İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır ve yaşamın ilk anlarından itibaren çevresiyle etkileşim halindedir. Ancak bazı bireyler için bu etkileşim süreci, diğerleri kadar kolay veya doğal akışında ilerlemeyebilir. Özellikle kalabalık ortamlara girmek, yeni insanlarla tanışmak ya da bir topluluk önünde konuşmak, kimileri için baş edilmesi güç bir kaygı kaynağına dönüşebilir. Sosyal Anksiyete Bozukluğu olarak adlandırılan bu durum, bireyin "rezil olma" veya "eleştirilme" korkusuyla kendini sosyal hayattan soyutlamasına neden olan zorlayıcı bir süreçtir.
Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, bu kaygı durumunun tek başına ortaya çıkmaktan ziyade, başka durumlarla el ele yürüdüğünü gösteriyor. Çocukluktan yetişkinliğe uzanan bir nörogelişimsel farklılık olan Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), anksiyete ile oldukça yakından ilintili bir durum. Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi'nden araştırmacılar, 2001 ile 2025 yılları arasında literatüre giren çalışmaları inceleyerek, DEHB ile sosyal anksiyete arasındaki karmaşık ilişkiyi mercek altına aldı. Elde edilen sonuçlar, bu iki durumun birbirini tetikleyen güçlü bir bağa sahip olduğunu ortaya koyuyor.
Kaygılı hissetmek başka, kaygı bozukluğu başka
DEHB yalnız gelmiyor, yanında kaygıyı da getiriyor
Araştırmacılara göre DEHB, sadece dikkat dağınıklığı ya da hareketlilikle sınırlı kalan bir durum değil. Yapılan incelemeler, DEHB tanısı almış bireylerin önemli bir kısmının aynı zamanda sosyal anksiyete belirtileri gösterdiğini kanıtlıyor. Raporlara göre DEHB tanısı alan bireylerde sosyal anksiyete bozukluğunun görülme oranı %15 ile %35 arasında değişiyor.
Bu oran yetişkinlerde yapılan bazı çalışmalarda daha da dikkat çekici seviyelere ulaşıyor. Örneğin toplumun geneli üzerinde yapılan taramalarda, DEHB'li yetişkinlerin yaklaşık %29'unun aynı zamanda Sosyal Anksiyete Bozukluğu yaşadığı tespit edilmiş durumda. Bu durum, DEHB'li bireyin sosyal yaşamında karşılaştığı zorlukların tesadüf olmadığını, altta yatan güçlü bir komorbidite (eş zamanlı görülme) durumu olduğunu gösteriyor.
Çocuklukta maruz kalınan eleştiriler yetişkinliği etkiliyor
Peki DEHB'li bireyler neden sosyal kaygıya daha yatkın? Uzmanlar bu sorunun cevabını, çocukluk dönemindeki deneyimlerde ve çevresel tepkilerde arıyor. DEHB'li çocuklar, dürtüsel davranışları veya odaklanma sorunları nedeniyle ebeveynlerinden, öğretmenlerinden ya da arkadaşlarından sık sık sert uyarılar alabiliyor.
Sürekli "yapma", "dur", "dinlemiyorsun" gibi eleştirilere maruz kalmak veya akranları tarafından dışlanmak, çocuğun benlik saygısını zedeleyebiliyor. Araştırma, çocuklukta yaşanan bu tür travmatik olayların ve olumsuz geri bildirimlerin, ilerleyen yaşlarda kişinin "alay edilme" korkusu geliştirmesine zemin hazırladığını belirtiyor.
Bu korku zamanla yerleşiyor ve birey yetişkinliğe adım attığında, sosyal ortamlarda hata yapmaktan çekinen, sürekli kendini denetleyen ve kaygılı bir ruh haline bürünebiliyor. Yani çocukluktaki "yaramazlık" etiketleri, yetişkinlikte "sosyal çekingenliğe" dönüşebiliyor.
İlginizi çekebilir: Dikkat dağınıklığı olan çocuklara özel etkinlikler
Beyin işlevlerini "kilitleyen" ikili
DEHB ve sosyal anksiyetenin bir arada görülmesi, sadece duygusal değil, bilişsel süreçleri de derinden etkiliyor. Araştırma sonuçları, bu iki durumun birleştiğinde bireyin nörobilişsel işlevlerinde daha belirgin bozulmalar yarattığını gösteriyor.
Özellikle dikkat sürdürme, dürtü kontrolü ve çalışma belleği gibi alanlarda yaşanan sorunlar, anksiyete devreye girdiğinde daha da ağırlaşabiliyor. Kişi bir yandan odaklanmaya çalışırken, diğer yandan "Acaba yanlış bir şey mi söyledim?", "Herkes bana mı bakıyor?" gibi kaygılı düşüncelerle boğuştuğu için zihinsel performansı düşebiliyor. Bu durum akademik başarıyı ve sosyal uyumu olumsuz etkileyerek kişiyi bir kısır döngünün içine hapsedebiliyor.
Uzmanlardan bütüncül yaklaşım önerisi
Araştırmacılar, bu karmaşık tablonun yönetilmesinde tek yönlü bir bakış açısının yeterli olmayacağını vurguluyor. DEHB ve sosyal anksiyetenin iç içe geçtiği durumlarda, uzmanlar şu adımların atılmasını öneriyor:
Sadece ilaca odaklanmayın: Farmakolojik destekler belirtilerin yönetiminde kullanılsa da, tek başına yeterli olmayabilir. Sürecin psikoterapi ve psikososyal desteklerle güçlendirilmesi gerekir.
Sosyal beceri eğitimleri: Bireyin sosyal ortamlarda kendini daha rahat hissetmesi için sosyal beceri eğitimlerinin tedavi planına entegre edilmesi büyük önem taşıyor.
Aile ve okul işbirliği: Özellikle çocuklarda, okul ortamında ve aile içinde destekleyici bir tavır sergilenmesi gerekiyor. Ailelere yönelik psiko-eğitim çalışmaları, çocuğun yargılanmadan anlaşıldığını hissetmesini sağlıyor.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Kaygı yönetimi konusunda kanıtlanmış bir yöntem olan BDT'nin, destekleyici sürecin bir parçası olması öneriliyor.
Sonuç olarak, DEHB sadece bir "dikkat" meselesi değil, aynı zamanda duygusal ve sosyal boyutları olan kapsamlı bir durumdur. Uzmanlar, sosyal anksiyetenin DEHB'ye eşlik edebileceğinin farkında olunmasının, bireylerin yaşam kalitesini artıracak doğru destek mekanizmalarına ulaşmaları açısından kritik olduğu görüşünde birleşiyor.
Kaynak: Berke Sabancı, Gülse Karaçiçek, Manolya Çalışır. "The Examination of the Relationship Between Attention Deficit Hyperactivity Disorder and Social Anxiety Disorder: A Review Study". Şuradan alındı: https://eassjournal.com/index.php/pub/article/view/64/33.
Milyonların hastalığı anksiyete bozukluğu