Bekâr kadının günlüğü – 30


Sedef’e akşam yemeğine gittik. İki kadın iki erkek aramızda sohbet edip şakalaşırken bir an kendimi bir film sahnesine yerleştirilmiş gibi hissettim. Her şey çok güzel. Yemekler lezzetli, masadaki herkesin yüzü gülüyor, hepsi beni seviyor, hatta aralarından biri sevgilim ama ben bu sahnede olduğuma bir türlü inanamıyorum. İçimden hayata teşekkür ederken, muhtaçlık duygusundan hâlâ çıkamadığımı fark ediyorum. Sanki bir parça ekmeğe muhtaçmışım da bulmuşum, ama bitecek diye yemeye korkuyorum. İnsan biter diye mutluluğunu yaşamaya korkar mı? Mutluluk biten bir şey mi? Eğer öyleyse bitiren kim? Başkaları mı? O zaman benim mutluluğum hep başkalarına mı bağlı olacak? Bu mutluluğu hak ettiğimi, artık onu yaşamaya layık olduğumu kendime bir süre hatırlatmaya karar verdim. Cep telefonumun alarmını kurdum. Sabah, öğle, akşam çalacak ve ben yanımdakilere çaktırmadan bir şekilde mutluluğa layık olduğumu tekrarlayacağım.


Sofra ne güzel bir yer. Birleştiren, buluşturan, paylaşmayı öğreten. İnsanlar birlikte yerken içerken arkadaş oluyorlar. Arkadaşlığın güçlü dostluğa evrilmesinde sofranın payı büyük. Aklıma iş yemekleri geliyor. Şirketlerin neden yemekli akşamlar düzenlediklerini, önemli görüşmelerin neden yemekli toplantılarda yapıldığını, bazı yöneticilerin öğle yemeklerini neden ekipleriyle topluca yediklerini şimdi anlıyorum.


Yemekler bitince Sedef sordu:

“Kim kahvesini nasıl istiyor?”


Sedat’la ben sade içiyoruz. Küçük gibi görünen bazı şeyler aslında hiç de küçük değil. İkimizin de kahveyi sevmesi, ikimizin de kahveyi sade sevmesi ve benim karışımımı onun da sevmesi bizi yakınlaştırıyor. Bunu hissediyorum.


Kahveleri içerken Sedat dedi ki:

“Sinem aslında vanilyalı kahve de yapabilirsin.”

“Vanilyalı da denedim ama tarçınlı zencefilliyi daha çok sevdim. Onu paketlemek hiç aklıma gelmedi.”

“Sen içmeyeceksin ki satacaksın. Onun da alıcısı vardır.”

Sedef araya girdi:

“Bence önce kendi sevdiğiyle başlasın. Kendi sevdiğini daha bir şevkle hazırlar ve sunar. İşleri ilerletmeye karar verirse vanilyalıya da geçer. Şahsi fikrimi söylüyorum. Yoksa kendi bilir.”


Hiç böyle düşünmemiştim, ama doğru geldi. Sedat’ın kafası reklamcılarınki gibi çalışıyor, satışa odaklı. Doğaldır, yıllardır reklam sektöründe çalışıyor. Ama Sedef de bu işin duygu yönünü unutmamam gerektiğini hatırlatıyor.


“Biraz önümü göreyim, vanilyalıya da geçerim.”

“Tamam nasıl istersen. Ben vanilyalı kahve için de ambalaj tasarlarım, kafamda bir şey var.”

Hevesini kırmak istemedim, çocuk benim için bir şeyler yapıyor. Ama bazen beni zorlamak mı istiyor anlamıyorum.


“Tarçınlı zencefillinin ambalajı için beş örnek cuma günü gelecek. İçlerini doldurur bakarız. Karar verdikten sonra ben hazırlamaya başlarım. Instagram’dan ve diğer kanallardan yayınlarım. Hafta sonu hep beraber bakalım mı? Benim evde. Cumartesi akşamı yemekten sonra mesela.”

“Yani yemeğe sendeyiz Sinem.”

“Evet.”


Sabah uykuda kaldım. İşe vardığımda öğleye geliyordu. Bence işten ayrılacağım için beynim uyuyabileceğimi söylüyor ve mesela alarmımı bu yüzden kurmayı bana unutturuyor. Kalkar kalkmaz Atila’yı arayıp durumu bildirdim. İşe gidince aslında bana bozulduğunu ama anlayışlı olmaya çalıştığını anladım. Üzerinde durmadım, giderayak kendimi strese sokamam.


“Küçük bir Meksika lokantası biliyorum. Seksenlerde donup kalmış gibi, altı-yedi masalı bir yer. Akşam sekizde orada buluşmaya ne dersin?”


