8 Mart’la birlikte, kadının ilerleyişinde karşılaştığı farklı güçlüklere ışık tutuluyor. Bu güçlüklerden biri de, çocuk sahibi olmayı seçen kadınların çocuğa ve eve bakarak kendi bireysel ilerleyişlerine fırsat bulamamaları. Kadının güçlenmesi ve bilinçlenmesi, aslında çocuğuna fiziksel ve ruhsal olarak daha nitelikli bakım vermesini sağlıyor. Kadının bireysel ilerleyişe fırsat bulabilmesi içinse zamana ve ekonomik özgürlüğe ihtiyaç ön plana çıkıyor.


Çocuğuna bakmak için işten ayrılıp bir daha iş bulamayanlar… Bakıcı ve büyükannelerle birlikte büyütmeye çalışıp bir yandan da iş hayatında kalmaya çalışanlar… Kadınların birbirini eleştirdiği, birbirlerinin tercihlerini sorguladığı ama aslında herkesin el atması gereken bir alan: Çocuk bakımı… Çocuk bakımı nitelikli ve dengeli şekilde halledildiğinde kadının iş gücüne katılımı kolaylaşıyor. Uzun çalışma saatleri ve düşük ücretler ise kadınları çalışmaktan vazgeçmek zorunda bırakıyor.


Konu, herkes için zor… “Çocuk bakımı” şeklinde iki kelimeye indirildiğinde çocuğun sadece fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak gibi görünse de aslında derinlikleri olan ve etkileri geniş bir çevreye, sonraki kuşaklara, toplumun genel ruh sağlığına ve refahına kadar yayılan bir konu. Peki, çocukların yaşamı neden tüm toplumu ilgilendiriyor? Buna biraz daha detaylı bakmakta fayda görünüyor.


İlkel kabilelerde de, en gelişmiş toplumlarda da herkesin bir görevi bulunuyor. Çocuklar ise gelecek yıllarda bu görevleri üstlenecek olan küçük yaştaki bireyler… Çocukları birey olarak görüp şimdiki ihtiyaçlarına, ayrıca onları doğuran ve birincil bakım veren annelerinin ihtiyaçlarına öncelik vermek ise toplumun gelecekteki iyiliği ve refahı için son derece önemli. Hayatın can damarlarını sırtlayıp yürütecek olan çocuklar için kadınların da nefes alması, beslenmesi, güçlenmesi gerekiyor.


“Bir veya birkaç on yıl sonra nasıl bir ortamda yaşamak istiyorsunuz?” diye sorulduğunda, şimdinin çocukları yetiştiren kadınların ne durumda olduğuna da bakma gereği ortaya çıkıyor. Çocuk bakımını sadece kadının işi olarak görmek artık ne ruhsal olarak ne de ekonomik olarak toplumları iyiye götürmüyor. Meslek sahibi olan kadın, çocuğunun bakımı için yeterli kreş ağı olmadığı için, aşırı uzun çalışma saatlerinden dolayı, aldığı ücret yeterli karşılığı vermediği için çocuğunun bakımını tek başına üstlendiğinde tablo ağırlaşıyor. Hâlbuki çekirdek aileden başlanarak çocuk bakımı ve ev işi dengeli şekilde paylaşıldığında, piramidin en üstüne kadar tüm toplum olumlu yönde etkileniyor.



Kadınların bitmeyen ikilemi: İş ve aile yaşamı arasında kalmak

Akademisyen Nurşen Adak, “Kadınların İkilemi: İş ve Aile Yaşamı” başlıklı makalesinde önemli noktalara dikkat çekiyor. Ailenin yaklaşık yüz elli yıl önceki endüstri devrimine kadar hem tüketim hem de üretim birimi olduğunu, ancak üretimin günümüzde artık dışarıda olduğunu hatırlatıyor. “İş” evin dışına, farklı mekân ve zamanlara taşınmış durumda. Aile ve iş mekânsal olarak ayrışsa da iş ve ailenin halen birbirine ihtiyacı var, birbirleriyle yakından ilgililer ve birbirlerini etkiliyorlar.


