Duruşma için İstanbul’a gittim. Dilan’da kalıyordum. Gider gitmez Çetin’i aradım. Konuşmamız gerekiyordu. Mahkemeden önce onu ikna etmeliydim. Ona geri dönmeyeceğime artık inanması gerekiyordu. Hisarüstü’nde bir kafede buluştuk.


“Telefonlarımı neden açmadığını sorabilir miyim, Ferzan?”

“Gerekli olduğunda açıyorum.”

“Ne demek bu?”

“Başlamayalım lütfen.”

“Başka biri var.”

“Kuruntu yapıyorsun Çetin.”

“Peki, umarım öyledir. Zaten ortaya çıkar.”

“Boşanma konusundaki fikirlerinizde bir değişiklik oldu mu Çetin Bey?”

“Hayır, Ferzan Hanım. Hâlâ boşanmamızın bir hata olacağını düşünüyorum.”

“Çetin. Biz çoktan ayrıldık, farkında değil misin? Sadece kağıt üzerinde evliyiz. Neden inat ediyorsun?”

“Ben de senin bazı şeyleri anlamanı bekliyorum.”

“Ne gibi?”

“Bana bir açıklama borçlusun Ferzan. Neden ayrıldığımızı söyler misin bana açıkça?”

“Bunu konuşmuştuk diye hatırlıyorum ben.”

“Demek ki ben ikna olmamışım.”

“Seni istemiyorum artık hayatımda. Açık mı bu? İkna oldun mu?”



Çetin bir süre hiçbir şey söylemeden yüzüme baktı. Donup kalmıştı. Korktum. Çok mu sert konuşmuştum? Onu inandırmanın başka yolu yoktu. Anlamıyordu. Ben de onu anlamıyordum.


“Çetin? Duydun mu dediklerimi? Cevap versene.”

“Sen kendini kandırıyorsun, Ferzan.”

“Niye kendimi kandırayım ya?”

“Bilmiyorum. Sana sormalı. Bence depresyona girdikten sonra değiştin.”

“Evet. Bravo. Depresyondan sonra bambaşka bir insan oldum ben. Evliliğimizin renkli bir balon olduğunu görmeye başladım. Görebilen bir insan oldum, Çetin. Anlıyor musun?”

“Seni mutlu etmek çok zor.”

“Evet, artık çok zor. Bu yüzden boşanıyoruz.”

“İşte bundan emin değilim. Biraz daha kafanı dinle, anlayacaksın.”

“Çetin, ben kalkıyorum. Buna daha fazla tahammül edemeyeceğim. Mahkemede görüşürüz.”


Onu öylece bırakıp masadan kalktım. Dilan’ın evine doğru yürümeye başladım. Eve gittim. Dilan daha okuldan gelmemişti. Duş aldım. Kendime bir kahve yaptım. Takis aradı.


“Nasıl gidiyor İstanbul?”

“Fena değil. Sen neler yaptın?”

“Sesin kötü geliyor.”

“Evet, biraz moralim bozuk.”

“Döndüğünde keyifli bir şeyler yaparız, moralin düzelir. Çabuk gel.”

“İyi ki varsın, Takis.”


Çetin’in hayatımda biri olduğundan şüphelendiğini Takis’e söylemedim. Bir an önce İzmir’e dönmek istiyordum. Takis’in yanına. Dilan geldi. Selim’le ayrılmışlardı.


“Sen nasılsın Dilancığım?”

“Ya ben iyiyim aslında. Selim’le ilşkimiz bir yük olmaya başlamıştı. Ayrılınca rahatladım resmen.”

“Gayet iyi görünüyorsun zaten. Sevindim canım.”

“Erkeklerden söz etmeyi bırakalım artık.”

“Bence de. Neşe ne zaman geliyor?”

“Birazdan gelir. Ada’yı da getiriyor.”

“Çok özledim yavruyu. Nasıl da büyümüştür. İki yaşına geldi, değil mi?”

“Hemen hemen. Sen nasılsın? Çetin’le konuştun mu?”

