Atina’da beş gün geçti. Takis’le zaman hızlı geçiyordu. Mavi yolculuktayken hem samimi hem mesafeliydi. Bu tavrını çok sevmiştim. Öngörüleri çok kuvvetli, telaşsız, bilge, acayip bir adamdı. Sanırım ona hayran olmuştum. Rahattı. Bu çabasızlığı beni de öyle yapmıştı. Akşam yine otelime gittim. Ertesi gün öğle yemeği için Anatoli amcalara gidecektik.


Eve gittiğimizde Charissa teyze sofrayı donatmıştı. Her şeyleriyle zarif insanlardı. Geçen sefer unutmuştum. Charissa teyzeye anneannemin iğne oyası yaptığı bir yemeni, Anatoli amcaya da el örmesi bir yelek hediye ettim. Çok sevindiler. Yemeğe oturduk. Adelpha’yı andık. Anneanneme selam yolladık. Yemekte yok yoktu. Kırmızı mercimek çorbası, kabak musakka, cacık, İzmir köfte, kalamar dolması… Neler neler. Et yemediğimi, deniz mahsulü yediğimi söyledim. Şaşırdılar. Kalamar dolmasını önüme uzattılar. Kendimi evimde hissettim. Charissa teyzenin tatlı ısrarı bana annemi hatırlattı. Anatoli amca da babam gibi Charissa teyzeyi uyarıyor, beni rahat bırakmasını söylüyordu. Yunanca bilmesem de hareketlerinden anlıyordum.


Takis’in kardeşi Elefteria geldi. Benden bir yaş küçük olduğunu mektuplardan biliyordum. Takis de bahsetmişti. İç mimardı. İçeri girer girmez enerjisiyle salonu doldurdu. İri, yeşil gözleri olan, bebek yüzlü, sevimli bir kadındı. Daha ilk dakikadan sevdim onu. “Abim senden çok söz etti.” dedi. Hangi arada konuşmuşlardı anlamadım ama hem mahcup oldum hem hoşuma gitti. Elefteria sofraya oturdu. Bir süre kendi aralarında Yunanca konuştular. Sonra Takis eğilip bana olanları anlattı. Elefteria’nın uzun süredir üzerinde çalıştığı bir projesi nihayet bitmiş. Sevinçliydi. Kadehlerimizi hemen onun biten projesi için kaldırdık. Bana kaç gün kalacağımı sordu. Beş günüm kaldığını öğrenince üzüldü. Hepsini Ayvalık’a davet ettim. Bir kızım olduğundan söz ettim. Bunu anneannemin mektuplarından bildiklerini söyleyince şaşırdım ve mutlu oldum.


Yorgo amcanın gelmesi beklenmiyordu ama geldi. O da aramıza katıldı. Bana “Seni görmeye geldim.” dedi. Çok nazikti. Bir kadeh uzo da ona koyuldu. Bu ailenin bir parçası gibiydim. Yorgo amca heyecanla bir şeyler anlatırken Takis kulağıma Türkçe fısıldadı. “Çok güzelsin.” Ağzımdaki lokmayı nasıl yuttum, bilmiyorum. Hiç beklemiyordum. Zamanlaması da mânidardı. Herkesin içinde, sofrada. Teşekkür ettim, diyecek bir şey bulamadım. “Senin de Türkçen çok güzel.” dedim. Kadehini bana doğru uzattı. Tokuşturduk. “Gelişin bana umut verdi.” dedi. Gerçekten, bana da iyi gelmişti burası. Charissa teyzeyi bize bakarken yakaladım. Anatoli amcayı dürterek Takis’le beni işaret etti. Bizi birbirimize yakıştırıyorlardı. Hissediyordum. Neler oluyordu? Kendimi bir aşk hikâyesinin içinde bulmuştum sanki. Yeni bir dünyanın. Bana gelinleri gibi davranıyorlardı. Oysa ben daha boşanmamıştım bile. Takis’i yeni tanıyordum. Kafamda soru işaretleri belirmeye başladı ve bir an kalbim korkuyla çarptı. Güzel şeyler birdenbire oluyordu ama alışkın değildim. İzin isteyip tuvalete gittim. Aynaya baktım. Elimi yüzümü yıkadım. Kendime gelmeye çalıştım. Her şey yolundaydı. Sadece hayat benden hızlı davranıyordu. Bununla nasıl baş edeceğimi düşündüm hızlıca. Uyum sağlamaya karar verdim. Daha beş gün buradaydım. Takis’i tanımayı ben de istiyordum. Sadece, beklemediğim şeyler oluyordu.


İçeriye döndüm. Yerime, Takis’in yanına oturdum. Yorgo amca bana bir şey söyledi. Anlamadım. Takis tercüme etti hemen. Adımı soruyordu. “Ferzan.” dedim. Tekrarladı. Türkçe “Anlamı?” dedi. “İlim, hikmet.” dedim. Takis çevirisini yaptı. “Epistimi. Sofia.” Yorgo amca gülümsedi. Sonra anlatmaya başladı. Kulağım Takis’deydi.



“Bizim hikâyemiz araftadır, Ferzan. Annem yıllarca Türkiye’yi anlattı. Biz de burayı gördük. Fark yoktur. Biz iki tarafta da yabancı olduk ama her zaman bizden yana komşularımız, dostlarımız oldu. Ben eczacıyım. İnsanları yıllarca iyileştirdim ama nefretin ilacını bulamadım. Ferzan, sen bir meleksin. Bize Türkiye’den selam getirdin. Annem yıllarca anneannenin mektuplarını okuyarak ayakta kaldı. Yaşlandığında mektupları o söyler, biz oturup ailece yazardık. Anneannen nasıl, iyi mi?”


