Akşam Ayvalık’a vardım. Kapıyı çaldım. Annem turkuaz boyalı, ahşap kapıyı açtı. Beni gözleri dolu görünce şaşırdı. Boynuna sarıldım.


“Ben evimi terk ettim, anne.”


Eliyle ağzını kapattı. Hiçbir şey söylemedi. Gizli gizli ağlamaya başladı. Bavulumu eski odama koydum. Birkaç eşyanın durduğu, boş bir odaydı. Yeniden düzenleme yaparım diye düşündüm. Anneannem her zamanki koltuğundaydı. Geçen yıl bıraktığım yerde. Yanına gittim. Beni görünce Giritçe mâniler söylemeye başladı. Hiçbirini anlamıyordum. Ellerini öptüm. Mis gibi lavanta kokuyordu.


“Rüya? Çetin?”

“Onlar yok. Ben yalnız geldim neneki.”

Yine Giritçe bir şey söyledi. Sonra Türkçesini.

“O Teos na se kani kala. Allah sana iyilikler versin.”

Anneannemin elini tuttum. Annem göz yaşlarını silerek konuşuyordu.

“Çayı koydum. Aç mısın?”

“Biraz.”

“Pita da var.”


Gülümsedim. Otlu böreğe bayılırdım. Anneannemle annemin yanında, evdeydim. Hayatta bundan daha sıcak bir duygu bilmiyordum. Annem yanağımı okşadı.

“Doğru mu söylediğin?”

“Anlatırım sonra. Siz nasılsınız bakalım?”

“Anneannenle oturuyoruz işte. Ne yapalım?”

“Ben çayları koyayım.”


Mutfağa gittim. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Duygulanmıştım. Derin bir nefes aldım. Telefonumun sesini kapalı unuttuğumu hatırladım. Dilan ve Rüya ne yapmıştı acaba? Odaya gidip telefonumu aldım. Dilan aramıştı. Geri aradım.

“Dilan, nasılsın canım? Rüya nasıl?”

“İyi, iyi Ferzancığım. Tatile çıktığını söyledim. Yanımda bak, veriyorum.”

“Anne, ne zaman döneceksin?”

“Biraz daha buradayım canım. Anneannenle, neneki de yanımda. Yemek yedin mi?”

“Dilan Teyze bana köfte yaptı. Tatile mi gittin?”

“Çok teşekkür et Dilan Teyze’ye. Evet hayatım, dinleniyorum.”

“Ne zaman geliyorsun?”

“Bilmiyorum canım. Dilan Teyze’ye ver telefonu Rüyacığım. Görüşürüz.”

“Alo? Dilan?”

“Ferzancığım, Çetin gelene kadar buradayım ben, merak etme.”

“Senin hakkını nasıl ödeyeceğim, bilmiyorum Dilan. Çok sağol.”

“Lafı bile olmaz. Hadi, öpüyoruz seni.”


Rüya’yı merak ederek kapattım telefonu. Telaşlıydım. Ne yapıyordum ben böyle? İstanbul’a gittiğimde onunla yüz yüze konuşmalıydım. Şimdilik elimden bir şey gelmiyordu. Dilan’a çok şey borçluydum. Büyük bir sorumluluk almıştı. Çetin işten gelince neler olacağını düşünerek çayları koydum. Pitayı fırından çıkarıp içeriye götürdüm. Annem uzanmıştı. Ben gelince kalktı. Anneannem son yıllarda yemek yemeyi bırakmıştı. Sütlü veya yoğurtlu ekmek yiyordu sadece. Açık bir çay koydum ona. Anneannem çayını içerken annemle pitalarımızı yemeye başladık. Merakla sordu.


“Ferzan, Rüya ne yapıyor?”

“İyi, anneciğim. Dersleriyle uğraşıyor.”

“Eve döneceksin değil mi?”

“Dönmeyi düşünmüyorum.”

“Kapıda dediklerin doğru yani. Ciddisin sen.”

“Biz boşanıyoruz.”

“Ah be Ferzancığım. İyice düşündünüz mü?”

“Ben düşündüm. Çetin’in henüz haberi bile yok. Atladım geldim, anne.”

“Rüya ne olacak peki?”

“Alacağım onu da buraya ama daha değil.”


