Bekar Kadının Günlüğü 3
Ben bekârsam kimse evlenmesin, kıskanıyorum
Hep aynı yolu izleyip farklı sonuçlar beklemem ilginçti gerçekten.
Neden bir ay, en çok iki ay?
Çünkü kendim gibi davranmıyordum. Daha havalı bir kadın profili çiziyordum. Çevresi olduğundan geniş, daha neşeli, daha pozitif, daha anlayışlı bir kadın imajı sunuyordum. Onlar da bu imajdan etkileniyor, o kadını tanımaya değer buluyorlardı. Bir ayın sonunda üzerime çektiğim cila matlaşıyor, gerçek ben ortaya çıkıyordu! Zaten kim kendini nereye kadar saklayabilir ki?
Yarattığım ve aslında olmayan kadını değil, gerçek beni sevecek birine ihtiyacım var. Kabul etmem gerekiyor ki, gerçek bende sorun var. Çünkü gerçek beni de sevmiyor erkekler. Üstelik sadece onlar değil, kimse.
Gerçek bende samimiyetsizlik, özgüven eksikliği ve kıskançlık sorunu var.
Karşıma çıkan, etrafımda bulunan bekâr erkeklere “potansiyel koca” gözüyle baktığımı artık itiraf ve kabul etmem gerekiyor. Kırmızı ışıkta beklerken göz göze geldiğim komşu sürücüye mesela. Market kasasında, kafede restoranda yan masada oturanlara mesela, asansörde karşılaştıklarıma, yürüyüşte rastladıklarıma, arkadaş toplantılarında tanıştıklarıma. Şu an fark ediyorum, yüzlerinden önce ellerine bakıyorum.
Çünkü evlenmek istiyorum. İçten içe evlenip çocuk yapmak için yanıp tutuşuyorum. Adamlara hemen düzenli hayattan, yuva kurmaktan bahsetmemin sebebi bu.
Hem bir kocam olsun istiyorum hem de evliliği kötülüyorum. Genç yaşta evlenenleri, tanıştığı kişiyle kısa sürede nikâh masasına oturanları, beraber yaşamaya karar verenleri eleştiriyorum, küçümsüyorum, onlarla alay ediyorum. “Çok önemli bir karar biliyorsun değil mi?” “Aynı çatı altına girmek işleri iyice ciddileştirir farkındasın herhalde.”
Ben bekârım ya kimse evlenmesin, benim çocuğum yok ya kimsenin de olmasın istiyorum. Ben yalnız uyuyorum ya kimse kimseye sarılarak uykuya dalmasın istiyorum. Beni yiyip bitiren kıskançlığımın özeti şu: “Bende yoksa kimsede olmasın!”
Bir arkadaşımın kocasıyla arası açıldığında resmen mutlu oluyorum. Bir boşanma haberini neredeyse kutluyorum.
İş hayatında elde ettiğim başarıları, kazancımı, kazancımla elde ettiklerimi güç olarak kabul ediyorum. Ama bugün görüyorum ki, özgüven eksikliğini kapatmak için başarıdan başarıya koşmak istiyorum. Fark edilmek, takdir edilmek, onaylanmak için.
Olmadığı biri gibi davranan, kendine olan sevgisizliğini, yetersizlik hissini başkalarının mutsuzluğuna sevinerek örtmeye çalışan, kimsenin iyi ve mutlu olmasını istemeyen bir kadın...
Gerçek ben bu. Kim sever ki böyle bir kadını?
Artık alışkanlıklarımı değiştirmem gerekiyor.
İşe, oturduğum cafcaflı kafelerden vazgeçerek başladım. Sabahları elinde yüzük olmayan bir erkeğe denk gelirim diye geleni gideni, takım elbiselisi bol kafelerde oturmak yerine bir pastaneye gelmeye başladım. Türk kahvesini çiçek desenli fincanlarla, çayı ince belli bardaklarla getiriyorlar. Yanına da bir tane günün minik kurabiyesinden koyuyorlar. Damağıma dağılırken bıraktığı hissi şu ara hiçbir şeye değişemem.
Bahçeyi de katsalar rahat iki katı masa sığar aslında, daha fazla müşteri gelir. Bunu neden yapmadıklarını sordum. Sahibi yanıma oturdu. “Altı masa daraltır. Böyle gönlümüz ferah. Gönlün dardayken daha çok kazansan neye yarar?”
Her sabah oturduğum şu üç masalı pastanede özüme dönmeye çalışıyorum. Kendini allayıp pullamayan, nasılsa öyle olan ve onu olduğu gibi sevenlere, beğenenlere kucak açıp onların sevgisiyle yetinen pastanede gönlümü dardan kurtarmayı öğreniyorum.
Devam edecek...
Diğer bölümler
YORUMLAR