Akşam üzeri bir ilişkiyi bitirip, ertesi gün aynı saatlerde başka bir ilişkiye başladım. Atila daha mesajımı alınca anlamış Sedat’tan ayrıldığımı. Neden öyle düşündüğünü sordum, gülümseyip geçiştirdi. O günlerde konuşurken Ertan verdi aradığım cevabı:

“Sevgilisi olan bir kadın, onunla açıkça ilgilenen başka bir erkeğe yemek yiyelim diyorsa kuvvetle muhtemel iki ihtimal vardır. Bir, ilişkisi iyi gitmiyordur. İki, ilişkisi bitmiştir.”


Gerçi bunu görmek için erkek, Ertan ya da dâhi olmaya gerek yok. Ama ben sevgilisiz kalacağım korkusuyla Sedat’a kapıyı kapatıp telefonuma koşmuştum. Sanki ertesi sabahı beklesem Atila’yı birine kaptıracaktım!


Altı ayın sonunda kendime inanamıyorum. Ona yüklediğim bunca anlama. Aslında ona yüklediğim anlama değil, onunla kuracağım ilişkiye yüklediğim anlama. Atila’yla her şey çok güzel olacak. Birbirimizi beğeniyoruz, istiyoruz, mutlu olmamız için hiçbir engel yok. Çoğul konuşsam da aslında düşündüğüm kendi mutluluğumdu. Atila, benim mutlu olmam için bir figürdü sadece. Beni mutlu edecek bir araç, beni mutlu kılacak koşulları sağlayacak bir “şey”. Ne bencillik!


Bugün bunun bencillik olduğunun farkındayım. Gelgelelim, hâlâ beni mutlu edecek birini arıyorum. Birlikte nasıl mutlu olunur bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Bu konuya kafa yormaya ihtiyacım var.


Atila beni mutlu edemedi. Atila’yla mutlu olamadım. İkisi de doğru.


Ben beraber gezip tozalım istiyordum, beraber markete alışverişe gidelim, akşamları beraber yemek hazırlayalım, beraber gelecek planları yapalım. Fakat bu adamın iki çocuğu ve bu çocukların bir annesi olduğunu unutuyordum.


Başlarda çocuklara sevimli davranmaya çalıştım. Beni sevsinler istedim. Atila’nın kafası rahat olursa evlilik planlarımızı kolayca yapabilirdik. “Bak sevgilim, çocukların beni seviyor!” Ama hesabım yürümedi. Küçük oğlanla aramız iyiydi de, kızla yıldızlarımız hiç barışmadı. Sanki aklımdan geçenleri okuyor gibiydi. Bir sabah bana mutfakta kahvaltı hazırlarken şöyle dedi:

“İstediğin kadar bize ekmek kızart. Babam seninle evlenmeyecek.”

Bunlar annesinin ezberlettiği sözler miydi, kendi düşünceleri mi bilmiyorum. Ama ben o ekmekleri, tam da bu nedenden kızartıyordum.


Günün, ânın keyfini çıkarmak dururken niye gelecek planları ile meşguldüm ki? Kendime bunu ara ara tekrarlıyordum aslında. Fakat içinde bulunduğum koşullar günün keyfini çıkarmamı imkânsız kılıyordu.


Çocuklar hafta sonu babada, hafta içi annede kalacaklar diye aralarında anlaşmışlardı. Ama biz beraber olmaya başladıktan sonra, çocuklar hafta ortası da bazen geliyorlardı. Ne zaman gelecekleri de belli olmuyordu. Mesela biz akşam sinemaya gideceğiz diye plan yapıyorduk; öğle üzeri eski karısı arayıp çocukların babalarını özlediklerini, o gece onda kalmak istediklerini söyleyince evde film izlemek zorunda kalıyorduk, hep beraber! Daha fenası, oturup ödevlerini beraber bitiriyorduk.


Eski karısı arayıp duruyordu. Gece yarısı oğlanın ateşi çıktı diye... Kızın veli toplantısına beraber gidelim diye... Uyumadan önce sana iyi geceler dilemek istediler diye.


Atila eski karısına sinirleniyordu, ancak bunu belli etmemek için çaba harcıyordu. Çocukların üzülmesini istemediğini söylüyordu. İki ay ses çıkarmadım. Bir gün tam hazırlanmış yemeğe gidiyorduk ki Atila’nın telefonuna mesaj geldi.

“Babacım nolur gel. Annem senin sevdiğin çorbadan yaptı. Yemeği bizimle ye, sonra kendi evine gidersin.” Mesaja ağzı yamulmuş, gözleri kısılmış güya ağlayan oğlanın fotoğrafı eşlik ediyordu.


Yemeğe giderken eski karısının evine uğradık. Ben arabada bekledim, o çıkıp çorba içti, aşağıya indikten sonra yemeğe gittik. Karnı doymuştu, bir şey yiyemedi. Benimse iştahım çoktan kesilmişti. Sipariş ettiğimiz yemekleri değil birbirimizi yedik.


İlk büyük kavgamız o akşama tekabül ediyor. “Sorun çıkarmayan kadın” postunu o gece attım üstümden. Eski karısının yaptığı çorbayı içmeye nasıl giderdi!


Benzer hadiseler tekrarlayıp dururken Atila’ya baktım bir gün. Benim evimdeydik. Koltukta elinde telefon oturuyordu, bir şeyler düşünüyordu. Sanki misafirliğe gelmiş, biraz sonra kalkıp gidecekmiş gibiydi. Benimleydi ama aklı başka yerdeydi ve bu hep böyleydi. Kendime sordum:

“Ben bu adamla beraber olmak istiyor muyum?”

Beraber olmaktan kastım, tabii ki evlenmekti.

“Hayır” dedim.


Ben kendi hayatımı kurmak istiyordum. Oysa onun zaten kurulu bir hayatı vardı. Ben kendi çocuğumu doğurmak istiyordum. Onun zaten çocukları vardı. Ortadaki tablo, benim hayalini kurduğuma hiç benzemiyordu.


Yine “çorbadan bir sebepten” tartıştığımız bir gün bana şöyle dedi:

“Sinem ben bu kadarım. Çocuklarım her zaman hayatımda olacaklar, anneleri de. Ancak bunu kabul edebiliyorsan beraber olabiliriz.”

O beni nazikçe tehdit ederken zaman kaybettiğimi düşündüm. Çocukları üzülmesin diye onu yapmayan, bunu yapmayan, eski karısına boyun eğip duran bir adam, aynı sebepten benimle evlenmezdi! İşte ben buna ikna oldum ve Atila’dan ayrılmaya karar verdim.


Olsun. Sebebi ne olursa olsun, hayatımda ikinci kez, ayrılan ben oldum. “Bu ilişkiye devam edemeyeceğim” dedim.


Ayrılık kararımı bildirdikten sonra kıymete bindim.


38. bölüm 7 Ağustos 2018 Salı hthayat.haberturk.com’da...


Diğer bölümler


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.