önlüğün cebinden sayfaları nefes nefese çekerken birinin kenarı biraz yırtıldı. Mutfaktaki açılır kapanır, duvara monte ahşap masaya geçip, kaldığım yerden okumaya devam ettim.
“İlk günden beri ondan hoşlanmadın ve bunu hiç saklamadın. İsmini duymaktan bile rahatsız olduğun için ‘o’ diye bahsediyorum. Fakat sendeki bu duygu, ‘birinden hoşlanmama’nın ötesindeydi. Sanki onu kendine rakip, düşman olarak görüyordun. Kalabalık arkadaş toplantılarımızda o yanıma gelince huzursuz oluyordun, diğerlerini hiç sorun etmezken. Basit iltifatları başkaları edince sorun yoktu ama onun ‘Elbisen yakışmış’ demesi seni çileden çıkarmaya yetiyordu. Arkadaşlarımın beni neden aradıklarını hiç sormuyordun, ama telefondaki o olunca ‘Ne var?, Gene ne istiyor?’ diyordun.
Bana sordun en başta, hiç beraber olup olmadığımızı. Sana liseden beri yakın arkadaşım olduğunu, onu arkadaştan başka bir şey olarak görmediğimi söyledim. Sen de bana her bir araya gelişimizde, ‘Bu adam sana âşık, uzak dur’ deyip durdun. Biriyle beraber olması, onunla evlenmesi, beraber mutlu olmaları da senin bu şüpheni dindirmedi.”
Telefonum ısrarla çalmasa okumayı sürdürecektim. Fakat arayan Müfit olunca açmak zorunda kaldım.
“Sinem acelen vardı söyleyemedim. Bu akşam seni yemeğe davet etmek istiyordum. Müsaitsen eğer...”
Ertan’la sözleşmiştik ama bunu Müfit’e söyleyemezdim.
Elimde Müfit’in eski sevgilisinin mektupları, bir süre sessiz kaldım, sonra daveti için teşekkür edip müsait olduğumu söyledim.
Sandalyeye sevinçle yerleşirken fark ettim. Mektup dört sayfaydı, oysa şu an önümde üç sayfa duruyordu. Son sayfayı, tezgâhın arkasında düşürmüş olmalıydım. Müfit bulmamıştı herhalde, yoksa beni yemeğe davet etmezdi.
Mektubun son sayfasını ondan önce bulmak için hemen kafeye dönmek zorundaydım.
16 Ekim 2018 Salı hthayat.haberturk.com’da...
Diğer bölümler
YORUMLAR