Arkadaşlarım çağırıyor. “Tepeye gidiyoruz, sen de gel.” Tepe, aşağıdaki tren yolu sebebiyle asla önüne bina dikilemeyecek denize bakan bir yer. Banklar var, gençler oturuyor, gelen geçen soluklanıyor, güneş batarken curcuna.


Hayret, annem bir şey demiyor. Fakat bu sefer ben tereddüt ediyorum. Sebebi kendimi beğenmemem. “Tamam, siz gidin gelirim” dedikten sonra, açık mavi kotumu giyiyorum. Aynada cepheden, profilden, arkamı dönüp kafamı çevirerek arkadan nasıl göründüğüme bakıyorum. Popom büyük, yayık, bacaklarım kalın. Memelerim zaten kocaman. Tişörtümle kapatsam popomu? Bir şey değişmiyor, hatta daha beter. Kalınım işte, kalınım! Gitmiyorum.


O günden sonra bir sürü yere gitmiyorum. Sokağa çıkmak istemiyorum. Vücudumdan utanıyorum. Mutfakta pişen yemeklerin yağını, ailenin beslenme alışkanlıklarını suçlayamam. Yiyorum, tatlı, şekerli ne varsa yiyorum. Spor yapmaya çalışıyorum ama iki günde erimeyi beklediğim ve bu mümkün olmadığı için pes edip bırakıyorum. O zaman internet yok. Gazetelerin eklerindeki yedi günlük rejim listeleriyle, çizimli açıklamalı egzersizlerini kesip onlardan medet umuyorum, sonra sinirlenip yırtıp atıyorum. Patatese benziyorum işte, patatese benziyorum!


Sonraki yıllar, uzun süreler aç bırakıyorum kendimi. Günde bir öğün, o kadar. Günlerce sadece portakalla ekmek, o kadar. Diyet bisküviyle kiraz, çünkü bisküvinin tadı çekilecek gibi değil. Arada dondurma hediye ediyorum kendime. Kilo veriyorum. 47 kilolara kadar düşüyorum. Nasıl mutlu oluyorum. Biri dese ki, “Zaten ufak tefeksin, bu kadar zayıflayınca iyice çocuk gibi oluyorsun” kendime geleceğim belki. Ama kimse demiyor. Bilsem ki biraz egzersize başlasam ve hayatımın su gibi, hava gibi bir parçası olsa, eksik etmesem, zaten şekillenerek inceleceğim. Bilmiyorum.


Anneme, sülalenin diğer kadınlarına benzemekten korkuyorum. Kat kat karınları var, kalın bir yağ tabakası ile çevrelenmişler. Yiyorlar, yağlı hamur işleri, tereyağlı mantılar. Tavada eriyen o yağa banılan ekmeklerin yenişi gözümün önünden gitmiyor. Ömrüm boyunca ekmeğin üzerine iki kere tereyağı sürebildim. Yiyemiyorum, midem bulanıyor.


Bol, dökümlü giyeceklerle bedenlerini kapatan o kadınlara benzemek istemiyorum. Bedenimden utanmak istemiyorum. Bedenimi saklamak istemiyorum. Fakat bir arıza var. Bedenimden nefret etmediğimde, onunla gururlanıyorum. Kilo vermelerin, incelmelerin ardından makbul hale getirdiğim bedenimi sergilenecek bir “şey” olarak görüyorum.


Bugün, insanın uğraştığı hastalıkların, bedenine nasıl muamele ettiği ile yakından ilgili olduğunu biliyorum. Meselâ inceliklerinden önce iki bacağımın olmasını önemsiyorum. İnce ince sokaklarda salınmak değil, o sokaklara çıkabilecek fizikî kabiliyete sahip olmak önemli. Gerisi kendiliğinden olur, oluyor farkındayım.


Neyse ki farkındayım. Olduğum yerde otlamaya da devam edebilirdim. O rejimden bu rejime atlar, bir spor salonundan diğerine koşar, aynalarda vitrin camlarında kendimi çekiştirip dururdum.



12. bölüm 21 Şubat 2020 Cuma www.hthayat.haberturk.com’da....


Önceki bölümler...

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.