Ebeveynlik: Evliliğin nirvanası
32 yaşımdayım.
Bugün evliliğimizin 10. yılı bitti desem inanır mısınız?
Hayır ben şahsen inanamıyorum da ondan...
Koskoca on yıl. Üç farklı kıta, beş farklı şehir, başka başka evler, arabalar, eşyalar. Dersler, okullar, yüksek yüksek okullar, arşı aşrı memleketler, gurbetler, gitmeler, gelmeler, planlar, planlar, planlar, sonra o planlarda yaşanan kadersel değişiklikler, teslim olmayı öğrenmeler, rüzgarla uçmayı başarmalar, birlikte düşe kalka büyümeler...
Bu on yılın beş senesi çocuksuz geçti. O beş senenin ilk üç hatta dört senesi de sıklıkla kavga ederek! “Ben benim, sen de sensen nasıl biz olacağız?” diye sormaya tenezzül bile etmediğimiz sonsuz ‘sen’ ve ‘ben’ kavgalarımız oldu. Sonra baktık bu iş böyle yürümez, bu deve sanırsak ki böyle güdülmez. Eh ya bu deveyi güdeceğiz, ya bu deveyi güdeceğiz diyerek ilahi bir şekilde karşılıklı sakinleştikten sonra o tahterevallide hep denge pozisyonunda olmak zorunda olmadığımızı fark ettik sanırım. Yani bazen o yukarıda olabilirdi, bazen ben. Bazen o beni yukarıda tutmak için var gücüyle çaba sarf etmeliydi, bazen de ben. Bazen kendiliğinden denge durumuna da ulaşabilirdi her şey ve ama ‘uyum’ denen şey hep dengede olmaktan ibaret değildi, anlamıştık. Bir elmanın iki yarısı değildi hiçbir çift, aslolan belki sadece iki balon gibi olabilmekti. Yan yanayken biri çok şiştiğinde sönmeyi bilebilmek, eş zamanlı olarak yalnız başına da uçmayı hiç unutmamak...
Geçti mi böyle böyle koskoca beş sene...
Sonraki bir yılında da ha geldi ha geliyor derken bebek vardı gündemde. Bebeğimiz. İkimizden birer parça; bir anda hayatımızın orta yerine düşen ve sürekli ağlayan bir varlık!
Eh işte kalan dördünde de anneyim, sevdiğim adam da baba.
Bugün evliliğimiz güneşin etrafında yeni bir tura başlamışken yine yeniden bir bebek daha taşıyorum. Seneye bu zamanlar nasip olursa iki kişi başladığımız yolculuğumuz bi’bakmışız dört kişi. Dört!
Ama asıl anlatacaklarım işte tam buradan sonra başlıyor.
Bebeklikten çocukluğa doğru adım attıkça o ‘ikinizden bir parça’ ve anlamaya çalıştıkça o bacak kadar boyuna rağmen dünyalardan büyük kalbi olan aşkınızın meyvesini; insan o zaman fark ediyor. Daha doğrusu anlamaya başlıyor onca yıl neden kavga ettiğini. Çünkü aşık olup, ölüp bayılıp hayatı paylaşmaya başladığın sevgilinle aynı evin içine girmek demek onun koca bir geçmişi temize çekmesine tanıklık etmek demek.
Ben anne olduktan sonra tanıdım sevdiğimin adamın içindeki gerçek çocuğu. Açık yaralarını, örselenmiş yanlarını, bugüne dek toparlayıp yapıştıramadığı paramparça edilmişliklerini.
Ben anne olduktan sonra fark ettim kendi içimdeki gerçek çocuğu; dikiş tutmayan ve hatta hiç farkında olmadığım ama oluk oluk kanayan yaralarımı. Üzerlerine örttüğüm örtüler uçuştuğunda görüverdim kırılıp un ufak olmuş kalbimin parçalarını.
Ebeveynlik evliliğin nirvanası evet. Çünkü anne baba olmak karı-kocalığın en büyük sınavı. Başta çok zorlandığın, batsın bu dünya diyerek jiletlere göz kırptığın; zamanla o evde aslında bir değil aynı anda üç çocuğun şefkate ihtiyacı olduğunu fark ettiğin ve sakinleştiğin...
Kolay mı? I-ıh. Değil. Üzgünüm ki hem de hiç kolay değil. Fark etmek, yüzleşmek, iyi olmaya çabalamak, iyileşmek, iyi hissetmek, iyi hissettirmek.. Hiçbirisi kolay değil ve ama yolun sonu sanki fırtınadan kurtulup geminle sakin bir limana demir atmışçasına huzur ve şükür dolu.
Peki her gün böyle mi? I-ıh cicim. Değil. Üzgünüm ki ne ebeveynlik ne de evlilik diyarında her gün güneş pırıl pırıl parlarken rengarenk kelebekler başınızda uçuşmuyor. Kesin bilgi.
Ve ama güneş olmasa da ısınmak, kelebekler uçmasa da göçmen kuşlarla mutlu olmak hep mümkün. Çünkü sağlık var. Çünkü şükredecek çok ama çok şeyimiz var. Bu da başka bir kesin bilgi.
Ha sorarsanız ki ‘Nasıl?’
Ey canım yeni evliler, taze anne babalar!
Muhtaç olduğunuz kudret, damarlarınızda kan diye akan, hücrelerinizi oksijen olup besleyen o mucizevi iksirde gizli: A-Ş-K.
Eh yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim...
YORUMLAR