İzmir’deydim. Rüzgâr’la buluştuk. Bir İtalyan restoranına gidip pizza söyledik.

“Atina’ya gidiyorsun ve haber vermiyorsun abla, valla bravo.”

“Çok ani oldu, sorma. Ben de beklemiyordum. Yazar arıyorlardı. Dedim ya, yazıyı yolladım hemen geri döndüler. Derken olaylar gelişti işte.”

“Atina nasıldı? Anlatsana biraz.”

“İnanılmazdı. Adelpha’nın çocukları ve torunlarıyla tanıştım. Takis’le birbirimizi çok sevdik. Sanırım artık bir ilişkim var.”

“Off, çok hızlısın. Birbirimizi çok sevdikmiş. Böyle anlatılır mı? Neler oldu? Nasıl biri?”

“Tanışırsın zaten çünkü yakında İzmir’de bir ofis açacak. Bir internet şirketi var. Tatlı biri.”

Rüzgâr’a uzun uzun Takis’i anlattım. Çetin’i sordu. Evet, onun hiçbir şeyden haberi yoktu. Üstelik daha boşanmamıştık. Ben de şaşkındım. Her şey çok hızlı olmuştu.

“Rüya ne diyecek bu işe?”

“Rüya… Şimdilik hiçbir şeyden haberi olmayacak tabii. Annemler Takis’le tanışırken Rüya da tanışır. Arkadaşım derim. Henüz daha fazlasını kaldıramaz.”

“Bence de. Ne zaman boşanıyorsun?”

“Çetin yüzünden uzuyor süreç. Ayak diriyor.”


O gece Rüzgâr’da kaldım. Ertesi gün Ayvalık’a döndüm. Rüya beni çok özlemişti. Anneannem ve annem merak içindeydi. Anneannemin keyfi yoktu. Yatağından çıkmak istemiyordu. Hep beraber başucuna oturduk. Onlara fotoğrafları gösterip Anatoli ve Yorgo amcayı, Charissa teyzeyi, Takis’i, Elefteria’yı anlattım. Takis’le aramızda geçenlerden bahsetmedim. Sadece yakında İzmir’de ofisi olacağını ve herkesle tanışmak için Ayvalık’a geleceğini söyledim.


Dinlenmek için oturma odasındaki kanepeye uzandım. Tavana gözlerimi diktim. Ufak da olsa artık bir işim vardı. Yazı için anneannemin hikâyesini biraz daha öğrenmeliydim. Takis İzmir’e taşınıyordu. Hayatım değişmeye başlamıştı. İlk defa aldığım kararların doğru olduğunu düşünüyordum. Korkularım tamamen geçmemişti ama keşkelerim azalıyordu. Çetin’in Takis’i öğrendiğinde vereceği tepkilerden korkuyordum. Boşanmadan önce öğrenmemeliydi. Rüya Takis’le tanıştığında ne hissedecekti, beraber olduğumuzu öğrendiğinde ne yapacaktı? Zihnimde yine sorular dolaşıyordu. Uyumuşum. Annem akşam yemeği yiyeceğimizi söyleyerek uyandırdı. Eve dönmüştüm işte. Bir kedi gibi gerinerek kalktım. Telefonuma baktım. Takis bir hafta sonra geleceğini yazmıştı. Çabuk hareket etmişti. Bir heyecan kapladı içimi. Bizimkilerle yemek yedim. Annem yüzüme uzun uzun baktı.


“Ferzan, sende bir şey var. Atina yaramış sana.”

“Gerçekten mi? Sağol anneciğim. Evet, çok sevdim Atina’yı. Anatoli amcalar, Takis… Bana aileden biri gibi davrandılar.”


Takis’in üzerimdeki etkisiydi bu. Anneme hiçbir şey söyleyemedim. Daha zamanı değildi. Yemekten sonra Atina’da geçen günleri defterime yazdım. Anneannem hâlâ yatağından çıkmamıştı. Bir şey de yemiyordu. Ateşi filan yoktu ama belli ki hastaydı. Moralini düzeltmek için ona bir kere daha Anatoli amcadan, Charissa teyzeden bahsettim. Kendini iyi hissetmiyordu. Selamları olduğunu söyledim. “Aleyküm selam.” dedi, o kadar. Uyuyakaldı. Odasının kapısını kapatıp annemle Rüya’nın yanına, bahçeye gittim.


“Neneki pek iyi değil, anne.”

“Evet canım, soğuk aldı herhalde. Hiç tadı yok.”

“Doktora mı götürsek?”

“Yarın da iyi olmazsa götürürüz.”

“Ben de anneanneme kendi hikâyesini anlattıracaktım ama hasta yazık.”

“Ben anlatayım sana.”

“Çok iyi olur, anne. Anlatsana.”

