Şiddetin mesajı

Şiddet, sahip olduğumuz en ilkel dürtülerden biridir.

İnsan, ilkçağda kendini vahşi doğaya ve hayvanlara karşı korumak ve avlanmak için kullandığı silahı bugün hala kullanmaya devam etmekte.


Bugün, bu iletişim çağında şiddete dayalı ilişkiyi sürdürmek, insanın evrimleşmesi yönünde oluşan en büyük engeldir sanırım.


Şiddeti tanımadan gelişmek mümkün değil.


Şu anda insanlığın en büyük sınavı bu.


Farkında olmamak bir şiddettir.

Şiddet burada başlar.

Bilinç olmayan yerde yaşamın sürekliliği, uyumu ve kusursuz iş birliğinden uzaklaşmaya başlar insan.

Bağlantıları okuyamaz olur.

Algı çok dar bir çerçevede işlevini sürdürür olur.



Yaşamın hak ettiği saygıyı görmediği sürece, ne yapılırsa yapılsın şiddet, yıkıcı yapısı ile tüm ilişkilerin içerisinde varlığını sürdürür.


Ve hiçbir alanda güvene dayalı ilişkiler kurmak ve iş birliği yapmak da mümkün değil.


Korkunun ve endişenin kısır döngüsünün içerisinde tutsak kalmaya devam edilir.


Şiddet, katman katman içimize dallanıp budaklanmış ve kemikleşmiş bir yapı haline gelen bir titreşim ve frekanstır.



Tamamen çözülmesi mümkün müdür?

Evet mümkündür.

Ama bu kolay değildir.


Şiddetin sistemden temizlenmesi ve dönüşmesi için samimi bir niyet ve yaşamın özünü anlamak için adanmışlık gerekmektedir.


Çünkü şiddet, bilinçaltına ve DNA’ya, yani en ince düşünce, hal ve hareketimize sinmiş durumda.



Şu sorulara samimiyetle cevap vererek, kendi içinde taşıdığın şiddetin boyutunu anlayabilirsin:


* Annen ve babanla olan iletişimin nasıl ve nasıldı? Onlar hakkında ne düşünüyor ve neler hissediyorsun?


* Kendine bütün gün boyu, içinden neler söylüyorsun?


* Bedeninle ve eşyalarla kurduğun ilişki nasıl?


* Kendini yalnızken nasıl hissediyorsun?


* Tehdit altındayken içine girdiğin tutum ve verdiğin tepkiler nasıl?


* Seni üzen ve kıran bir şey olduğunda bunu ifade ediyor musun? Ediyorsan da nasıl ediyorsun?


* Bitkilere ve hayvanlara olan yaklaşımın nasıl?


* Hareketlerini yumuşak ve kibar olarak tarif edebilir misin?


* Kullandığın kelimeler yapıcı mı yıkıcı mı özellik taşımakta?


* Yargı, eleştiri, şikâyet ifadenin yüzde kaçını oluşturuyor?


* Şükür ve teşekkür yüzde kaçını?



Maalesef şiddet, insanın bilinçaltına kadar yerleşerek, varlığı normal bir hale gelmiş ve onsuz nasıl yaşandığı, varolunduğu unutulmuş durumda.



Kendini net bir şekilde ifade etmekle, şiddet içeren bir iletişim kurmak arasında büyük fark var.


Birçok zaman saygı görmek için şiddet kullanılmakta. Bu illa ki fiziksel şiddet de olmak zorunda değil.


Sözel olarak, bağırarak konuşmak, tehditkâr ifadeler kullanmak, kendini ve başkasını suçlamak, küçümsemek, eleştirmek ve yargılamak, duygu sömürüsü yapmak, şiddet içermekte.



Şiddetsiz iletişimi geliştirmek için önce zihni anlamakta fayda var.


Çünkü şiddet, zihnin bedene uyguladığı basınçtır. Egonun ruhu görmezden gelerek onu bastırmasıdır.

Ve basınç olan yerde güvene dayalı serbest bir akış ve ifadenin olması mümkün değildir.


Yaşam enerjisi serbestçe dolaştığında ancak algı genişler ve her şeyin arasında bağ görülebilmeye başlanır.


Sağlığın temeli de buna dayanmaktadır.



Günümüzde gerçekleşen bilhassa kadına yapılan şiddet ise, aslında yalnızca kadına yönelmemekte. Şiddet uygulayan kadınların sayısı da az değil.


Burada şiddet gören, ruhun gücünü ve ifadesini temsil eden DİŞİ’ye yapılan saldırıdır.



Önce, insanın kendine uyguladığı şiddeti görmesi ve anlaması gerekiyor. Şiddet hepimizin içinde var ve sesimizin tonuna kadar nüfuz etmiş durumda.



Kadının kendine uyguladığı şiddet, bilhassa bedeniyle olan ilişkisinde ifade bulmakta. Bu tabii her şeyden önce yetiştirilme tarzı ile alakalı. Ve daha sonra toplum baskısı olarak devam etmekte.


Bunun için önce eğitim sistemi ve ekonomik düzenin değişmesi gerektiği kanaatindeyim.



İnsanın değer yargıları maddeye dayalı olduğu müddetçe, özgüven sorununu aşmak zor hatta mümkün olamayacaktır.


Bu noktada, kalbi değerleri tanıyarak, onları beslemek gerekmektedir.


Akıl ve Kalb, denge ile iş birliği içerisinde kullanılmazsa, saygı ve şefkat gibi hayati erdemlerin gelişmesi mümkün olamayacaktır.


Aklın işlev gördüğü alan ile kalbin alanı birbirinden çok farklı. Bu iki organizmayı önce iyi tanıyıp, sonra da her ikisini yerli yerinde kullanmakla başlamakta iş.


Akıl, kalp ile sağlıklı bir çerçeve çizerek, ona odaklanma ve disiplin getirir.


Kalp ise aklı törpüler, onu yumuşatır ve ona esneklik getirerek vizyonun genişlemesini sağlar.


Akıl, yüreğin sesini dinleyerek, onunla uyum içerisine girdiğinde evrimleşir.


Kalp ise, aklın disiplini altına girdiğinde, ifade gücü artar ve ulaştığı alan genişler.


Ve şiddet, akıl ile kalbin uyumsuzluğundan doğmaktadır diye özetleyebiliriz.


Eğitim sistemi de bu uyumu sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmezse, insanlığın şiddet konusunu aşması, bir mucize gerçekleşmediği müddetçe mümkün olmayacaktır.


Canlı olan her şey, bir fiziksel bir de ruhsal bir beden taşır.


Bu bilince, gelişmiş kadim medeniyetlerin hepsi sahipti. Bugün de dünyada bu bilinçte yaşayan yerli kabileler bulunmakta. Ve bizleri, ruhu görme, onu tanıma ve onu besleme zamanının gelip geçmekte olduğu konusunda da uyarmaktalar.


İşte ŞİDDET’in verdiği MESAJ da budur.


Sevgiyle,


ÖZ.





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.