İkimiz de aynı ofisteyken neden bana mesaj gönderdiğini anlamadım. Kafamı kaldırdığımda odasının kapısını kapatmak üzereydi ve bana bakıyordu. Ne yapmaya çalışıyor? Niye mesaj? Niye iş çıkışı beraber gitmiyoruz da orada buluşuyoruz? Niye saat sekiz? Niye böylesine karakteristik bir yer? Ne bu gizem? Cevap vermedim, bitirmem gereken işlere döndüm.


İki saat sonra cep telefonuma tek bir soru işaretinden ibaret yeni bir mesaj gönderdi. Atila kendi kendine benimle flört etmeye karar verdi anlaşılan. Herhalde bunda ona geçen gün “İlgin, beğendiğini göstermekten öteye geçemiyor” dememin etkisi var. Bu tarzından hoşlanmadım. Beceriksizce davranıyor. Sonunu getiremeyeceğini bildiği yollara giriyor. Onu terslemek isterdim ama önce tazminatımı almak istiyorum.


Sedat akşam sergi açılışına beraber gideceğimizi düşünüyor. Atila akşam beraber yemek yiyeceğimizi. Sebebi benim. Atila’ya son anda “İşim çıktı, yarın çıkalım yemeğe” derim diye düşünmüştüm. Şimdi bu soru işaretine ne cevap vereyim?


Kalkıp Atila’nın odasına gittim. Yüz yüze konuşurken samimi olduğumu görsün diye. Kapıyı kapattım.


“Atila ben bu akşam için bir arkadaşıma söz verdiğimi senin mesajından sonra hatırladım. Ona daha önce söz verdiğim için gelemem diyemiyorum. Yarın akşam çıksak yemeğe?.. Olur mu?”

Atila kaşlarını kaldırıp derin bir nefes aldı. Arkasına yaslandı. Ciddi bir şeyler düşünürken yaptığı hareket bu.

“Yarın akşam müsait değilim ama senin için müsait hale gelebilirim.”

“Teşekkür ederim.”

“Akşam sekiz. Restoranın ismini adresini yazarım sana.”


Ertan’a anlatmaya çekiniyorum Atila ile aramda geçenleri. Sedat’ın kulağına gider diye. Gerekirse sevgilisinin kardeşini mi korur, arkadaşını mı? İşin içine gönül ilişkisi girdi mi insan arkadaşının arkasını kollamayabilir. Aferin bana. Önceden olsa Ertan’ın elbette benim tarafımda yer alacağından şüphe etmezdim. Şimdi bu ihtimali normal kabul ediyorum. Bir yerden değişmeye karar verdin mi başladın mı samimiyetle, değişim zincirleme devam ediyor ve bu çok güzel bir şey.


Akşam Sedat’la açılışta çok güzel vakit geçirdim. Yeni insanlar tanıdım. Birlikte olduğumuzu ifade edecek biçimde davranması, beni kendi arkadaşlarına takdim etmesi gururumu okşadı. Fakat sahnenin içine yerleştirildiğim duygusunu henüz yenebilmiş değilim. Bunu düşünürken alarmım çaldı. Tuvalete gittiğimi, hemen döneceğimi söyledim Sedat’a. Tuvalette değerli olduğumu, mutluluğu hak ettiğimi kendime bir dakika boyunca mırıldanarak tekrar ettim. Bu sırada biri kapıyı tıklattı. Aynı şekilde karşılık verdim.


Sonra Sedat’la çıktık. Hava almak ister gibi bir hali vardı.

“Biraz yürüyelim mi?”

“İyi olur.”

“Aç mısın?”

“Eh...”

“İleride bir lokanta var. Yer varsa otururuz. Önünden geçeceğiz, bakarız, doluysa başka yere gideriz.”

“Olur.”

Yürürken elimi tuttu. İçimden biraz erken değil mi dememe mani olamadım ama elimi de çekemedim. Sadece ona bakıp gülümsedim.

“Burası” deyince durduk.

Sedat eğilip içeri bakarken fark ettim Atila’nın söylediği Meksika lokantasının önünde durduğumuzu.

“Şanslıyız, iki tane boş masa var” dedi.

İçeri girdik.

Yan yana iki boş masadan üzerinde “rezerve” yazmayana oturduk.

Mönüye bakıp yemekleri söyledik.


On dakika sonra kapı açıldı. Atila yanında bir kadınla beraber içeri girdi. Birbirimize mesafeli biçimde iyi akşamlar diledik. Yandaki masaya oturdular.


Gelecek bölüm 12 Ocak 2018 Cuma hthayat.com’da


Diğer bölümler



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.