“Yazıyor musun?”

“Hem kaydediyorum hem not alıyorum.”

“İsmiyle başla. Perihan Özgün. 1918 doğumlu. Babası Resmo’da kunduracı, anası ev hanımı. Beş yaşındayken mübadele oluyor. Hadi, buradan gidiyorsunuz, bundan sonra Türkiye’de yaşayacaksınız diyorlar. Yanlarına da sadece taşıyabilecekleri kadar eşya alabiliyorlar. Günlerce limanda bekliyorlar. Vapur mapur yok. Sonra bir gün Gülcemâl vapuru geliyor. Doluşuyor buncağızlar. Nenekinin anasının da karnı burnunda. Kardeşi İfakat neneyi vapurda doğuruyor anası. Neyse torun tombalak Ayvalık’a geliyorlar. Çok dışlanmışlar önce. Rum tohumu, gavur, neler neler söylemiş buradakiler. Sonra zeyintlikler var. Valla sayısını bilmiyorum, söylenenlerin yalancısıyım, Girit’teki mal varlıklarına göre güya zeytinlik veriyorlar bizimkilere. Kime ne verdikleri belli değil. Kişi başına yirmi beş zeytin ağacı düşüyor galiba. Bizde herkes satıp savıyor zeytinlikleri. Anneannen lokantayı açarken satıyor bir kısmını. Daha da var zeytinliği onun, biliyor musun?”

“Ne zaman evleniyor dedeyle?”


“1935’te evlendiriyorlar. Daha on yedi yaşındayken. Bâki dede de muhacir çocuğu. Hanya’dan. Anneannen hemen Hasan dayını doğuruyor ama sonra uzun yıllar bir daha çocuğu olmuyor. Kısır kaldım diye üzülüyor. Ta 1955’e kadar. O yıl ben doğuyorum. Sonra arka arkaya Akasya teyzenle Defne teyzen doğuyor. 1965’te deden ölüyor, biliyorsun. Ah, babacığım…Sonra… 1940’ta anneannen Adelpha’yla tanışıyor. Lokantayı açıyorlar. On beş yıl beraber çalışıyorlar onunla. Anlatmıştı hani. Bâki dede o zaman hayatta, terzilik yapıyor. O deviri düşün, anneannen tek başına lokanta işletiyor, ama dede hep destek. Kendi işini bırakıyor, lokantaya yardıma gidiyor. Adelpha’nın kocası Dimitris var sonra. Fotoğrafçı. Bir dükkânı var onun da. Bizim albümlerde anneannenin, Adelpha’nın gençlik fotoğraflarını hep o çekiyor. 1955’te 6-7 Eylül oluyor ben doğmadan hemen önce. Alsancak’taki lokantaya taşlarla sopalarla saldırıyorlar. Rum dükkânı diye. Ah, evladım. Çok berbat. Canlarını zor kurtarıyor anneannenler. Sonra Adelpha Atina’ya göçüyor. Korkudan. Buraları biliyorsun.”


Annem bütün akşam anlattı, birçoğunu bilsem de sessizce dinledim. Sonra dergiye yazacağım yazıya eklemeler yaptım. Yazıyı yolladım. Çetin aradı.

“Hiç arayıp sormuyorsun, Ferzan.”

“Atina’daydım Çetin.”

“Biliyorum. Rüya söyledi.”

“Aa, bak kerataya. Bir dergiye yazı yazmaya başlıyorum. Anneannemle Adelpha’nın hikâyesini.”

“Vayy… Çok güzelmiş. Hayırlı olsun. Çıkınca haber ver de okuyalım. Rüya nasıl?”

“Olur. İyi Rüya. Okula gidip geliyor. Yeni arkadaşlarına, öğretmenlerine alışmaya çalışıyor.”

“Bir daha ne zaman geliyorsun İstanbul’a?”

“Duruşmaya gelirim. İki ay sonra tahminen.”

“Ben bu yaz gelemedim. Rüya’yı da çok özledim. Bir ara geleceğim.”

“Gel tabii, bekleriz. Rüya da seni çok özledi, Çetin.”

Telefonu Rüya’ya verdim. On, on beş dakika babasıyla konuştu. Birbirilerini özlüyorlardı. Çetin’in sesi sakin geliyordu. Her şeyi kabullenmiş görünüyordu. Öyle olmasını diledim. Artık ondan kopmam gerekiyordu.

“Babam işlerini ayarlayınca gelecekmiş. Yaşasın!”

“Bak, ne güzel işte Rüyacığım.”

“Bu gece beraber uyuyalım mı, anne?”

“Uyuyalım tabii.”

Rüya’yla pijamalarımızı giydik, oturma odasında benim yattığım kanepeye uzandık. Pikeyi üstümüze çektik. Bir süre öylece tavana baktık. Rüya kollarını başının altında kavuşturdu.

