Merdivenlerden inerken gayet normaldim. Yolun karşısına geçerken heyecan bastı. Neyse ki asansör yoktu da üçüncü kata çıktığımda nefes nefese olmam, yüzümün kızarması tuhaf kaçmadı.


Kafedeki gibi evinde de tepeden aydınlatma yok. Orada burada biblo, duvarlarda fotoğraf yok. Kanepenin kırmızı, aynı stildeki koltukların yeşil kadife olmalarını sevdim. Marangoza kendi yaptırmış, döşemeciye kendi giydirmiş. Televizyonu yok. Kenardaki çalışma masasının üstünde duran büyük ekranı taşıyormuş bir şey izleyeceği zaman.


Yalnız yaşayan bir erkeğin evi gibi kokmuyor içerisi. Ocağın üstünde kalmış yemek, lavaboda bekleyen bulaşık, buzdolabında küflenmiş peynir, toz, atılmayı bekleyen çöp, yıkanmayı bekleyen çamaşır kokusu karışımı duyulmuyor. Ben geleceğim diye temizlemiş olabilir. Bu durumda, beni evine yemeğe davet etmeyi önceden planladığını düşünebilirim.


Ben pencereden karşıya, kendi daireme bakarken mutfaktan seslendi.

“Kıymalı patates var.”

Aklımdan ilk geçen şu oldu:

“Beni, kıymalı patates yedirmek için mi çağırmış?”

Ağzımdan çıkan ise şuydu:

“Eline sağlık.”


Hayal kırıklığıyla kendini ayıplama duygusu arasında ezildiğimi hissettim. Yeni taşınmışım, duş almışım ama kendime çok da özen gösterememişim, yorgunum, adam bana yemek hazırlamış ve ben burun kıvırıyorum. Ne bekliyordum ki? Deniz mahsulleriyle süslü bir masa mı?


Yanına gittim.

“Yardıma ihtiyacın var mı?”

“Sağ ol, yok. Birazdan beraber geçeriz içeri.”

Sandalyeyi çekti.

“Biraz otur, yoruldun bugün.”

Yüzünde, hareketinde, sesinde şu günlerde pek ihtiyaç duyduğum şefkat var. Mutfakta arada birbirimize bakıp gülümsüyoruz. Bir süre konuşmuyoruz, bu bakışlar ikimize de iyi geliyor.


Sofrada günün nasıl geçtiğini sordum.

“İyi, fena değil. Sen başladın mı yerleşmeye?”

“Ancak hafta sonu açabilirim kolileri Müfit.”

Kahve siparişi aldığımı söyledim, etikete ihtiyacım olduğunu, bizim kafe için de yılbaşı paketleri hazırlayabileceğimizi.

Gülümsedi.

“Harika... Aslında benim de sana bir haberim var.”

Heyecanlandığımı belli etmemeye çalıştım.

“Öyle mi? Nedir?”

“Bugün senin spor salonundan arkadaşın Erhan geldi.”

Kaşlarımı çatınca güldü.

“Benim Bedrettin.... Aslında onun sana bir teklifi var. Bizim dükkânda tarçınlı-zencefilli kahve köşesi oluşturmaya 'hayır' demezsin herhalde?”

Bir an sinirleniyorum. Teklif bu mu yani? Çatalımla kıymalı patatesin kıymalarıyla oynarken cevap veriyorum.

“Tabii Müfit, iyi olur.”

“Bu kadar değil.”

“Dinliyorum.”

“Dur, hemen geliyorum.”

Tuz almak için mutfağa gitti. Yerine geçerken omzuma dokundu.

“Geldim. Kraft poşetlere ilaveten, alüminyum kutu kullanma fikri sana nasıl geliyor? Kraft ve alüminyum ambalajlar için yılbaşı özel tasarımına ne dersin?”

“Bütçesini çıkarmak lazım” derken az önceki dokunuşa bir anlam vermeye çalışıyorum.

“Peki ilk etapta elli kafede bu ambalajlar için köşe açılmasına hazır mısın?”

Şaşırdım.

