“Hafta sonları da çalışmazsam kimse bana genel müdürlük koltuğunu layık görmez canım. Üzgünüm.”

“Bir bebek daha yaparsak müstakil bir eve çıkarız. Çok güzel bahçeli evler var, Ferzan.”

“Seneye bu arabayı satıp cip almayı düşünüyorum hayatım.”


Korkuyu yenmiştim. Kararlıydım. Çetin’i ev, araba, kariyer hayalleriyle baş başa bırakıp kendi yoluma gidecektim. Eğer gitmek kötülükse, kötüydüm ben. Kötü olmayı seçiyordum. Kendimi. Kendi yolculuğumu. Nelerle karşılaşacağımı bilmediğim, çok zor olacağından emin olduğum bir yolu seçiyordum.


Kimler, ne zorluklar çıkacaktı yoluma, kim bilir? Kaybettiklerimin yanında neler kazanacaktım, kim bilir? Hayatın bir dengesi vardı. O dengeye inanmıştım hep. Bir şey giderse başka bir şey gelirdi. Acı çekersen ardından iyi bir şey olurdu. Hayatın matematiğiydi bu. Her şey akardı. O yüzden hiçbir şeye fazla yapışmadan yaşamak gerekiyordu. Fazla üzülmeden, fazla sevinmeden, fazla tüketmeden, fazla yemeden, fazla istemeden.


Depresyondan önce ayarı kaçırmıştım. Çetin ve ben kazandıkça alışveriş merkezlerine gitmiş, aldıkça almıştık. Yeni koltuklar, yemek takımları, tencereler, bardaklar, kıyafetler, etekler, pantolonlar, bluzlar, ayakkabılar, çantalar… Her şeyden çifter çifter. Evimiz büyük olmasına rağmen nefes alacak yer kalmamıştı. Ne gerek vardı bu kadar eşyaya? Hepsi yormuştu beni. Ağır gelmişti. Biraz da böyle bir hayattan kaçmak istiyordum galiba.


Hafif, küçük, az eşyalı, pratik bir hayat kurmak istiyordum. Bir insanın bütün eşyaları tek bavula sığmalıydı. Dünyada bedenimizin kapladığı alan belliydi. Eşyalarımızla hiçbir yere sığamayan devlere dönüşüyorduk. Bir de buna tükete tükete ürettiğimiz çöpler eklenince bir canavardan farksız canlılar oluyorduk. Ne kadar kabaydı insan yaşamı. Ne kadar inceliksiz. Ben dikkatli yaşamak istiyordum. Özenli. İstanbul’da hayat hızlı ve hoyrattı. Küçük yerler farklı olmalıydı. Her geçen gün Ayvalık’ı daha çok özlüyordum. Büyüdüğüm o küçük kasabayı. Bir yerden bir yere bisikletle gitmeyi, daracık sokakları, bahçeli evleri, taş binaları. İnsanca yaşamayı. İstanbul’da olmayan her şeyi.


Artık korkmuyordum. On sekiz yaşımda nasıl Ayvalık’ı bırakıp Ankara’ya gittiysem, şimdi İstanbul’u da bırakabilirdim. O zaman bir hedefim vardı. Öğrenim görecektim. Şimdiyse okul okumaktan bile daha önemliydi amacım. Kendim olacaktım. Dışarıda hızla akan, saçma sapan bir hayat yaşıyordu insanlar. Ben betona, delice bir hıza, keşmekeşe inat bütün sakinliğimle yaşayacaktım. Sakin ve üretken. Böyle ayakta kalacaktım. Ancak hâlâ aklımda sorular vardı.


Öğrencilik yıllarımdan beri çeşitli ilgi alanlarım olmuştu. Yazmak, yemek yapmak, resim, seramik, dans,… Birçok yaratıcı alana bulaştım. Hiçbirini sürdürmedim. Maymun iştahlıydım. Belki de şımarıktım. Aslında sadece çocuktum. Yeni yeni büyüyordum. Ne çalışmak, ne evlenmek, ne çocuk sahibi olmak çocuk kalmaya engel değildi. Ben daha yeni yetişkin oluyordum. Büyümek biraz da kim olduğunu bilmekle ilgiliydi. Benim kendimle alakam bile yoktu. Kendimi sanki yıllar önce Ankara’ya giderken Ayvalık’ta bırakmıştım. Ne tuhaftı. Benim gibi hisseden başkaları da var mıydı acaba? Benim gibi kendini unutan bir şapşal daha? Dünya çok kalabalık bir yerdi. Mutlaka bir yerlerde bana benzeyen birileri olmalıydı.