Anneannem dizlerine vurmaya başladı. Üzülmüştü. Giritçe bir şeyler söyledi. Gidip anneanneme sarıldım. Onlara benim için her şeyin daha iyi olacağını nasıl anlatacaktım? Bunu zamanla göreceklerdi. Başka yolu yoktu. Saate baktım. Çetin’in eve gelmesine az kalmıştı. Gelseydi beni hemen arardı. Yorulduğumu hissettim. Çayımı bitirip annemlere biraz uzanacağımı söyledim. Bavulumu koyduğum odaya gittim. Çocukken üzerinde zıpladığım eski kanepeye uzandım. Hâlâ sapasağlamdı. Gözlerim kapanıyordu. Çetin atlayıp gelir miydi? Dilan ona Ayvalık’a gittiğimi söylediğinde ne yapacaktı? Notu görmeden onu terk ettiğimi anlamayacaktı. Canımın sıkıldığını, kafa dağıtmaya geldiğimi düşünecekti. Rüya? Rüya ne yapıyordu acaba? Okulu yakında tatile giriyordu. Evden gitmek yerine onu beklemeli miydim? Böylece benimle gelebilirdi. Kuruntu yapmaya başlamıştım. Gözlerim kapanıyordu. Uyumuşum. Rüyamda yine o ormandaydım. Bağdaş kurmuş ateşin önünde oturuyordum. Şaman başımın üzerinde zilli tefini çalıyordu. Bu sefer bir süre yerimde sallandıktan sonra ayağa kalktım ve ateşin etrafında dans etmeye başladım. Kahkahalarla gülüyordum. Şamanın zilleri, tefinin sesi, mırıldanmaları kulaklarımda yankılanıyordu. Kendi etrafımda dönmeye başladım. Döndüm, döndüm, döndüm. Başım döndü. Kendimi yere attım. Nefes nefese ama mutluydum. Telefonun ziliyle uyandım. Kim olduğuna bakmadan, gülerek açtım telefonu. Arayan Çetin’di.


“Ooo, Ferzan? Keyfin yerinde bakıyorum.”

“İyiyim, evet.”

“Ferzan, sen delirdin mi? Bu not ne?”

“Boşanmak istiyorum, Çetin.”

“Saçmalıyorsun. Nereden çıktı şimdi bu?”

“Her şey yolunda mıydı sence yani?”

“Evet. Ne sorunumuz var?”

“Çetin, daha fazla telefonda tartışmak istemiyorum. Biraz dinleneyim, oraya gelip boşanma davası açacağım. Haberin olsun. Hadi, kapatıyorum.”

“Senin dengen bozulmuş. Gelince görüşürüz. Ne zaman geliyorsun?”

“Bir iki hafta içinde. Hoşça kal.”

Telefonu kapatır kapatmaz gülmeye başladım. Başarmıştım. Söylemiştim. Gördüğüm rüyanın da etkisi vardı üzerimde. Çetin’e her şeyi bu kadar açıkça söyleyebildiğime inanamıyordum.

“Söyledim. Söyledim. Söy-le-dim.”

Hemen kalkıp yüzümü yıkadım. Salona geçip annemin yanına oturdum. Yanaklarından öptüm. Anneannemin de.

“Ne oluyor Ferzan? Hayırdır?”

“Hiç. Özlemişim sizi. Doyamıyorum.”

“Ah, yavrum benim. Gel dizime yat.”

Annemin dizine yattım. Anneannem anneme kısık sesle bir şey söyledi. Beni mutlu görünce Çetin’le barıştığımızı düşünmüş. Annem de heyecanla sordu.

“Ferzan, yoksa barıştınız mı?”

“Hayır anneciğim. Hayır. Barışma filan yok. Sana söylemedim. Birkaç yıldır iyi değildim ben. Böyle daha mutlu olacağım. Bak, göreceksin.”

“Tamam, Ferzancığım. Sen nasıl iyi olacaksan. Rüya?”

“Okulu var anne. Şimdi gelemez.”

Annem saçlarımı okşadı. Anneannem dizlerinde battaniyesiyle oturduğu yerde uyukluyordu. Merak ediyordum.

“Anne, nenekiye Girit’ten göç hikâyelerini anlat desem?”

“Bilmem. Sonra bir sor bakalım, belli olmaz. Huysuzluğu tutmazsa anlatır.”


Geç olmuştu. Anneannemi uyandırıp yatağına yatırdık. Ben gece annemle yattım. Yatakta yarın yapacaklarımızı konuştuk. Ev biraz tozluydu. Evi temizleyip odamı yerleştiririm diye düşündüm. Annemin koynuna koydum başımı ve uyudum.