“Nasıl olacak bu?”

“Bütçesini çıkar yeter. Bedrettin için çok küçük iş bu.”

İsmini tekrar ederken gülmeme engel olamadım.

“Adam yatırımcı, işi bu. İyi koku alır, doğru zamanda harekete geçer ve hep kazanır. Aksine şahit olmadım.”

“Doğrudur canım.”

“Sinem, sen onun adına gülüyorsun değil mi? Gülme. İnsanların affedemediği şeylerin başında, isimleriyle alay edilmesi gelir. Zaten hassas, baksana adını değiştiriyor kadınlarla tanışırken.”

Beraber güldük.

“Memnun olmadın mı teklifine?”

“Oldum da... Hayal edemiyorum. Elli kafeyi kim ikna edecek tarçınlı-zencefilli kahve satmaya?”

“Sen, ben, yatırımcımız...”

“Talep çok olursa nasıl karşılarım?”

“Memlekette kahve, tarçın, zencefil stokları tükendi de benim mi haberim yok!”

“Yani... Tek başıma yetişemem.”

“Evet, bunun için sana bir atölye, bir de yardımcı lazım. Evde tek başına yapamazsın artık. Profesyonel değil.”

“Atölye kiralayamam şu an.”

“Onu da düşündük biz.”

“Nasıl?”

Karşımda oturuyordu, kalktı. Sol çaprazımdaki sandalyeyi çekip yanıma oturdu.

“Bizim dükkânın yüz metre ötesinde küçük bir dükkân var. Orayı atölyeye çeviririz. Degüstasyon ve satış da yaparsın. Bizim kafeye de yönlendirirsin müşterileri.”

“Biraz düşünmem lazım.”

Elimi tuttu.

“Sinem, sen akıllı ve cesur bir kadınsın. Ne istediğini biliyorsun ve yaratıcısın. Yoksa ne kahveye baharat katmak aklına gelirdi, ne de kendi işini yapmak için işten ayrılırdın. Artık büyük düşünme zamanı. Küçük düşünerek büyüyemezsin. Küçük kalırsın da geçinemezsin. Kraft poşetlerle elden satışın bir sınırı var. Madem yatırımcı da buldun... Büyümek, daha fazla kazanmak için kendine izin ver.”


Elim sıcacık elinin içinde ona bakıyorum. Konuyla sahne arasında bir uyuşmazlık var. İş konuşurken romantizm... Önümüzde kıymalı patates duruyor.


“Haklısın, kendimi ikna etmem lazım” derken, içimden keşke bu gece burada onunla uyusam diye geçirdim.

Bu kez yanağımı okşadı. Bunu beklemiyordum. Yüzümün kızardığını hissettim.


Sofrayı beraber topladık.

“Ne içersin?”

“Ihlamur var mı?”

“Var. Salonda otur sen, ben demleyip getiriyorum.”


Bütün günü ayakta geçirmiş, üşümüş, sonra sıcacık bir evde, sıcak yemekle yatışmıştım. Yeşil kadife koltuğa bıraktım kendimi.


Ihlamurumdan son yudumu alırken göz kapaklarım ağırlaştığını hissettim.

“Uykun var senin.”

Müfit, küçük bir çocuğa bakar gibi bakıyordu.

“Biraz. Eve geçer geçmez uyurum.”

“Rahat uyuyabilecek misin evde?”

“Evet. Neden rahat uyumayayım ki kendi evimde?”

“Gerekli eşyalarını kolay bulamayabilirsin. Perdelerin de takılı değil. O yüzden sordum.”

“Yok, uyurum.”

“Bir ıhlamur daha içer misin?”

Mırıldandım.

“Olur.”


O akşamdan son hatırladığım, Müfit’in mutfağa doğru yürüdüğü. Sabah gözlerimi açtığımda eli yanağımdaydı.

Kısık sesle sorarken yine gülümsüyordu:

“Kahvene biraz süt ister misin?”


68. bölüm 20 Kasım 2018 Salı hthayat.haberturk.com'da...



Diğer bölümler


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.