Cinsiyet rolleri, kadının işgücüne katılımı için hala kadınlık rollerini belirleyici olarak görüyor. Öğretmenlik, hemşirelik gibi “kadına uygun” meslekler halen çoğunlukla teşvik ediliyor. Kadının geliri, ek gelir veya aile bütçesine katkı olarak görülüyor. Kadın, kendini geçindirebilme özelliğini zaman içinde yitiriyor. Ailenin geçindirilmesi görevine kadın ve erkeğin işbirliği olarak bakılmak yerine, aileyi geçindirmede görevli kişi halen erkek olarak kabul ediliyor. Kadınlar çocuk bakımı ve ev işleri dolayısıyla bunda görev alabilecek halden mecburi olarak uzaklaşıyor. Erkekler ise bir yakın çevre ve network oluşturarak güçlerini arttırabiliyor.



Kadının iş gücüne katılmasıyla ilgili başka bir önemli nokta daha bulunuyor. Endüstri devriminden beri kadına, iş gücünde ihtiyaç duyulması halinde yer açılıyor. Kadının öncelikli rolü, aile ve doğurganlık üzerine yoğunlaşıyor. Halbuki kadın, doğurganlık enerjisini yaşamın birçok alanında kullanabilecek çok daha yüksek bir potansiyel taşıyor. Ev içindeki üretim zaten ücretlendirilmiyor. Dolayısıyla kadının kazanç elde etmek, ekonomik özgürlük kazanmak veya eş ölümü, boşanma gibi durumlarda geçinebilmek için ev dışında bir işte çalışması gerekiyor.


Denge ve işbirliği için ilerleme var ancak yolumuz uzun

Kadının çalışma özgürlüğüne sadece geçim sıkıntısı yönünden bakmak, geçim sıkıntısı çekmeyen ailelerde kadının çalışmayabileceğini düşünmek yanılgıya götürebiliyor. Kadının çalışması sadece para kazanma amaçlı değil, bireysel gelişimini sürdürebilmesi için de önemli etkiye sahip. Gelir getiren bir işte çalışan ve çalışmayan kadınlarda duygusal öz-farkındalık düzeylerini inceleyen bir araştırmada 19-73 yaş aralığındak kadınlar incelenmiş. İki grubun puanları karşılaştırıldığında, gelir getiren bir işte çalışan kadınların duygusal öz-fakındalık düzeylerinin çalışmayan kadınlara oranla daha yüksek olduğu bulunmuş. Kadın, eve dair konuların dışında bir yaşama katılmadığında, 7 gün 24 saate yayılan emeğinden gelir elde etmediği müddetçe, fark etmeden de olsa ruhsal açıdan zayıflıyor, kendisini tanıma ve duygusal olarak düzenleme yeteneklerini yavaş yavaş unutabiliyor.


Konunun birçok boyutu var. Kadın iş gücü olduğunda işverenlerin yaptığı düzenlemeler, hukuki haklar, çalışma yaşamında toplumsal cinsiyet eşitliği; ayrıca kırsaldan kente göç olduğunda kadının iş gücünden uzaklaşması, kentte ise erkeğin kariyerinde ilerledikçe kadının çocuklar dolayısıyla kendi kariyerinden vazgeçmesi gibi konular da var. Kadın emeği, özellikle kadın örgütleri tarafından değerlendiriliyor ve kadınlara yönelik hizmetlerin bir kısmını resmi yönetimler dışında da üstlenebiliyor. Ancak sadece kadın örgütlerinin değil, kadın-erkek tüm toplumun anlayış geliştirmesi ve uygulamada değişikliklere gitmesi lazım. Yol halen uzun.



