“Arkadaşız biz, konuşalım anne-kız” diyor. İçimden kahkaha atmak geliyor. Annem, ben ve arkadaşlık? Onu peşimde gezen polis, sorguya çeken savcı, mahkûm eden hâkim, her daim evin generali olarak görmüşüm, iki dakikada nasıl arkadaş yerine koyacağım? Beni o âna kadar işlemediğim suçlardan enselenme korkusuyla yaşatmış birine nasıl güvenip açılacağım?
Susuyorum. O devam ediyor: “Dün sen okuldayken biri aradı. ‘Kızınızın erkek arkadaşı var’ dedi.” Bak sen! Kapatırken de “Bir dost!” diye ekledi mi acaba? Monolog bir süre devam ediyor. Ben odaya geçiyorum ders çalışmak için. Üniversiteye girmem lazım. Hemen o sene girmem lazım. Mümkün değil, annemle evde bir yıl baş başa kalamam.
Arkadaş olma gereği duyuyor benimle. Çünkü günden güne soluyorum. Aşık olduğumu biliyor. Ama sevgilimden ayrı düştüğümü bilmiyor. Ara sıra çalan, kimseye fırsat bırakmadan koşup açtığı, o “Alo” dedikçe arayanın konuşmamakta ısrar ettiği telefonlardan bir şeyler çıkarmaya çalışıyor. Günlük yazmayı, onun okuduğunu anladığım gün bıraktım. Yazmaya devam ediyorum, ama hemen ufalayıp çöpe atıyorum. Artık birinci ağızdan hayatımdan haber alamıyor. Ne var ki ağzımdan da laf alamıyor. “Hastalanıyor musun, hastalanmıyor musun diye pedlerini takip ettim” diyor. Hah, bir takip etmediğin pedlerim kalmıştı! Hamile değilim diye rahatladın mı?
“Sen çok sıkıldın. Psikoloğa gidelim” diyor. Yürüye yürüye Kızılay’a gidiyoruz. Psikolog yok, psikiyatr var. Benimle beraber içeri giriyor. İki sandalyenin birinde ben, birinde o, öyle karşılıklı oturuyoruz. Tonton psikiyatr da bu durumu yadırgamıyor. “Hanım sen bizi dışarıda bekle” demesini bekliyorum. Demiyor. “Üniversite sınavına hazırlanıyorum. Biraz stresliyim” diye geveliyorum. Annem de kendi cümleleriyle benim sözlerimi tekrarlıyor. İlle de son konuşan o olacak. Sıkılan benim, sıkıntımı anlatan annem. Tonton psikiyatr bana Polyannacılık oynamamı önerip Passiflora yazıyor.
Eczaneye yürürken sessizliği bozan yine annem. “Öyle el ele gezip tozmak, sokaklarda öpüşmek bize göre şeyler değil.” Haydaaa! Passiflora almaya giderken aklına öpüşmek nereden geldi? “Sokaklarda öpüşmüyorum ki” mi desem, “Niye bize göre olmadığı” kısmını mı irdelesem? İstediği kadar zorlasın kendini, kadının içinde arkadaş yok. Arkadaş olmadığı gibi ufacık bir anlayış, şefkat de yok.
Çok düşünmüşümdür. Acaba hiç kadın olmadı mı annem? Hiç ergen olmadı mı? Hiç genç kız olmadı mı? Hiç âşık olmadı mı? Hiç hayali olmadı mı? Hiç sevmedi mi? Diyelim çocuk, genç kız, kadın olmasına izin vermediler. Peki insan olması da mı yasaktı?
Halinin, tavrının, sorularının, sözlerinin on yedi yaşındaki bir genç kızın kalbini nasıl sıkıştırdığının hakikaten farkında değil mi? Ağır stres altındaki, fevkalade mutsuz, yabancının kızını da değil kendi kızını konuşa konuşa iki taş arasında nasıl öğüttüğünü tahmin edemiyor olabilir mi? Yaptığının adı ne bilmiyorum, ama benim hissettiğim işkence. Ruhum acıyor.
Neler yaşadı ki ya da neler yaşayamadı ki, kadınlığa dair her konuda bu kadar kalpsiz olabildi? Diyelim ona her şey yasaktı, her hevesi kursağında kaldı. Şimdi tek seçeneği kendi kızına da her şeyi yasaklamak ve heveslerini tek tek kursağında bırakmak mı?
Bildiğim bir şey var ama. Tercih hakkı olmadan büyüyen çocuklar ya pısırık ya da saldırgan oluyor. Ya itaatkâr ya asi. Ya aşırı toleranslı ya tahammülsüz. Ortasını bulmaları uzun yıllar alıyor. Ve bugün kız çocuklarının seçenek hakları olmadan büyümelerinin, büyük haksızlık olduğunu söylediğimde, karşı tezler geliştirenler had safhada asabımı bozuyor. Meselâ herkesin kendi çocuğunu istediği gibi yetiştirme hakkı olduğunu söyleyenin, “Tabii ama onu da aldığı eğitime göre değerlendirmek lazım” diyenin ağzının ortasına bir tane çarpmak... istemiyorum, fakat ona gidip en az birkaç yıl katı bir annenin kızı olarak, ona itaat ederek yaşamayı teklif ediyorum. Sonra gelsin anlatsın bakalım, neler yaşadı, fikirlerinde bir değişiklik var mı, yok mu.
3. bölüm 21 Ocak 2019 Salı www.hthayat.habertruk.com’da...
Önceki bölümler...
YORUMLAR