“Konuştum ama sonuç yok. Takmış adam. Boşanmam diyor.”

“Sonunda pes edecek bence.”



Şu mahkeme meselesi çok yormuştu beni. Düşüncesi bile üzerime bir ağırlık çökmesine neden oluyordu. Ne yapacaktım? Çetin’den ayrılmadan önce kendime ait bir hayat kurabilecek miydim? Kursam bile huzurlu olabilecek miydim?


Neşe geldi. Yanında pembe şarap getirmişti. Üçümüzün en sevdiği. İçeri girdiğinde Ada, kucağında uyuyordu. Onu yavaşça içeri alıp, yatağa yatırdı.


“Biraz daha uyursa gece bizi uyutmaz yalnız.”

“Biz de uyandırırız birazdan keratayı. Hoş geldin Neşeciğim.”

Birbirimizi özlemiştik. Şarabı açtık. Neşe de beni merak ediyordu.

“Ee, Takis’i anlatsana. Dilan biraz bahsetti. Nasıl oldu bu iş?”

“Ben de anlamadım desem?”


Takis’le tanışmamızı, Atina’yı, geçirdiğimiz on günü, her şeyi anlattım. Çetin’in beni üzdüğünü söyledim.


“Şekerim, bak depresyondayken de aynı şeyi yapıyordun. Atlattın ama artık. Rahat ol biraz. O İstanbul’da. En fazla sürüncemede bir boşanman olur. Nihayetinde pes edecek, bak görürsün.”

“Söylemesi kolay canım. Stres nedeni, başka bir şey değil.”

“Seni anlıyorum Ferzancığım. Neyse ki Ayvalık’tasın.”

“Evet, orası iyi geliyor bana Dilan ama İstanbul ve Çetin ikilisi bir günde asfalyalarımı attırdı.”


Karanlık kuyu günlerimi Neşe hatırlatmıştı. Sahi, nasıldı o günler? Unutmuştum bile. Yine böyle dert mi ediyordum her şeyi? İyi nedenlerim vardı ama. Artık hayatı kendi yoluna bırakmayı öğrenmem gerekiyordu galiba. Sanırım ben kötü bir öğrenciydim. Olsun, Neşe ve Dilan vardı. İstanbul’a dair tek güzel şeydi arkadaşlarım. Onların yanındayken kendimi iyi hissediyordum.


İçeriden Ada’nın sesi duyuldu. Uyanmıştı. “Acıkmıştır.” dedi Neşe. Dilan mutfaktan seslendi. “Sebze çorbası var, tam Ada’ya göre.” Ada döke saça içti çorbasını. Bir ara Neşe tuvalete gitti. Ada da elimi tuttu, paytak paytak yürüyerek peşinden. Banyonun kapısının önünde bir başladı ağlamaya. Neşe içeriden telkin etmeye çalışsa da susmadı. Kucağıma aldım Ada’yı. Dilan’la anlattık. Annesinin geleceğini filan söyledik ama olmadı. Neşe çıkana kadar ağladı yavrucak. Sonra annesinin kucağına bir atlayışı vardı. Rüya’nın bebekliği geldi aklıma. On üç yıl önceye gittim. Yine Neşe’yle Dilan vardı yanımda. İyi ki doğurmuşum Rüya’yı diye düşündüm. Anne olarak da elimden gelenin en iyisini yapmıştım işte. Artık kendimi suçlamıyordum. İyileştiğimi fark ettim. Evet, gerçekten iyileşmiştim. Hemen Rüya’yı aradım. Birkaç güne dönecektim. Evde oturmuş hep beraber dizi izliyordu bizimkiler. Ödevlerini ihmal etmemesini söyledim. Okuldan geldiğinde hepsini bitirmişti. Akıllı kızım benim…


