Sabahları kahvaltı sofrasında annem hep bir gece önce gördüğü rüyayı anlatırdı. Kedi gördüyse düşman diye hayıflanır, “At murattır” der sevinirdi. Meşhur kimseleri, meselâ Süleyman Demirel’i, Prenses Diana’yı hayırlara yorar, Banker Kastelli gibi adı pek iyi anılmayanları “hayırdır inşallah” diye geçiştirirdi. Tıpkı, Fellini filmlerine taş çıkartacak derecede tuhaf, “Çok karışık gördüm” dedikleri gibi. Bu sınıfa giren öyle çok rüya görür ve onları öyle uzun ve detaylı anlatırdı ki, onun polis, jandarma, savcı, hâkimin yanı sıra senarist de olabileceğini düşünürdüm.


Anlatmayı unuttuğu, sonradan hatırladıkları da olurdu. Bazen başımıza iyi veya kötü bir şey geldiğinde, ilk söz eden o olurdu: “Vallahi dün gece görmüştüm. Demek buna çıkacaktı.”


Rüyalarının ve onlara yaptığı yorumların sinirimi bozan bir yanı vardı. Rüyalarını da kendi gibi doğru buluyordu. Onları da kendi gibi haklı görüyordu. Gece uykusunda gözünün önünde belirenlerin haberci olduğuna emindi. Ondan da emindi. O anlattıkça gördüğüm rüyalardan korkardım, yorumları aklıma gelirdi ve kötü bir şey olacak diye ödüm kopardı. Kendi kendime “Artık rüya görmeyeceğim” dediğimde ergendim. Sonraki yirmi-yirmi beş yıl içinde, sekiz-on rüyamı ancak hatırlamışımdır. Hâlâ gece uyuyup sabah uyanıyorum, arada olanlardan habersizim. Kedinin düşman değil kukuyla, meşhurların rüya ziyaretlerinin hayırla şerle değil, çok gözünün önünde olmalarıyla ilgili olduğunu bildiğim halde geceleri neler gördüğümü hatırlamıyorum.


Annem çok rüya görürdü ama düş kurmaya karşıydı. İki ablamdan biri, koltukta kendi kendine gülümserken şöyle sorduğunu biliyorum: “Ne düşünüyorsun? Aklından ne geçiyor?” Kızının ağzından çıkanlar gibi, kafasından geçenlere karşı da tetikteydi. Hiç kendi düşü olmadığından belki, düşe düşmandı. Hiç mutlu olmadığından, biraz düş kurup mutlu olana karşıydı. Şimdi bütün bu yaptıklarını hatırladıkça annem gerçeküstü geliyor.


Anlayışlı, şefkatli olduğu, yumuşak davrandığı, sevgi gösterdiği, içten gülümsediği hiç kimse yok muydu? Aslında vardı. Gerçekten hiç mi mutlu olmuyordu? Aslında arada bir oluyordu.


Annem kendi akrabalarını çok severdi. Onları gerçekten severdi. Yeğenlerinden birine gittiğimizde, onlardan biri geldiğinde yüzü aydınlanırdı. Onları da onların çocuklarını da kocaman gülümseyerek kollarıyla sardığını, içten öptüğünü, bütün bunları yaparken sesiyle çatık kaşları gibi bedeninin duruşunun de yumuşadığını, rahatladığını çok iyi hatırlıyorum. O günlerde, kendi akrabalarını görünce birden değişmesine anlam veremiyordum. Şimdi görüntü çok net. Annem kendi yakın akrabalarını gerçek ailesi olarak görüyordu. Onlar, ait hissettiği hakiki ailesi, biz ise sonradan kurmak zorunda kaldığı aileyi oluşturan kimselerdik. Bizimle birlikteyken değil, onların arasındayken mutluydu.

Yalnız, ilginçtir, kendi ailesi olarak gördüğü, içine doğup yetiştiği değildi. Kendi kardeşleri değil de onların çocuklarıydı. Sanki akranı olan yeğenleri öz kardeşleriydi, onların çocukları ise kendi isteğiyle doğurduğu öz çocukları.


Kiminin ailesi son kurduğu, kimininki içine doğduğu, ama anneminki yeğenleri ile onların çocuklarıydı. Garip, ama böyle.


7. bölüm 3 Şubat 2020 Pazartesi www.hthayat.haberturk.com’da....


Önceki bölümler...

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Çok güzel oldu canım kardeşim
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.