Hiç beklemediği biriyle karşılaşınca insan donup kalıyor.
O gece oturmuş, masada kahve hazırlıyorduk. Kapı çaldı. Müfit,
“Hayırdır, bu saatte kim acaba?” deyip kapıyı açtı. Kadını görünce gözlerim büyüdü. Müfit hiç kıpırdamadan, hiçbir şey söylemeden ona bakarken aklından geçenleri ve birazdan olacakları merak ediyordum.
“Girebilir miyim?”
Bunu sorarken zaten eşiğe adım atmıştı.
Müfit, elini kapının kenarına dayayıp ikinci adımı atmasına engel oldu. O sırada beni fark eden eski sevgilisinin yüzündeki ifadeyi hiç unutmayacağım. Kıskançlık aniden beliren ve gizlenemeyen bir duygu. Öfke de öyle. O an oradaki varlığımın, onda bu iki duyguyu aynı anda uyandırdığını gördüm.
“Elemanlarınla mı yatıyorsun?”
Müfit güldü. Bir eli kapının kenarına dayalıyken, diğer eliyle kapıyı eski sevgilisinin üzerine doğru itti.
“Bir daha evime ya da işyerime gelirsen hakkında şikâyette bulunacağım.”
Kıskanan kadın, işte böyle rakibini küçümseyecek, azımsayacak, itibarını zedeleyecek sözler sarf eder. Sözlerindeki gerçek payı, onu rahatlatmaktan başka bir işe yaramaz. Diyelim ki Müfit’in elemanıyım. Bu durum, Müfit’in onu artık sevmediği ve beni sevmek istediği gerçeğini değiştirir mi?
Kapıyı kapatıp sürgüsünü yerine taktıktan sonra yanıma geldi.
“Özür dilerim.”
“Önemli değil.”
Kraft paketleri tamamladıktan sonra Müfit,
“Biraz dinlenmeyi hak ettik” dedi.
Ben yeşil kadife koltuğa geçerken,
“Ihlamur içer misin?” diye sorunca ikimiz de güldük.
Açıklama yapma gereği hissediyordu.
“Ayrılığı kabul etmek istemiyor, sorun bu. Ama başka çaresi yok.”
“Anlıyorum.”
Ah, anlamaz mıyım!
Kendimi tutamadım.
“İkinize bakınca bir dönem beraber olduğunuza inanmak çok zor. Yani... çok farklısınız.”
Müfit beni dikkatle dinliyor, ancak yüzüme bakmıyordu.
“Geceyle gündüz gibisiniz.”
Hızımı alamamış devam ediyordum ki, Müfit ayağa kalktı.
“Gel, içecek bir şeyler hazırlayalım.”
Mutfakta o limon sıkarken, zencefil rendelerken, su ısıtırken, raftaki şişeden bardaklarımıza birer yudum ilave ederken bir karşılık vermesini bekliyordum. Sessizlik uzadıkça uzadı. Uzattığı bardağı alırken sinirlendiğimi hissettim. Kendi bardağını alıp kaldırdı.
“Bugüne...”
Tek bir sözle ne çok şey anlattı.
Salona dönünce bir an kanepeye mi geçsem diye düşündüm, sonra kendi koltuğuma oturdum. Müfit de ne yapacağımı görmeyi bekliyor gibiydi ama beni yönlendirmedi. Niye beni yanına davet etmedi, diye buruldum biraz. Oysa yapmam gereken, biraz önce duyduğum o tek kelimenin tadını çıkarmaktı.
Eski işinden bahsediyordu. Bir ara sözünü kestim. Niye işini bırakıp kafe açtığını sordum.
“Sen niye işini bırakıp kahve hazırlamaya başladın?”
“Şimdi senden konuşuyoruz. Sıra bana gelince anlatırım.”
Güldü.
“Akıllıca sıyrıldın.”
Ah, beni akıllı buldu. Ne gururum okşandı...
“Bir gün bir müşteriye gitmiştim. Daha fazla mal satmaya çalışıyordum, kotamı doldurup pirim alayım diye. Onu akşam yemeğe çıkarıp ikna ettim. Ödeme vadesini doksan güne kadar uzattım. Deposunda yer yoktu ek sipariş için, birkaç telefon edip yer buldum. Tam hesabı isteyeceğim, bana döndü dedi ki: ‘Biraz da eğlendirsen beni Müfit... Senin çevren geniştir.’ O gece ona kadın kiralamamı istiyor. İki telefon daha edip ona o gece istediğini ayarlayabilirdim. Tuvalete gittim. Aynada dedim ki kendime: 'Müfit sen satışçı mısın, pezevenk misin?'”
“Aramadın kimseyi.”
“Hayır. Ertesi gün görüşmelerim var diye çıktım, arada uğradığım bir balıkçı kahvesi vardı. Oraya gittim. Çektim bir sandalye, oturdum. Ötede balıkçılar tekneleri boşaltıyorlar. Üstümde takım elbise, boynumda kravat, ayaklarım deri ayakkabılar içinde terlemiş vaziyette, epeyce düşündüm. Dedim ki: ‘Yıllardır at gibi koşturup duruyorsun, çizgiyi geçeceksin diye pezevenklik yapmadığın kaldı. Bu hayata mecbur musun?’ Tazminatımı, birikmiş pirimlerimi alıp kafe işine girdim.”
“Yine müşteriyle uğraşıyorsun ama.”
“Aynı şey değil. İnsanın para harcarken kendini kral, kraliçe zannettiği, şekil şemail değiştirdiği doğru. Ama en fazla kahve içip pastasını yiyip gidiyor, dönüp ‘Beni eğlendirsene’ demiyor.”
“Bu kadar mı? Sorun müşteriler miydi sadece?”
“Değil. Ast-üst ilişkileri de canımı sıkıyordu. Plazayla kışla arasında bence pek fark yok. İkisinde de üniforma mecburî. Kışlada da plazada da üst rütbeliler önden yürüyor, alttakileri ayak işlerine koşturuyor ve üsttekinin alttakine hakaret etmesi serbest.”
Dediklerinin hepsi doğru. Peki ama o kadınla ne işi vardı?
“Müfit, bu hayat görüşünü beraber olduğun kişi de paylaşıyor muydu?”
Sorumdan hoşlanmadı.
“İnsanlar değiştikçe ilişkiler çözülür. Önemli olan bugün.”
Verecek karşılık bulamadım.
“Sana yarın akşam yardıma gelirim.”
Yani bana ‘Git’ mi demek istiyor? Evimin dünkü halinden farkı yok, niye ‘Bugün burada kal istersen’ demiyor.
Alınmış halde kalktım.
“Sağ ol, yarın görüşürüz.”
Birbirimize iyi geceler diledik. Eve girince fark ettim, cep telefonumu unutmuşum. Pencereden baktım, ışığı yanıyor, hemen uyuyacak değil ya. Döndüm. Beni görünce şaşırdı.
“Telefonumu unutmuşum” dedim.
Koltuğun üzerine bırakmışım. Getirdi. Almak istedim ama telefonum elinde bekledi. Sonra uzattı. Alırken elimi tuttu. Teşekkür ettim. İçeri girmek istedim ama bunu nasıl diyeceğimi bilemedim. Arkamı dönüp merdivenlere doğru yürürken dedi ki:
“Sinem gitme.”
Döndüm. Bana doğru iki adım attı.
“Burada kal.”
70. bölüm 27 Kasım 2018 Salı hthayat.haberturk.com’da...
Diğer bölümler
YORUMLAR