“Çok iyi, sağlıklı. Selamı var sizlere.” dedim. Yorgo amca ne dediğimi anladı. Elimi tuttu. Türkçe cevap verdi. “Selam.” Charissa teyze kalkıp tatlıyı getirdi. Baklava vardı. Çok severdim. Takis tatlıdan sonra çıkacağımızı, yolumuz olduğunu söyledi. Bir an ona şaşıran gözlerle baktım. “Sana bir sürprizim var.” dedi.


Herkesle vedalaşıp Vouliagmeni Gölü’ne gittik. Takis’in anlattıklarına göre suyunun sıcaklığı her mevsim 24 dereceymiş. Eskiden mağarayken Ortaçağ’daki bir depremle bazı yerleri çökmüş ve göl oluşmuş. Vouliagmeni kelimesi zaten çökmüş, göçmüş anlamına geliyormuş. Havada eylül serinliği olunca hemen göle girdik. Kayadan bir tepenin dibinde yemyeşil, sıcacık bir su… Takis buraya kışın gelip yüzüyormuş gölde. Beni bir kış mutlaka getireceğini söyledi. Hayatında olacağımdan o kadar emin görünüyordu ki, bu yine korkuttu beni. Bir yandan heyecanlandırdı. Düş görüyor gibiydim. Bir Yunanistan düşü. Sanki Ayvalık’a dönünce bu düşten uyanacaktım. Sıcak su iyi gelmişti.


Takis’le şezlonglarda oturmuş kahvelerimizi yudumluyorduk.


“Bana anneannenin mektuplarından en azından bazılarını İngilizce’ye çevirir misin? Okumuştum ama tam anlayamadım. Çok merak ediyorum neler yazdığını.”

“Tabii.” dedim. “Yarın otelden getiririm mektupları.”

“Bana Türkçe öğretir misin?”

“Zamanımız yok.”

“Daha çok zamanımız olacak.”

“Nasıl yani?”

“Görürsün.”

Kahkaha attım. Ne komik bir adamdı bu Takis. Ne şaşırtıcı ve tatlı. Tam o sırada uzandı ve dudağıma küçük bir öpücük kondurdu. Gülümsetti.

“İlginç bir adamsın. Beni sürekli şaşırtıyorsun, biliyor musun?”

“Biliyorum.”

“Çok da mütevazısın.”

“Biliyorum.”

Yine güldüm. Hafif hissettim kendimi. Tekrar göle girdik. Akşam serinliği çıkmak üzereydi. Suda ısındık. Yan yana yüzüyorduk.

“Yazı dizisi için daha malzeme toplamana gerek var mı?”

“Evet, babanlarla biraz daha konuşsam iyi olacak. Böyle şeyleri anlattırmak çok zor ama.”

“Hassas konular. Mektuplar da var neyse ki.”

“Evet. Babaanneni anlatsana biraz, Takis.”

“Hayat dolu bir kadındı. Anneanneni ve İzmir’i, komşularını özleyerek öldü. Çok pişmanım. Şartlar kötüydü o dönem ama zorlayabilirdik. Erteledik. Onu babamla Ayvalık’a getirmeliydik. Yıllar geçti. Götürmeye niyetlendiğimde artık yatağa bağlanmıştı, hastaydı. Yolculuk yapamazdı. Yine de kendimi suçluyorum. Babaannemi ihmal ettik.”

“Suçlama kendini. Hayat bazen bir şeylere engel oluyor. Her şeye yetişemiyoruz. Mektuplaşmaları bile çok güzel.”

“Yazı dizisini İngilizce’ye çevirip bana yollar mısın?”

“Elbette. Sorun değil.”

“Nereden çıktın sen ya?”

“Asıl sen nereden çıktın?”


Suda çocuklar gibi oynadık. Sonra akşam yemeğini orada, göl kıyısında yemeye karar verdik. Bir masa ayırttık. Birkaç saat sohbet ettik. Saat dokuz gibi yemek için masaya geçtik. Bana çok tanıdık mezeler, denüz mahsulleri ve uzo söyledik.


“Ne zamandır vejetaryensin?”

“Aslında yeni oldu. Benim gibi balık filan yiyenlere pesketaryen deniyor, biliyorsun. Benimki kendiliğinden oldu. Altı aydır kırmızı et görünce ceset görmüş gibi oluyorum. Gözümün önüne zıplayan kuzular, gülümseyen inekler geliyor. Yüksek bir şefkat duygusu ve mide bulantısı. Resmen dayanamıyorum.”

“Ne kadar doğru söylüyorsun. Hayvanları ben de severim ama onları yiyorum işte. Bir çeşit ikiyüzlülük.”

“Bir kuzuyu getirseler kesebilir misin?”

“Hayır, kesinlikle hayır.”

“Ama yiyorsun.”

“Korkunç bir şey. Ben de pesketaryen olacağım galiba. Balığı bırakamam herhalde. Beni kendine benzetiyorsun.”

“Sen de birkaç günde beni kendine benzettin.”

“Nasıl yani?”

“O kadar rahattın ki, yanında kendimi seni yıllardır tanıyormuş gibi hissettim.”

“Belki de bir önceki hayatımızdan tanışıyoruzdur.”

Güldük. Uzolarımız gelmişti. Kadehlerimizi kaldırdık.

“Faliro’ya gelmene.”

“Tanışmamıza.”



Bir sonraki bölüm 31 Aralık Perşembe...


Önceki bölümler...


















Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.