Aile içinde anlayış ve destek şart

Aile ve iş yaşamı arasındaki ilişki kadınlar için önemli bir ikilemi oluşturuyor. Kadının işgücüne katılımı, aile içi ilişkilerinde bazı değişiklikleri de beraberinde getiriyor. Çalışmayan kadın zaman ve enerjisinin neredeyse büyük çoğunluğunu ailesi için kullanırken, çalışan kadın iş ve aile yaşamı arasında denge kurmak durumunda oluyor. Bu dengeyi sağlayabilmek özellikle işbölümünün geleneksel cinsiyet rolleri temeline göre ayrıldığı toplumlarda daha güç oluyor. Kadın iş hayatında ilerledikçe, aile içindeki dinamikler kadını desteklemek yerine zorlayıcı hale geliyor.



Toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar geliştirilmesi ve kadınlara yönelik hizmetlere öncelik verilmesi gerekiyor. Kadınlar hamilelikten itibaren doğum ve bebek bakımıyla birlikte fiziksel ve ruhsal olarak yıpratıcı bir süreç yaşıyor. Kadınlar temel yaşamsal ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale geliyor. Dinlenmek, eğlenmek, kültürel olarak beslenmek adeta hayal haline geliyor. Cinsiyet eşitliği lafta kalmadığında kadın da çocuğunu her yönden beslemek için donanımlı hale gelebiliyor. Çocuk bakımı konusu ise toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda önemli bir sorun alanı olarak halen çözülmeyi bekliyor.



Burada kelimelerin de dikkatli kullanılmasında fayda var. “Çalışan kadın” ve “Çalışmayan kadın” olarak ayrım yapıldığında, kadının evde ürettiği emeğin ekonomik karşılığı göz ardı ediliyor. Kadın kendi çekirdek ailesinde mevcut koşulları içinde tercih yapmak zorunda kalırken, içinde yaşadığı sistem tarafından ne kadar desteklendiği de önemli oluyor. Ailenin çeşitli politikalarla kurumsallaşması da kadının çalışma yaşamında yer bulmasının önünü tıkayabiliyor.


Hâlbuki modern toplumlarda Ekofeminizm gibi ekoller kadının dört duvar arasında kalarak, dışarıda çalışan erkeği desteklemesi üzerine değil, kadının varlığını yaşamın tam ortasında yer alması yönünde varlığını onurlandırıyor ve destekliyor. Yaşamın doğumdan ölüme, tüm alanlarında kadının alan tutan, besleyen, gözeten taraflarını ön plana almak aslında modern toplumlar için de değerli bir model sunuyor.



Sosyolojik yaklaşımlar temelinde aile konusunda birçok teori geliştiriliyor. Bir kuram, sanayileşme ve kentleşmenin aile ve evlilik rollerini değiştirerek aşk, evlenme, çocuk ve boşanmanın yeniden tanımlanmasına yol açtığını söylüyor. Biri, toplumsal değişmeler ailenin işlevlerini aşındırdıkça aile bağlarının zayıfladığını ve boşanmaların arttığını belirtiyor. Bir diğeri ise, erkekler ekonomik yaşamı kontrol ettiğinde boşanmaların azaldığını söylüyor. Boşanmalardaki artışın, kadın-erkek arasındaki güç dengesinin değiştiğinin göstergesi olduğunu öne sürüyor. Tüm bunlar toplumdaki değişimi incelemek için farklı bakış açıları sunuyor. Ancak zaman hızlı akıyor ve annelerin, babaların, çocukların ihtiyaçları olanca canlılığıyla devam ediyor.


Çözüm için: Sizin ihtiyacınız nedir?

Aile dinamikleri söz konusu olduğunda herkesin ihtiyacı farklılaşıyor. Toplumsal sistemin değişmesi zaman alsa da, çekirdek aileden ve ilişkilerden başlayarak bir değişim başlatmak mümkün. Ailenin günlük yaşantısında yapılacak birkaç değişiklik bile içerideki gerilimi azaltmak için oldukça etkili olabiliyor.


