Anlatırken zikzak çiziyorum. Bir ileri gidiyorum, bir geri geliyorum. Annem sağ olsun. “Yüzünden” demek istemedim.


Yirmi yedi yaşındaydım. Bir gün işten eve döndüm. Yolda verdiğim kararı açıkladım: “Saçlarımı kestireceğim.”

Annemin gözleri kocaman oldu:

“Kısa mı?”

“Evet.”

Sağ elini sol omuz başına götürdü:

“Şurada kestir. Daha fazla kısaltma.”

“Yok, bayağı kısa kestireceğim” dedim, ensemi gösterdim.

“Yok yok olmaz” dedi.

Durdum, yüzüne baktım. İtiraz eder, susar sanıyordum. Devam etti.

“Öyle olmaz. Sana yakışmaz. Kısa kestirme. Böyle uzun, çok güzel saçların.”

Şimdi tamamını hatırlayamadığım sözlerini sıralamaya devam ederken nevrim döndü.

“Sana ne!” diye bağırdım. “Saç benim, sana ne?”

Bizi sessizce dinleyen babam anneme döndü:

“Bırak kestirsin yahu.”

Hayret ettim. Annem hâlâ konuşuyordu.


Şimdi hatırladığımda bile cinnetin nasıl bir şey olduğunu, nasıl geçirildiğini anlayabiliyorum. İnsanın sabrının bir sınırı var. Eğer ki biri o sınırı durup durup, gidip gelip aşıyorsa, bir an geliyor, bütün ipler kopuyor.


O akşam uzun uzun bağrıştık. Sabah oldu. Gidip saçlarımı kestirdim.


Annemin ruh halini bugün bile tam anlayamıyorum. Stüdyoda çekilen evlilik fotoğrafları hariç, onu hiç uzun saçlı görmedim. Acaba kendi saçını kesip duran kadın, kızının saçını kısa kestirmesine niye karşıydı?


Babam uzun saç seviyormuş. Annem de ona inat gidip kestirmiş. Belki de aslında uzatmak istediği, ama kocasına inat kısa tuttuğu saçlarını bende uzatmak istiyordu. Yapabildiğim yorum bu.


Gerçekten anlatırken elektriklendim. Ve anlıyorum ki büyük ölçüde affettiğim annemi, tam anlamıyla affedemeyeceğim. “Hadi tamam affedeyim gitsin, zaten annem, zaten iyice de yaşlandı” desen de affedemiyorsun. İyi taraflarına odaklansan da, “Tabii, daha iyisini bilseydi yapardı”, “Kim bilir neler yaşamıştı ki öyle yaptı” desen de olmuyor. Nasıl ki elini mutfakta bıçakla yanlışlıkla kestiğinde, elin sebeple ilgilenmiyor, sadece acıyor, sen de sana yapılanlarla acıyorsun.


Kendimi tamir aşamasında, affetme konusunu çok düşündüm. Çünkü rahatsızdım. Huzur bulmak istiyordum. Epeyce okudum, araştırdım. Beni ikna eden şu oldu: Hayatındaki başarısızlıklar, kronik sorunlar ile anneni suçlaman arasında bir ilişki var. O zaman tamamen affetmeyi beceremesem de, en azından suçlamaktan vazgeçebilirdim.


İkisi arasında fark var. Affetmemek bir karar. Uzak durmak, sevgi duymamak gibi iki önemli sonucu var. “Onu affetmedim, az görüyorum, sevmiyorum” deyip sınırını çiziyorsun. Kendini daha fazla zorlamıyorsun. Suçlamayı bırakmak, işte bu noktada önem kazanıyor. “Onun yüzünden” demekten vazgeçmek.


“Onun yüzünden” yapamadıklarını tekrar ettiğinde şunlar oluyor:

Bir, yapamamaya devam ediyorsun, yani sonuç değişmiyor.

İki, geçmişte onun sana yaptırmadıklarına odaklanıyorsun ki, bugün sen ne yapmak istediğini düşünmüyorsun. Yani amaçsız, hedefsiz dolaşıyorsun.

Üç, annenin kafanda kapladığı yer, hayatında kapladığı yer haline geliyor. Fiziken uzaklaşman bir işe yaramıyor.

Dört, içindeki zehri akıtırken başkalarının içini şişiriyorsun. Bu da seni dinleyenlerin senden uzaklaşmalarına sebep oluyor.


Suçlamaktan vazgeçmek için ikna olmak gerekiyor.

Günde kaç saatini geçmişi hatırlayarak, ona kafandan sayarak, tekrar tekrar öfkelenerek geçiriyorsun? Bu seni nelerden mahrum ediyor? Hesaplasan ayda kaç hafta, yılda kaç ay, ömründe kaç sene eder? Anneni düşünmeye ayırdığın bu zamanı neler yapmak istediğini düşünüp onlara nasıl erişeceğini planlasan neler yapar, nerelere varırsın?


Yapmaya çalıştığım bu. Ne zaman “Hangi taşı kaldırsam altından o çıkıyor” derken kendimi yakalasam, soruyorum: “Ya başına annen kadar taş düşerse?”


15. bölüm 3 Mart 2020 Salı www.hthayat.haberturk.com’da...


Önceki bölümler...

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.