“Anne, ben neden doğdum?”

“Nasıl neden Rüyacığım? Biz babanla senin doğmanı istedik ondan.”

“Gerçekten beni istediniz mi?”

“Elbette canım. Nereden çıktı şimdi bu? Seni seviyoruz biz. Bundan sakın şüphe etme. Birbirimizi de seviyoruz. Sadece artık ayrı yaşıyoruz, o kadar.”

“Ben büyüyünce psikolog olacağım.”

“Neden?”

“Boşanmış anne babaların çocuklarına yardım etmek için.”

“İlahi Rüyacığım. Kıyamam ben sana. Gel bakayım buraya. Sen çok akıllı bir çocuksun.”



Rüya’yla birbirimize sarıldık. Uyumuşuz. O hafta anneannemi doktora götürdük. Kısaca “yaşlılık.” dedi doktor. Sonra Rüya’yla ilgilendim. Biraz ders çalıştık, biraz bisikletle gezdik. Bu yaz onun da hayatı değişmişti. Ayvalık’ta, İstanbul’daki hayatından uzak, bambaşka bir hayata başlamıştı. İyi idare etmişti. Gurur duydum kızımla.


Bir hafta geçti. Günlerden cumaydı. Takis “Ben İzmir’deyim.” diye bir mesaj attı. Konuştuk. İzmir’de buluşmaya karar verdik. Sabah erkenden kalkıp yanına gittim. Merkezde bir otelde kalıyordu. Birkaç gün boyunca ofis bakacak, İzmir’de yaşayan arkadaşlarıyla görüşecekti. Ben bir gece Rüzgâr’da kalıp dönmeyi planlıyordum. Takis’le Kordon’da yürüdük, bira içtik. Sonra kaldığı otelin barında birer bira daha içelim dedik. Takis kulağıma eğilip “Odaya çıkalım mı?” dedi. “Çıkalım.” dedim. El ele odaya çıktık. Görüşmeyeli kısa bir süre olmasına rağmen onu özlemiştim. Rüzgâr’a eve gelmeyeceğimi söyleyen bir mesaj attım. Gece Takis’in yanındaydım. Uzun zamandır böylesine iyi vakit geçirmemiştim. Takis’in şefkati, sakinliği, sohbeti, bazen sessizliği, öpüşü bir başkaydı. Aşk güzel şeydi. Her şeyden önce çok eğlendik. Oda servisi istedik. Gece boyunca yarı çıplak kıkırdayarak sohbet ettik, tatlı yedik, şampanya içtik ve seviştik. Sabaha karşı sızmışız. Uyandığımızda oteldeki kahvaltı çoktan bitmişti. Rüzgâr’la tanışmasını istiyordum. O da henüz kahvaltı etmemişti. Üçümüz kahvaltı için Alsancak’ta buluştuk. Rüzgâr bizi arka bahçesi bitkilerle kaplı, sevimli bir mekâna götürdü. Kahvaltı boyunca sohbet ettik. Takis bir ara tuvalete gitti. Beş dakikalığına Rüzgâr’la baş başa kaldık.


“Abla, Takis harika bir adam.”

“Değil mi?”

“Sana nasıl baktığını gördüm. Nasıl da üzerine titriyor.”

“Hadi ya? Farkında değilim ben.”

“Deli misin? Hem de nasıl. İzmir’e taşınması çok iyi olacak. Senin adına çok seviniyorum.”

“Sağol canım. Seni seviyorum.”


Takis geldi. Kısa fısıldaşmamızı bitirdik. Kahvaltımızı da. Kahvelerimizi içmek için Kordon’a çıktık. Müzikten sinemaya, iş hayatından İzmir’e her şeyden konuştuk. Akşama Rüzgâr bizi canlı caz çalan bir bara götürmek istedi. Biz de kabul ettik. Bütün günü beraber geçirdik. Akşam yemeğimizi yiyip bara gittik. Yüksek tavanlar, loş ışık, yuvarlak masalar ve küçük bir sahne. Grup da çok iyi çalıyordu. Caz standartlarından popüler parçaların yorumuna geçtiler. Müthiş keyif aldık. Sonra ben yine Takis’le otele gittim, Rüzgâr evine döndü.


Bir sevgilim vardı artık. Saatlerce konuşabildiğim, beni can kulağıyla dinleyen bir yol arkadaşı. Ayvalık’a dönecektim ama Takis izin vermedi. Beraber dönmemizi istedi. Birkaç gün daha İzmir’de vakit geçirdik. Ben gezdim, otelde dinlendim. Takis işlerini halletti. Bir akşam beni arkadaşlarıyla tanıştırdı. Çok tatlı insanlardı. Şirketin İzmir şubesinde beraber çalışacaklardı. Sonra Takis’le Ayvalık’a gittik.