Sabah pencereden yatağa vuran gün ışığıyla erkenden uyandım. Annem yatakta yoktu. Benden önce uyanmıştı. Dinlenmiş kalktım. Kahvaltı masası hazırdı. Hemen oturdum. Anneannem sabah güneş doğarken uyanır, birkaç saat sonra geri yatardı. Yine öyle yapmıştı. Kahvaltıda mandalina reçeli, tatlı lor ve yine pita vardı. Rüya mandalina reçelini çok severdi. Aklım ondaydı. Artık büyümüştü, anahtarla kapıyı açıp eve girebiliyordu. Akşama Dilan uğrayamazsa en kötü ihtimalle dışarıdan yemek söylerdi. Elimde değildi, merak ediyordum. Kahvaltıda dalmıştım. Annem uyandırdı.


“Çayın soğudu Ferzan. Ne düşünüyorsun evladım?”

“Hiç. Kahvaltıdan sonra evi süpüreyim diyorum. Odayı da düzeltirim, çekyatta yatarım ben.”

“Şimdilik yat da, sonra sana güzel bir yatak alalım canım.”

“Yok, masraf yapmayalım anne. Ben idare ederim. İşe girince alırım.”

“Ne iş yapacaksın burada?”

“İnan, ben de bilmiyorum anne. Hiç bilmiyorum.”

“İdare ederiz. Acele etme.”


İşte yine konu aynı yere gelmişti. Ne iş yapacaktım ben Ayvalık’ta? Nasıl geçinecektim? Reklam yazarlığından başka bir şey bilmiyordum. Anneannemle annemin maaşlarına mı ortak olacaktım? Bir süre öyle olacağa benziyordu. Gerçekler karşıma dikilmişti. Annemin dediği gibi acele etmemeye karar verdim. Elbet su yolunu bulurdu. Öncelikle defterime aldığım notları uygulamak, istediklerimi yapmak istiyordum.


Kahvaltıdan sonra yürüyüşe çıkmak üzere kapıya yöneldim. Annem seslendi.


“Dönüşte kabak çiçeği al. Dolma yapacağım canım.”


Çıktım. Begonvillerin, sarmaşıkların taş binaları istila ettiği Ayvalık sokaklarında yürüdüm. Bir kafe buldum. Horta Kafe. Sevimli, tahta masaları, ekoseli örtüleri filan vardı. Bir adam taş binanın önündeki çiçekleri suluyordu. Kadın başı şeklindeki seramik saksılara ekilmiş sardunyaları. Hemen oturdum. Sade kahve söyledim. İsminin Ayla olduğunu öğrendiğim dükkânın sahibiyle biraz sohbet ettik.


“İzmir’de yaşıyorduk. Eşim emekli öğretmen, ben de. Annem ölünce Ayvalık’a taşındık, onun evine. Sonra kafeyi açtık işte.”


Çocukları yoktu. Bizim gibi Girit göçmeniydiler. Bir hafta boyunca her yürüyüşe çıktığımda kafeye uğradım. Keklerinden yedim, çaylarını içtim. Sohbet ettik. Bir de atölyeleri vardı. Dükkânın içindeki seramik saksıları, kültablalarını kendileri yapmışlardı. Bana o gün bir saksı hediye ettiler. Yemenili kadın başı şeklinde çok güzel bir saksı. Bir Anadolu kadını. İçinde bir sakız sardunya ekiliydi. Çiçekle eve döndüm. Annemle anneannem de saksıyı çok beğendi. Nereye koyacağıma karar veremedim. Şimdilik mutfakta duruyordu. Çiçeğe isim koydum. Sakız Hanım. Anneannem Sakız Hanım’a mâniler söyleyerek su verdi.


Aklım Rüya’daydı. Okula gitmiş olmalıydı. Nasıl bir sabah geçirmişti acaba? Ben evde olsaydım da uyuyor olurdum gerçi. Yine kendi hazırlanacaktı. Yalnızlığa alışmalıydı. Evi temizlemeye başladım. Bizimkiler hâlâ mutfaktaydı. Koltukları, divanları çektim, arkalarında pamukçuklar olmuştu. Süpürdüm. Sildim. Sıra benim odama geldi. Atılacak eşyalar vardı. Onları kapının önüne çıkardım. Bir badana iyi olurdu. Kireç gerekiyordu. Annem evde odaya yetecek kadar olduğunu söyledi. Eşyaları odanın ortasına topladım. Üzerlerine eski bir çarşaf örttüm. Kireç hazırdı. Başladım duvarlara sürmeye. Birkaç saatte bitti. Mis gibi olmuştu. Ne güzeldi şu kireç. Hava aldırıyordu duvarlara. Kanepenin yerini değiştirdim. Raflı bir dolap vardı. İçindeki ıvır zıvırları atıp içine kıyafetlerimi yerleştirdim. Camın önündeki sehpanın üzerine de Sakız Hanım’ı koydum. Yeni odam hazırdı.