İş bölümünü gözden geçirin

Evdeki iş bölümü yeterli eşitlikte değilse kadın kendini geliştirmek için ev sarmalından çıkamıyor. Eğer siz de ev işlerini paylaşmak konusunda eşinizden yeteri kadar destek alamadığınızdan yakınıyorsanız ilk adım, iletişim. Bu konuda erkeklerin bilinçli davranması çok şey değiştirse bile, öncelikle prensipte anlaşmak ve anlayışı oturtmak gerekiyor.


İhtiyaç duyduğunuz eğitimleri alın

Eğitim, kadınların evin özel alanından çıkıp kamusal alana karışabilmesi için önemli bir araç. Eğitim düzeyi ilerledikçe işgücüne dahil olma ve tutunma oranı artıyor. Yüksekokul veya üniversite mezunlarının %70’i işgücüne katılıyor. İşgücüne katılamayan %30’luk bir kesimin olması da dikkat çekiyor. Mesleğiniz için ihtiyaç duyduğunuz eğitimleri almanın aileye olan geri dönüşünü hesaba katın ve bütçe ayırmak konusunda çekingen davranmayın.


Çocuk bakımında önceliklerinizi belirleyin

Çocuğa öncelikli olarak annenin bakması ile ilgili inancınızın bilimsel olarak temeli elbette ki bulunuyor. Özellikle ilk 2 yıl, bakım veren kişiyle olan bağlanma türü, gelecekteki ilişkileri yürütmeyi ve hayattaki güçlüklerle başa çıkmaya yönelik özyeterliliği etkiliyor. Bu noktada çocuğunuzun bakımında sadece fiziksel ihtiyaçları değil, duygusal olarak yeterli ilgiyi alıp almadığını gözden geçirin. Iş hayatında kalmayı seçtiyseniz, iş dışındaki zamanlarda ev işleriyle vakit geçirmemek için ailece sistem kurun.


Uzman İlişkiler, Kurum, Yönetici ve Yaşam Koçu Ebru Erşin ise zaman yönetimi kavramına dikkat çekiyor: “Pek çok insan, zaman yönetimini sadece iş hayatına dönük bir kavram olarak düşünür. Oysa Zaman Yönetimi, dünyanın en zor mesleklerinden biri olan annelik için belki de hayat kurtaran önemdedir. Zaman yönetimi uygulamasının hayata geçirilebilmesi için olmazsa olmaz kurallardan biri de bu konuda eşlerin göstereceği işbirliğidir. Yapacağınız akılcı planlar, işbirliği yapmayan ve sizin planlarınıza uyum göstermek konusunda ilgisiz bir eş ile uygulanabilirliğini kolayca yitirecektir.” Erşin, uygulama konusunda ise yapılacak işleri önceden planlamayı, öncelik sırasına göre düzenlemeyi ve her biri için süreler öngörmeyi, gerektiğinde bir akıl defterine yazmayı öneriyor. “Hayatımız için zaman yönetimi yaparken, insani tüm ihtiyaçlarımızı göz ardı etmemeyi de öğrenmeliyiz. Bu yüzden planın ilk adımı olan 'Yapılacak İşler' başlığını oluştururken mutlaka sosyal, fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarımızı bir bütün halinde düşünmeye özen göstermeliyiz.”



Derleyen: Senem Tahmaz



Referanslar:


“Kadınların İkilemi: İş ve Aile Yaşamı” Nurşen Adak (2007) “Sosyoloji Dergisi Ülgen Oskay’a Arma Özel Sayısı. Şuradan alındı: https://www.academia.edu/21999843




“ Gelir getiren bir işte çalışan ve çalışmayan kadınlarda duygusal öz-farkındalık düzeylerinin incelenmesi” A. Tatar, H. Özdemir, B. Çelikbaş. (2018) Şuradan alındı: https://doi.org/10.25203/idd.414597


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.