Hayat sana istediklerini veriyor, getirip ayağının önüne seriyor. Ama bunun için ne istediğini bilmen gerekiyor. Ne istediğini bilmeyip aramayıp sadece sızlandığında bir adım ileri gidemiyorsun.
Ne istediğini bilmediğinde, ne istemediğini bilmek işe yarıyor. Meselâ ben şu günlerde ne istemediğimi biliyorum. Artık kafelerde kahvelerimi anlatmak istemiyorum. Evde kahve paketleri hazırlamak istemiyorum. Sipariş takip etmek istemiyorum. Hevesim kaçtığından değil, artık bu yaptıklarım bana heyecan vermiyor. Bunu iki ay önce fark etmeye başladım. Ama fark etmiyorum gibi davrandım.
İçimden başka bir şey yapmak geliyor, bunun ne olduğunu henüz bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var. İstemediğini yapmaya devam ettiğinde, ne istediğini bulmak için enerjin, vaktin olmuyor. Bunun için biraz durmak gerekiyor. Durmanın bir adı da vazgeçmek. Hem hayatını değiştirmek isteyip hem de sahip olduğun hiçbir şeyden vazgeçmeyince, labirentin içinde çıkışı arayan fare gibi dolanıp duruyorsun. Eskiden vazgeçmeyi kaybetmek olarak algılardım. O son işyerimde çalışmak istemiyordum mesela ama her gün Atila’yı görmekten vazgeçemiyordum. Sanki işten ayrılırsam onu artık göremem gibi geliyordu. Her ayın üçünde banka hesabıma maaş yatmasına alışmıştım, tazminatımı alarak ayrılma seçeneğim olmasına rağmen garantili gelirden vazgeçemiyordum. Kartvizitimi uzatmaktan vazgeçemiyordum, bu bana gurur veren bir hareketti. Üzerinde, çalıştığım firmanın adı yazıyordu. Bilinen, prestiji olan bir yerde çalışan kişi olarak görülmekten vazgeçemiyordum.
Ben vazgeçmedikçe de hiçbir şey olmuyordu. Her sabah alarmı beş dakika daha, beş dakika daha ileri atıyor, lanet ederek trafiğe giriyor, günlerimi suratına bakmak istemediğim insanlarla muhatap olarak geçiriyordum. Ne zaman işten ayrılmaya karar verdim, yani vazgeçtim, o zaman önümde peş peşe yeni kapılar açılmaya başladı.
Bütün eşyaları yerleştirmiş, pencere kenarında oturmuş, düşünüyordum ki telefonum çaldı. Tanımadığım numaralara şu günlerde cevap vermiyorum. Ama içimden bir ses “Aç” dedi. Arayanın, spor salonunda tanıdığım Erhan ya da gerçek adıyla Bedrettin olması beni şaşırtmadı. Doğrudan yüz yüze görüşmek istediğini söyledi. Teklifinde ısrar edeceğini düşünerek yüzümü ekşittim. "Hayır" diyeyim de bu konu bir an önce kapansın diye dedim ki:
“Teklifin için teşekkür ederim ama ben o kadar büyümeye hazır değilim.”
“Biliyorum. Müfit söyledi. Benim sana başka bir teklifim var.”
İçimden kedi gibi tısladım. "Yakamı bıraksa da rahat etsem" dedim kendi kendime.
“Gerçekten çok teşekkür ederim ama ben şimdilik başka bir işbirliği içine girme niyetinde değilim.”
“Sinem, senin markanı satın almak istiyorum.”
Bunu hiç beklemiyordum. Kekeledim.
“Bilmem... Hiç düşünmediğim bir şey.”
“Biliyorum. Yarın sabah müsaitsen ikili görüşelim.”
Yani Müfit gelmeyecek. Oh.
Ertesi sabah buluştuk. Bütün haklarıyla Tarçınlı-Zencefilli kahveyi satın alma konusunda ciddi. Eğer konuya sıcak bakıyorsam, sözleşmeyi hazırlatıp bana göndereceğini söyledi.
Yanından ayrılınca hemen Ertan’ı aradım.
“Dur, ben bir bakayım kimmiş, neymiş” dedi.
Birkaç saat sonra aradı.
“Adamın usulsüz bir işi yok. Akşam bir konuşalım istersen.”
“İyi olur.”
Markamı satarsam iki yıl çalışmadan yaşarım. İstersem stüdyo daire de alabilirim, böylece kira kavramı hayatımdan çıkmış olur. Ya da böyle yaşamaya devam ederim. Evin bir odasını kiraya veririm. Şu an karar vermek zorunda değilim. Tek bildiğim, “Nasıl zengin olunur?” sorusuna artık benim de verebileceğim bir cevap var.
Biraz aldığım teklifin tadını çıkarmak, biraz düşünmek için sahilde bir saate yakın yürüdüm. Yeni evime dönerken kendimi huzurlu hissediyordum. Karşıma Müfit çıkmasaydı, daha da huzurlu hissedebilirdim.
O karşıdan bana doğru gelirken gülümsemeye çalıştım. Birbirimize merhaba dedikten sonra sordu:
“Biraz vaktin var mı Sinem?”
“Eve gidiyordum.”
“A, öyle mi? Yeni evine mi? Yerleştin mi?”
“Evet.”
Sesindeki saldırgan ton beni ürküttü.
“Hiç söylemedin taşınacağını Sinem?”
“Birden karar verdim.”
“Yani o akşam benimle konuşurken, ertesi gün taşınacağını daha bilmiyordum.”
“Bilmiyordum. Sabah karar verdim.”
“Sabah karar verip öğleden sonra taşındın öyle mi?”
“Evet.”
“Niye taşındın ki? Seni rahatsız edeceğimi mi düşündün?”
Müfit’ten daraldım. Sanki kapalı yerde kalmışım, pencereleri açamıyormuşum gibi hissettim. Derin nefes alıp cevap verdim:
“Rica ederim. İlgisi yok.”
“Niye böyle ani bir karar verdin o zaman?”
Artık bir adım daha ileri gitmesine izin veremezdim.
“Müfit sana bundan fazla bir açıklama yapmak zorunda değilim.”
“Beni zor durumda bıraktın ev sahibine karşı.”
“Oturduğum üç günü ödedim. Eve zarar vermeden çıktım.”
“Yine de şık olmadı.”
“Müfit özür dilerim. Fakat ortada zarar ziyan yok.”
“İmajım zedelendi.”
Kullanmaya başladığı kelimeler, sesinin tonu saldırganlaşacağının belirtileriydi.
“Bir kahve içelim şurada seninle.”
“İnan, hiç vaktim yok.”
“O kadar hukukumuz var. Bir kahvelik vakit yaratırsın canım.”
Önünde durduğumuz yer balıkçı kahvesi. Kendimi güvende hissedeceğim bir yer değil.
“Müfit şu cadde üstündeki kafede oturmayı tercih ederim.”
“Ha, beğenmedin gösterdiğim yeri.”
Hiçbir şey söylemeden, onu orada bırakıp yürümeye başladım. Yolun karşısına geçerken bana yetişti. Kolumdan tuttu. Öyle sıkı tuttu ki canım yandı.
“Müfit, kolumu hemen bırak.”
“Tamam, dediğin gibi olsun. İçelim bakalım bir kahve.”
73. bölüm 7 Aralık 2018 Cuma hthayat.haberturk.com’da...
Diğer bölümler
YORUMLAR