İnsanoğlu bu... Hep yüzeysel yaşayıp derinleri özlüyor. Nefes alacak vakit bırakmıyor kendine ama yalnız kalıp içini dinleme hevesine ölüyor. Hayatı karmakarışık yaşıyor, düzen istiyoruz. Her şeyi kafamıza takıyoruz; yatağa girdiğimizde ise "Vurdun kafayı, yattın" umursamazlığını arıyoruz.
Çocuğumuza vakit ayıramamaktan şikâyet ediyoruz. Yanına gelince tabletten, TV'den başımızı kaldırıp boncuk gözlerine bakmaktan aciziz. Çok şey yapasımız var; dünyaları gezesimiz, gördüklerimizi kucaklayasımız var. Ama parmağımızı kaldıracak enerjimiz yok.
Bunca varlık arasında, tüm yokluklar bize sanki, bütün yokluğu biz yaşıyoruz gibi kıstırılıp kalmış köşelerde, kargaşadan kendimize sinmiş kalmışız. Çok tükettik; hem düşündüklerimizle hem yaşadıklarımızla... Sonra da çokça tükendik. Hızlı yaşadık, koşa koşa yaşadık zamanı...
Nereye yetişmeye çalıştık, neyi halledebildik, inan, farkına varamadan geçmiş bitmiş, her şey...
Daha dün başladığımız senenin başı, bugün sonuna gelmiş; yıl diğer seneye yer açmış. Çok geçmiş, çok bitmiş gibi her şey... Ama halledilmemiş hiçbir şey. Öyle yarım yamalar, silik ve geçiştirilmiş yaşamımız gibi. Eksiklerle dolu.
İnsanoğlu bu...
Yine yaptı yapacağını. Milyon kere nefes aldı da, dünyanın şu güzelliğinde tek seferde nefessiz kaldı. Kaldı öyle... Hayalleri, kurcaladıkları, askıya aldıkları, hücum ettikleri, göremedikleriyle, yaşayamadıklarıyla öylece kaldı.
Ne maceralar koşturdu içinde, ne derin sulara daldı, ne okyanuslara talip oldu... Ama sığ sularda yüzerken buldu kendini. Neden yaptı bunu? Yaptı da iyi mi etti? Ne etti, neler buldu, memnun oldu mu? İnan anlamış değilim...
O yüzden kendini bulanlara, kendiyle buluşanlara buradan bir kere daha sarılıyorum.
Bu savurgan hayat yaşantıları arasında, sen insan olarak tutunabildin mi?
Yazı: Demet Ardıç