İğnenin ikinci gününü yatakta bitiriyorum ve ertesi gün hastaneye gidip başıma gelenleri anlatmak, yardım istemek için saatleri sayıyorum. Doktorumun makul bir açıklaması olacağına eminim, eğer bu işin doğalı buysa beni uyarmaları gerekmez miydi?
Telefonda sık sık Serhat’la konuşuyorum. İlk başta ona çaktırmamaya çalışsam da, hem sesimden hem de evde olmamdan pek de keyfimin yerinde olmadığını anlıyor. Sanki bin kere konuşmamışız gibi kendini suçlu hissetmelere devam ediyor. “Hep benim yüzümden” diye başlayan birtakım cümleler kuruyor ve bunların hiçbirisi benim bir işime yaramıyor. Ben böyle fiziksel bir sıkıntı içindeyken, durup Serhat’ın bu saçma sapan vicdan muhasebesiyle uğraşamayacağıma karar veriyorum. Kendisine de aynen bu şekliyle bildiriyorum: “Bunları defalarca konuştuk, ben kimsenin zoruyla bir yola girmedim. Özgür irademle bir tercih yaptım. Şu anda da fiziksel olarak zorlanıyorum ve senden herhangi bir yardım istemedim. Ajanlık yaparak iyi olmadığımı anladın, şimdi de benden rol çalıyorsun!”
Oooooo, bana neler oluyor? Bunun bir level üstü, kahve önüne adam çağırmak! Valla ne oluyorsa oluyor ama rahatlıyorum. Hormonunu almış, kavgasını etmiş, üstüne de koca bir çikolata hüpletmiş regl dönemindeki bir kadın olarak huzurla yatağa gidiyorum. Niyetim Nedret döndüğünde kalkmak.
Sabah uyanıyorum. Gerçekten bu kadar uyumuş olabilir miyim? Saat 11.00’da randevum var. Nerdeyse yetişmemeye çalışıyor gibi ağır aksak hazırlanıyorum. Asker’e gidip güzel bir sandviç yaptırıyorum, motorda kendime bir portakal suyu ısmarlıyorum ve yol boyu doktora anlatacaklarımı, soracaklarımı sıralıyorum.
Doktorun kapısının önünde beklemek üzere bir banka oturuyorum. Yan tarafımda da bir çift var. Adam telefonuyla oynuyor, kadın tırnaklarını yemekle meşgul. Elinde birtakım tahliller, evraklar var. Adam oynadığı oyunda gol atamadıkça yerinde biraz doğrulup, sonra yeniden kaykılıyor. Kadının sol bacağındaki titreme gittikçe sevimsiz bir hal alıyor. O esnada doktorun kapısı açılıyor ve yanımdaki hanımefendinin ismi söyleniyor. Kadın adama dönüp, “Sen de gel” diyor. Hemşire kapıdan, “Evet buyurun siz de gelebilirsiniz” diyor. Adam gözünü telefondan hiç çekmeden, “Yok yauv, siz halledin kendi aranızda” diyor.
Olduğum yere çakılıyorum. Ben buraya gönüllü olarak yalnız geldim. Benimle zaten hep ilgilenildi, bu durum özelinde bir ilgiye ihtiyacım olduğunu düşünmedim de hissetmedim de. Ama hissetseydim, yalnız kalsaydım, hoş tutulmasaydım? Yine de bu yola girer miydim? Bu kadın kendine bir arkadaş, bir yaren, bir anlayan mı doğurmak istiyor? Neden burada? Siz kendi aranızda halledin diyen bir adamla böyle eziyetli bir yola girilir mi?
Bütün hikâye bizim üzerimizden dönerken, biraz ayıp olmuyor mu?
Önceki yazılar
YORUMLAR