Zaman geçtikçe daha kararlı oluyor, yaşadığımın ne olduğunu daha iyi anlıyordum. Bir büyüme hikâyesiydi bu. Tıpkı filmlerdeki gibi. Acayip olan, genelde başkarakter böyle süreçleri on altı-on yedi yaşlarında yaşıyordu. Dünyayla ve kendimizle tanıştığımız yıllardı onlar. Ya ben? Ben otuz sekiz yaşındaydım. Büyük bir utanç kaplamıştı içimi. Hayatı ıskaladığımı düşündüm. Hem de ne biçim. Onca yıl aklım neredeydi benim?


Büyümek biraz da sorumluluk almak demekti. Ben evden, ailemin korunaklı kollarından ayrıldıktan sonra kendimi Çetin’in korunaklı kollarına atmıştım. Çalışmış olsam da tuhaf bir şekilde böyle hissediyordum. Bir kızım vardı. Galiba Rüya’nın sorumluluğuna rağmen büyüyememiştim ben.


İki yıl süren bunalım beni bambaşka bir insan yapmıştı. Çakralarım, üçüncü gözüm filan mı açılmıştı yoksa? Kendime güvenim gelmişti. Korkularım hâlâ vardı ama onlarla baş etmeyi, birlikte yaşamayı öğrenmiştim. Bekliyordum. Küçük bir adım atıp bekleyecektim. Olacakları izleyecektim. Sonra bir küçük adım daha. Böyle böyle ilerleyecektim. Kendimi yıpratmadan, sevdiklerimi fazla üzmeden, olabilecek en doğru kararları almak istiyordum.


Biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Birkaç gün, belki birkaç hafta, daha fazla değil. Beklemenin de anlamı yoktu artık. Harekete geçmenin zamanı gelmişti. Kendimi lunaparka giden bir çocuk gibi hissediyordum. Hem korkuyordum, hem de içimi bir sevinç kaplıyordu. Yaşama sevinciydi bu. İki yıldır nasıl bir şey olduğunu unuttuğum o his.


Bu haldeyken ne yapsam güzel olacaktı. Konuşsam yüreğimden gelecekti kelimeler. Gülsem karşımdakini de güldürecektim. Hayat dolup taşacaktı. İyilik ve güzellik olacaktı işte. Kendiliğinden. Bu haldeyken yanlış karar vermenin imkânı yoktu. Gönlümü ve aklımı da yeteri kadar dinlemiştim. Sakin ve keyifliydim. Kendime bir kahve yaptım. Üstelik bahar gelmişti. Terastaki çiçeklere su verdim. Boğaz’ı seyrettim uzun uzun. Böyle uzaktan ne güzel görünüyordu İstanbul. Masaya oturdum. Kahvemi bitirdim. Duşa girdim. Ilık bir duş aldım. Aynanın karşısına geçtim. Çıplaktım. Kendime şefkatle baktım. Bir bebeğe bakar gibi. Kendimi anlamıştım. Kendimi seviyordum. Bu, uzun zamandır tatmadığım bir duyguydu. Aynada gözlerimin içine baktım ve gülümsedim.


Korkmuyordum. Yalnızlıktan, hayatla ve Çetin’le mücadele etmekten, bilinmezlikten, belirsizlikten, gelecekten, işsizlikten, taşınmaktan, yenilikten, hayattan korkmuyordum. Üniversiteden yeni mezun olmuş bir genç gibi yeni başlıyordum hayata. Böyle demiştim kendime; hayata yeni başlıyorsun. Artık korku yerine heyecan vardı içimde. Bir başlangıç yapmanın heyecanı. Tek başınalığın verdiği güç. Gitmeye hazırdım.


Bir sonraki bölüm 26 Kasım Perşembe...


Önceki bölümler...








YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.