Rüya gelince ona bu odayı verir, ben oturma odasında yatarım diye düşündüm. İdare ederdik. Ben bir hayat kurana kadar. Gerçekten bir hayat kurabilecek miydim kendime? Acaba ne kadar annemlerle yaşayacaktım? İçimi bir telaş kapladı. Sonra dindirdim onu. Her şey daha yeni başlıyordu.


Banyo yaptım. Dinlendim. Bizimkiler akşam yemeğini akşamüstü yiyor, sonra hiçbir şey yemiyorlardı. Ben de onlara ayak uydurdum. Çiçek dolması, karışık ot kavurması, tarhana çorbası… Masamız zengindi. Anneannem bir kâse yoğurda ekmek doğradı. Ben bir duble rakı içtim. Rüya’yı aradım. Telefonu Dilan açtı. Yine bize gitmişti.


“Dilancığım, çok teşekkürler.”

“Az önce de Rüya geldi. Üzerini değiştiriyor. Valla keyfi yerinde. Sana bir haberi var.”

“Aaa neymiş bakalım.”

“Koşarak geldi. Veriyorum.”

“Anne?”

“Canım. Nasılsın?”

“İyiyim anne. Matematikten doksan aldım. Sınıftaki en yüksek not.”

“Tebrikler Rüyacığım. Aferin sana. Bunu Dilan Teyze’yle kutlayın bence.”

“Yemeği dışarıda yiyeceğiz. Babam aradı, geç gelecekmiş. Dilan Teyze’yi veriyorum. Ben daha tam giyinmedim de.”

“Alo? Dilan? Hah, canım. Dışarıda yemek fikri çok iyi. İyi ki varsın.”

“Valla Selim’le bize de değişiklik oluyor. Hem biliyorsun Rüya’yı çok seviyoruz. İyi vakit geçiriyoruz beraber. Sen ne yaptın?”

“Çok sağolun. Ben temizlik yaptım bugün. Yerleştim iyice. Aklım Rüya’da ama.”

“Merak etme. Aslında bana bile ihtiyacı yok, biliyor musun? Tek başına gayet iyi idare ediyor. Bugün anahtarla kapıyı açtı, ben evdeydim. İstemeden korkuttum onu biraz.”

“Komik olmuş. Her şeyi yapar benim kızım. Yemek yaparsan yardım da eder, söyleyeyim. Çok becerikli.”

“Bilmez miyim? Yaparız yarın filan. Ben her gün gelirim, bir aksilik olmazsa. Evim şurası, dert değil yani.”

“Canım benim. Sensiz ne yapardık bilmiyorum.”

“Şimdi bizim çıkmamız lazım. Sen de kendine dikkat et.”

“Tamam Dilancığım. Öpüyorum.”


Dilan. Dostumdu. Altın kalpliydi. Neşe de öyleydi. Çok çalışmasaydı, bir de çocukla uğraşmasaydı her fırsatta atlar gelirdi. İkisine de sahip olduğum için çok şanslıydım. Neşe’yi aradım. Ayvalık’a geldiğimi, boşanma davası açacağımı, artık Ayvalık’ta yaşayacağımı filan söyledim. “Deli kadın. Son yıllarda iyi değildin. Senden bir şey bekliyordum ama buna bayıldım. Dilan’la bize yer aç, biz de geliyoruz.” dedi. Nasıl da moral vermişti.


Akşam Çetin aramadı. Son konuşmamızdan sonra belli ki benden haber bekliyordu. Seslenmedim. İstanbul’a gidene kadar konuşacak bir şey yoktu. Doğru zamanın gelmesini, Çetin’in ayrılık fikrine alışmasını bekliyordum ama belki de bu fikre alışması gereken bendim. Defterimi çıkardım. Bütün gece Çetin’e karşı neler hissettiğimi, ilişkimizin nasıl olduğunu filan yazdım. Madde madde. İçimdekileri döktükçe rahatlıyor, kendimi, Çetin’i, her şeyi daha iyi anlıyordum.


Bir sonraki bölüm 3 Aralık Perşembe...


Önceki bölümler...











YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.