Bekâr kadının günlüğü – 8


Hani artık bir erkeğe denk gelince hemen yapışmayacaktım? Hani değişecektim? Hani artık hırslarıma yenik düşmeyecektim? Hani artık kendim gibi davranacak, rol kesmeyecektim? Niye beğendiğim erkeğin beni kıskanıp kıskanmayacağını anlamak için sabahın köründe arkadaşımı yanıma oturttum? Hani ben artık açık, net ve dürüst olmak istiyordum, huzur istiyordum?


Yanında ne olduğu, neyi olduğu belli olmayan bir kadınla cilveleşen bir adam var ortada. Uzun boylu, geniş omuzlu, kır saçlı, iyi giyimli, ismi de Hilmi! Hepsi bu. Ne gülümsemesinden, ne yanıma oturmasından, hiçbir şeyden mana çıkaramam. Kadınlarla konuşmaya meraklı, hafif geveze bir erkek nasıl davranırsa öyle yapıyor.


Süslü kafelerden sonra huzur buluyorum, kendimi buluyorum diye gittiğim pastanede karşıma çıkan ilk erkek sevgilim olsun istiyorum! Bence hayat beni deniyor. Bakalım ne yapacağım diye karşıma birini çıkarıyor. Yapışırsam başa döneceğim ve “sorun sende değil bende” diye diye erkekler beni terk etmeye devam edecek.


Gelgelelim Hilmi’yle bir kere çıkmak istiyorum. Belki de bana öyle geliyor, yanındaki kadın samimi arkadaşı. Belki kadın kendinden başka hiçbir kadına tahammül edemiyor.


Eski ben ile olmaya çalıştığım yeni ben arasında gidip geliyorum. Her şeyi oluruna bırakabilsem.... Hiç bırakmadım ki, her şey oluruna nasıl bırakılır bilmiyorum.


Ertan’ı aradığımda biraz uysallaşmıştım.


“Sinem bu adamı boş ver gitsin.”

“Niye?”

“Bulanık! Etrafına kadın toplamayı seven bir tip, belli.”

“Bir kere çıksak yeter. O zaman anlarım bana meyilli mi değil mi.”

“Meyilli değilse bırakacak mısın peşini?”

“Evet.”

“Emin misin? Senin hayatın, sen bilirsin. Bir kartını iste, araştıralım kimmiş.”

Ertesi sabah istememe gerek kalmadan Hilmi kartını uzattı. Aynı hareketle karşılık verdim. Aydınlatma sistemleri pazarlayan bir şirketin müdürü. Şirketin sahibi olduğunu, sık iş seyahatine çıktığını, bekâr olduğunu öğrendim. Uyuz Banu gelmedi. Fazla sohbet edemedik ama bu kadarı bana yetti.


Koşar adımlarla ofise vardığımda çok heyecanlıydım. Sosyal medya hesaplarını taramak için sabırsızlanıyordum. Sırada Facebook’ta arkadaş olmak, birbirimizi Instagram’da takip etmek vardı. Fakat sosyal medya Hilmi’yi tanımıyordu! Sadece sosyal medya da değil, internet âlemi Hilmi’nin yeryüzündeki varlığından haberdar değildi. Herhalde ortalarda görünmeyi pek sevmiyor diye düşündüm. Bir avuç ilginç adamdan biri olmalıydı.


Sonraki sabah sohbetimize devam ederken bir şekilde öğrenirdim neden sosyal medya hesabı olmadığını. Ne var ki uyandığımda çoktan işe geç kalmıştım. Alarmın çalmayacağı tutmuştu! Neredeyse üzüntümden ağlayacaktım.


Öğleye doğru telefonuma gelen mesajı, o çalmayan alarma borçluyum. “Sabah yoktunuz, merak ettim. Hilmi.” Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Cevap yazmak için bir saat bekledim. “Alarmım çalmadı.” “Yarın alarmınızı öğle üzerine kurmaya ne dersiniz? Sizi yemeğe davet etmek isterim.”


Sanki film izliyormuşum da ileri almışım, aradaki bazı sahneleri kaçırmışım gibi geldi. Kartlaşma, on beş dakikalık oradan buradan sohbet, cep telefonu mesajı ve hop, öğle yemeği daveti! Ama egon bir kere okşandı mı gözün görmez, kulağın duymaz olur. Ben de bütün soru işaretlerini bir kenara bıraktım ve aldığım davetin tadını çıkardım. Demek ki benden çok etkilenmişti. Demek ki aramızda bir şeyler başlasın istiyordu. Kabul ettim. “Neden olmasın?”


Gönder tuşuna bastığımda fark ettim. Hâlâ bir erkeğe “O gün, o saatte müsait değilim, şöyle yapalım” demeyi öğrenememişim. O nasıl isterse öyle ilerliyor. Ama bunun için kendimi dövmek istemiyorum. İkinci randevu benim istediğim gibi olur.


Yakındaki bir otelin restoranında buluştuk. Ben on dakika geç gitmeyi tercih ettim. Beni görünce kalktı, sandalyemi tuttu. Çok güzel göründüğümü söyledi. Teşekkür ederken ağzımın kulaklarıma vardığını sanıyorum. Garsonlardan hemen sipariş almak isteyince yemek muhabbeti açıldı. Girizgâh açısından iyi de oldu. Mönüsü zengin olduğu için bu restoranı tercih ettiğini söyledi.


Yemekleri beklerken gözlerimin içine bakarak, gülümseyerek bana iltifat etmeye devam etti. Gözlerim ne kadar anlamlı bakıyormuş. Zarif bir siluetim varmış. Saçlarımı böyle dağınık toplamak bana çok yakışıyormuş. Ben bütün kadınlar gibi hafif utanarak, bakışlarımı kaçırarak onu dinlerken cep telefonuma mesaj geldi.


“Affedersiniz” deyip baktım. Ertan yazmış:


“Sinem, şirket üç ay önce kurulmuş. Banu... İsmine kayıtlı. Hilmi’nin yüklü vergi borcu ve yurt dışına çıkma yasağı var. Bulaşma hiç. Sahtekârdan sevgili olmaz.”


Devamı 4 Eylül 2017 Pazartesi...

Diğer bölümler


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.