Annem kapıda karşıladı bizi. Anneannem hâlâ hastaydı. “Adelpha’nın torunu geldi.” dedim. Biraz canlandı, yataktan çıktı. Takis’le yan yana oturdular. Takis, Adelpha hayattayken ailece çekildikleri bir fotoğrafı çerçeveletip getirmişti. Anneannem uzun uzun baktı fotoğrafa.


“O ilyos e vasilepse ç’i yis akômi vrâzi. Ç’emêna i kardhûlamu klei ç’anestenâzi. Güneş artık batıyor topraksa henüz sıcak. Benim ise yüreğim iç çeker ağlayarak.”


Sonra bana baktı ve bir bardak su istedi. Getirdim. Takis’e eliyle yaklaş işareti yaptı. Takis’in yüzünü iki elinin arasına aldı ve yanaklarından öptü.


“Bana neneki de evladım.”


Takis’e anneannemin söylediğini tercüme ettim. Çocukluğumdan beri anneanneme “neneki” dediğimden bahsettim. Benim uydurduğum bir kelimeydi. Bana göre kısaca anneanne demekti. Takis de kelimeyi öğrendi ve kelimenin Yunanca’ya benzediğini söyledi. Bu keyiflendirdi bizi. Akşam yemeği yiyecektik. Anneannem sütlü ekmeğini yatağında yemek istedi. Odasına götürdüm. Zorla birkaç kaşık yedi, yattı. Bahçeye, annemlerin yanına döndüm. Rüya çekingen davranıyordu. Yemek masasında hep beraberdik. Takis’e sofradaki yemekleri saydım. Kabak pabucaki, zeytinyağlı biber dolması, yahnera… Annem döktürmüştü. Takis yemeklere bayıldı. Rüya sessizdi. Takis benim tercümem aracılığıyla Rüya’ya bir şeyler sordu ama Rüya kısık sesle, isteksizce cevap verdi. Yemekten sonra biz annemle sofrayı toplarken Takis ve Rüya oturuyordu. Rüya telaşla yanıma gelip kulağıma fısıldayarak odasına gitmek istediğini söyledi. Takis’le iletişim kurmak istemiyordu. Bir şey demedim. Takis’in yanına döndüm. Takis üzgün görünüyordu.


“Beni sevmedi.”

“Saçmalama. Sadece yeni birisin onun için. Alışması lazım. Biraz da çekingen bir yapısı vardır. Boş ver.”



Takis’le kahve içmeye dışarı çıktık. Onu Ayvalık’ın en sevdiğim kafesine götürdüm. Horta Kafe’ye. Çetin’i terk ettikten sonra Ayvalık’a ilk geldiğimde keşfetmiştim. Şimdi, onca zaman sonra Takis’le aynı kafede kahve içeceğimi kim bilebilirdi ki? Hayatın büyüsüydü bu ama ben büyüye kendimi tam olarak kaptıramıyordum. Takis bunu hissetmiş olmalıydı.


“Neden gerginsin?”

“Gergin miyim?”

“Evet, geldiğimizden beri.”

“Bilmiyorum. Farkında değilim aslında. Anneanneme biraz canım sıkıldı.”

Ellerimi tuttu.

“Anlıyorum. Gerilme lütfen. İyileşir, güçlü bir kadına benziyor.”

Etrafıma bakındım, kimsenin bakmadığından emin olmak için ve uzanıp Takis’in dudağına bir öpücük kondurdum.

“Seninleyken huzurlu ve on yedi yaşında hissediyorum.”

“Bayıldım buna.”

Kahvelerimiz geldi. Gerginliğim biraz azalmıştı.

“Nenekiyle sonunda tanışmanıza çok seviniyorum.”

“Ben de çok memnun oldum tanıştığıma. Hep Giritçe mâniler söylüyor mu, öyle?”

“Her zaman. Kendisi burada, ruhu çocukluğunda ve Adelpha’yla geçirdiği günlerde.”

“Babaannem de öyleydi. Sanki geçmişte yaşardı. Her gün İzmir’den, Perihan teyzeden bahsederdi.”

“Birbirlerine benziyorlar. Özellikle yaşlandıkça.”


Takis oteline gitti, ben eve. Ertesi gün İzmir’e gidecekti. Ofisi ve çalışma arkadaşlarını ayarladı. İşleri yoluna koyana kadar İzmir’de kalmaya karar verdi. Hafta sonları Ayvalık’a gelmeye başladı. Dergide yazı dizim çıktı. Hayatım değişiyordu ama ben bunun tadını çıkarabiliyor muydum, emin değildim galiba.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.