Kendimi bir erkeğe “hayır” diyebilmiş ve bundan ötürü ödül hak etmiş gibi hissetmiyorum. Daha önceki hissim buydu. “Hayır” dediğim zaman sanki o erkeğe haddini bildiriyormuşum, hatta intikam alıyormuşum gibi geliyordu. Halbuki durum, tamamen benimle ilgili. O teklifi kabul etmek istiyor muyum, istemiyor muyum? İstemiyorsam gitmeyeceğim, bu kadar. Ama gitmemek de teklifi reddetmek demek değil. Ertesi sabah için hayır ama daha sonraki bir zaman için evet.


“Müfit, kendimi biraz yorgun hissediyorum, yarın sabah biraz dinlenmek istiyorum. Ama Cuma sabahı desek?”


“Sinem, cuma sabahı kafe için alışverişe gideceğim. Cumartesi sabahı nasıl olur?”


“Anlaştık.”


İşte bu kadar... Rol kesmeden, girecek poz aramadan ne yapmak istediğini söylemek. Kendin olmak, samimi olmak. Benimle ilgilenen bir erkeğe kendim gibi davranmayı yeni öğreniyorum. Kendime karşı dürüst ve samimi olmaya çalışmam, galiba kaçınılmaz olarak erkeklerle ilişkime de yansıyor.


Geçen gün anneme Müfit’ten bahsettim. Bana ilk söylediği söz “Elini çabuk tut” oldu. “İş sahibi adam. Parası var. Dükkâna seni de ortak eder. Evlen, bir an önce de doğurmaya bak.”


İnsan annesinden nefret eder mi? Ben bazen ediyorum. Beni bu fikirlerle, inançlarla, hesaplarla yetiştirdiği için. Onun öğrettiği yanlışları aklımdan silmeye çalışmakla meşgulüm. “Armut dibine düşer” lafı doğru. Ben annemin dibine düşmüşüm. Çocukken anlamıyordum. O ne yaparsa doğru kabul ediyordum, o ne diyorsa gerçek sanıyordum, o ne yap derse onu yapıyordum, o nasıl olmamı istiyorsa öyle olmaya çalışıyordum. Beni onaylasın istiyordum. Ancak o beni hep eksik buluyor, eleştiriyordu. Öğrettiklerini uygulamam, onun gibi davranmam hep boşunaydı. Elde ettiklerim onun için hep yetersizdi, ben yetersizdim. Annen için neysen, kimsen, kendin için de başkaları için de o oluyorsun.


Bunu fark etmem, işte böyle otuzlarımın ilk yarısına tekabül ediyor. Düzeltmeye niyetlendiğim, sadece evlilik merakım, erkekler tarafından terk edilme halim değil. İnsan ilişkilerim sorunlu. Hemcinslerimle ilişkim facia. Annemin kopyasıyım.


Arkadaşım yok ya, annemin de yoktu. Çünkü ne zaman konu komşu, akrabalar ziyarete gelse, annem onlar gittikten sonra bütün pencereleri açar arkalarından söylenirdi. Kırılacak, kızacak neden bulurdu.

“Başımı şişirdiler. Geliyorlar, bir türlü kalkmak bilmiyorlar.”

Mutlaka misafirlerden birinin onu kıskandığına, ona laf soktuğuna inanırdı.

“Duydun mu bana ne dedi? Bluzuma nasıl baktığını gördün mü? Çekemiyor beni.”

Kendince neden bulduktan sonra da küserdi.

“Ay ne o gelsin ne ben gideyim. İstemem evimde onun gibi insan.”

Sonra da kukumav kuşu gibi otururdu salonda. Telefonu çalınca bana fırsat bırakmaz, koşar kendi açardı.


Bugüne kadar okuduğum okulda, çalıştığım işte edindiğim arkadaşların beni sevmediklerini, kıskandıklarını, bana düşman olduklarını düşündüysem, hep annemin yüzündendir.


Bugün kendimi başkalarıyla kıyaslıyorsam, hep onun sözlerini gerçek kabul etmemdendir. Kendime dair inançlarımı oluşturan, şekillendiren ve durmadan altını çizerek kuvvetlendiren annemdir. Komşunun kızı yeni elbise mi giymiş, annesi saçını tarayıp sepet mi yapmış, başka bir okula mı kayıt olmuş, pekiyi mi almış, annemin sözleri hazırdı.


“Senin elbisen daha güzel, onunki ne biçim.”

“Senin saçların daha güzel. Onunkiler çok çirkin.”

“Senin okulun daha iyi.”

“Sen ondan önce pekiyi almıştın.”

Küçüklüğünde yaşadığı ve unutamadığı bir olayı anlatan bir erişkine, genellikle alayla “Hadi anlat çocukluğunu” denir ya, aslında hiç yabana atılacak laf değil. Bugün ne yamuğum varsa, hepsi çocukluktan geliyor. Benimki öyleyse, herkesinki de öyledir.


Neye öfkelensem ve o öfkenin sebebini arasam, çıktığım yol, beni büyüdüğüm eve götürüyor. Yani yanında büyüdüğüm kişiye, anneme... Kendimdeki arızların ondan geldiğini gördükçe ona öfkeleniyorum, onu suçluyorum, “Onun yüzünden, yine onun yüzünden” diyorum.


Ama bundan da yoruldum. Öfke, insanı içten içe kemiren bir şey ve anneme olan öfkem bitecek gibi değil. Her şeyin altından o çıkıyor.


Peki ben böyle mi yaşayacağım? Yanlışlarımın sebeplerinin annem olduğunu bulup durup, bir kenara mı çekileceğim? Suçlu o, oh, ben aklandım mı?


Anneme olan öfkemi nasıl yatıştıracağımı düşünür, bunun çok zor olduğu inancıyla çaresiz hissederken, kendi kendime sordum.

“Onu öyle yetiştiren de kendi annesi değil mi?”

Sonra durdum. Ben onu suçluyorum, o da belki kendi annesini, onun annesi de onu büyüteni. Zincir öyle devam ediyor olabilir.


Üzerime tuhaf bir rahatlık geldi. Annemi suçlamaktan o an vazgeçtim. Suçlu aramaktan da.


“Nasıl” böyle olduğumu biliyorum. Şimdi asıl önemli olan, artık “nasıl” böyle olmayacağım.


Müfit’le kahvaltıya giderken saçımı sepet örmeyi mi denesem?


Şaka şaka...

Görsel: Javier Ignacio Acuña Ditzel


63. bölüm 2 Kasım 2018 Cuma hthayat.haberturk.com’da...


Diğer bölümler










Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.