Akşam Dixit diye bir kutu oyunu oynamaya başladık. Sıra bana geldiğinde seçtiğim kartı yere kapatıp “Ben kimim?” dedim. Kapattığım kartta, karlı cam fanusta kapalı kalmış bir çocuk resmi vardı. Diğer kartlar çok alakasızdı. Dilan da Neşe de hangi kartı kapattığımı buldu. Sahi, kimdim ben? Bu dünyada ne işim vardı? Sanırım derinlerimde gerçekten bir cam fanusta hissediyordum kendimi. Boşanınca mı geçecekti bu hissim? Yoksa kendimi bulunca mı? İnsan kendini bulur muydu yoksa yaratır mıydı? Belki de yaratırdı. Ben kendimi yaratmak için ne yapmıştım şimdiye kadar? Zaman geçmişti, hayatım değişmeye başlamıştı ama bazı soruların cevapları hâlâ yoktu benim için. Ya da cevaplar gözümün önündeydi ama henüz göremiyordum. Oyun, oynayanların birbirini tanımasını sağlıyordu. Bizim gibi birbirini tanıyan ama birbirine hiç benzemeyen insanlar arasında oynanıyorsa daha da keyifli oluyordu. Dilan bu yorumu hangi kart için yapmış olabilirdi? Neşe hangi karta bakınca böyle hissetti acaba? Oynadıkça birbirimizin ruh halini daha iyi anlıyorduk. Şaraplarımız bitmişti. Oyunu da iki turun ardından bıraktık. Ada uyumuştu. Üç kadın uzun zaman sonra harika bir gece geçiriyorduk. Neşe oyundan sonra bana şöyle bir baktı.



“Sen iyi değilsin.”

“Nereden çıktı şimdi bu canım?”

“Anladım işte. Belli oluyor halinden.”

“Değilim galiba. Durumu idare etmeye çalışıyorum işte.”

“Gel buraya bakayım.”


Neşe’yle birbirimize sarıldık. Dilan kahve isteyip istemediğimizi sordu ve kahve yapmak için kalktı. Neşe saçlarımı okşuyordu.


“Ferzan, bu Takis sana iyi gelmiş olmalıydı. Neden böyle oldun sen?”

“Beni mutlu etmek çok zor galiba. Çetin bugün öyle dedi.”

“Zor kadınları severim ben. İyi demiş. Zor ol, boşver. Mesele başka bence. Biraz zaman geçsin anlaşılır senin derdin. Ne iyi geliyorsa onu yap canım. Sakın şu birkaç yıl öncesine döneyim filan deme. Tamam mı?”

“Sağol, Neşeciğim. Merak etme, bir daha asla o kadar kötü olamam. Yarın duruşma var. Çetin sorun çıkarmazsa emin ol, daha iyi olacağım.”


Bütün gece sohbet ettikten sonra hepimiz bir yerde uyuyakaldık. Ertesi gün mahkeme vardı. Avukatımla konuşmuştum. Çetin’in fikrinin değişmediğini biliyordu. Biraz umudum vardı ama yine aynı şey oldu. Dava ertelendi. Bu, birkaç ay daha stresimin süreceği anlamına geliyordu. Çetin’e hiçbir şey söylemeden adliyeden ayrıldım. Moralim bozuktu. Onunla konuşacak durumda değildim. Dilan’ın evine gittim. Bugün okuldan erken çıkmıştı. Akşam yemeği için Neşe’yle buluştuk.


“Bu erkeklerden bıktım. Bora Ada’yı da götür diye tutturdu. Yahu babasısın, bir kere de sen bak. İlgilen. Yok. Kavga gürültü, öyle çıktım evden.”

“Sonunda başarmışsın ama.”

“Bunun ilk ve son olması koşuluyla izin veriyormuş bana. Bakıcıyı önceden neden ayarlamamışım filan. Aman, boşverin. Ferzan, sen ne zaman dönüyorsun ve mahkeme ne oldu?”

“Biraz daha buradayım ve hâlâ boşanamıyoruz canım.”


Meselemiz hep aynıydı. Erkekler, kadınlar, ilişkiler… O akşamı ve birkaç günü fırsat buldukça beraber geçirdik. Sonra ben İzmir’e döndüm. Takis’in yanına…


Bir sonraki bölüm 14 Ocak Perşembe


Önceki bölümler...























Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.