Ebeveynler, çocuklarının geleceği için çoğunlukla kaygılıdır. Onları yaşama hazırlamak için elinden geleni -hatta fazlasını- yapan birçok ebeveyn tanıyorum. İyi okullarda okusun diye özel okul kıskacına giren, bir spor yapsın-bir enstrüman çalsın tribine fazla takılan, çocuğun isteği dışında tamamen kendi hırsıyla hafta sonlarını çeşitli kurslarla dolduran çok ebeveyn var etrafımda. Bu kadar panik ve gereksiz kurguyla eğitim yaşamları düzenlenen çocuklar ise nefes almak için ne yapacaklarını şaşırıyor. Kendilerini ifade edecek kısıtlı alanları ıskalıyorlar. Yarış atı modunun dışına çıkamıyor, yaratıcılıklarını öldürüyorlar.


Rahat bırakın çocukları! Dinleyin onları... Dünyada savaşların niçin yapıldığını anlamak için, belki de onların zamana ihtiyacı var. Barış için neler yapılabileceğini düşünmeye, yeteneklerini dünya barışı için kullanmaya gereksinimleri var. Tıpkı, Duygu Özmekik'in 9 yaşındayken yaptığı gibi...


"Öyle çocukça ve masum bir istekti ki..."

Bugün 30'lu yaşlarını yarılayan Duygu, ilkokul 5'inci sınıftayken tam da bu duygular içinde, dünya barışını hayal edip bir şeyler yapmaya karar vermişti. Dünya liderlerinin portrelerini yapmaya başlamış. İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, Dış Ticaret ve Muhasebe bölümlerinde İletişim, İşletme Becerileri ve Meslek Etiği ile Etkili İletişim derslerine giren, ayrıca Pozitif Dergisi seyahat yazarı, Duygu'nun annesi Saime Özmekik, anlatıyor:


“Duygu bir gün, zamanın başbakanı Turgut Özal'ın portre resmini yaptı ve o kadar benzetti ki, herkes şaşırdı. Bu resmi başbakana vereceğini söyledi ve bir açılışta gördüğümüz Özal’a verdi. Başbakan resmi imzaladı ve geri verdi. Kızım zamanın ABD Başkanı Ronalt Reagan, Rus Devlet Başkanı Gorbaçov, İngiltere Başbakanı Margaret Teacher, Pakistan Devlet Başkanı Benazir Butto, Kıbrıs Devlet Başkanı Rauf Denktaş’ın da portrelerini yaptı ve onlara dünya barışı için çağrı mektubu yazdı. Onlar da bu resimleri imzalayarak geri gönderip, takdirlerini belirttiler. Kızım bu imzalı resimlerden ve zamanın önemli sanatçılarının portrelerinden oluşan bir resim sergisi açtı. 1990 yılıydı... Ana haberler başta olmak üzere birçok sanat programında yer alan bu sergiye zamanın büyükelçileri de katılarak bizi onurlandırdılar. Benazir Butto o yıl içinde Türkiye'ye geldi ve burada verdiği özel bir davete Duygu’yu ve bizi de davet etti. Duygu’ya Başkanlık amblemi olan bir mücevher kutusu hediye etti. Bu daveti, Pakistan'da da olmak üzere TV'ler canlı yayınladı.”





Peki, dünya liderlerine mektup yazmak, 8-9 yaşlarında bir çocuğun aklına nereden gelir? Şu an Montreal'de yaşayan Duygu, “İçine kapanık bir çocuktum. Çoğu zaman hayatım, çizmekle ve gözlemle geçiyordu. Gözlerimi diker gözlemlerdim. Bayılırdım bakarak anlamaya” diyor. Bu nedenle çok erken yaşta okumayı alışkanlık haline getirmiş. Bu ilgisini keşfeden ailesi onu kitaplara boğmuş, en yakın kütüphaneye yazılmış. Bu arada Duygu, 1989'da Ulusal Masal Anlatma Yarışması'nı kazanmış. “Masal Kraliçesi” olmuş. Gazete, TV'lerde -hatta Alman televizyonu da dahil-ve radyolarda masallar anlatıyormuş.


İstemek, inanç ve destek, gerisi geliyor

Derken Duygu, savaş ile ilk kez yüzleşmiş ve minik yüreğinde barış isteği doğmuş. O günleri, acısını hâlâ içinde duyarak şöyle anlatıyor:

“Her hafta kucak dolusu masal kitabıyla eve gelip tüm hafta bir sonraki ziyarete kadar elimdekileri bitirmeyi hedeflerdim. Ben masalların dünyasında, yargılanmadan, fakir bir evde, ama kendi huzurlu dünyamda büyürken, bir gün TV'de; hâlâ hatırladığımda beni ağlatan bir sahne gördüm. İsrail-Filistin savaşıydı. Yaşıtım Filistinli bir erkek çocuğu avaz avaz 'Allah Allah!' diye bağırıyordu, çünkü kendi yaşlarında başka bir erkek çocuğu onun kollarını bağlamış, sırtına taşla vuruyordu. Bu bir savaştı. Büyüklerin savaşı, ama benim yaşımdaki çocukların yıkılmış gri binaların arasında birbirlerini taşladıkları bir savaş. Savaşı o zamana kadar hep büyüklerin meselesi sanan ben, dünyadaki tüm çocukların benim gibi özgür olmadıklarını acı bir biçimde öğrendim. Bunun üstüne anneme gidip; 'Ben barış istiyorum. Bu çocuklar benim gibi sanat yaparsa büyüdüklerinde savaş olmaz' dediğimi hatırlıyorum. Hemen devlet adamlarına mektuplar yazmaya başladım. Ailem yazdığım mektupları İngilizce'ye çevirtip, konsolosluk yoluyla mesajımı iletmemi sağladı. Tüm bu destekler sayesinde hayatımda şuna inandım; 'İnsan güzel bir şey isterse, istediğine duyduğu inanç ve çevresinden aldığı destekle yapamayacağı birşey yoktur'. Bu isteğimi ailem sayesinde gerçekleştirdim. Medya da çok destek oldu. Beni 'Barış meleği' ilan ettiler. Hayatımda bana verilen en güzel isim. Tabii biricik babamın koyduğu 'Duygu' isminden sonra.





Maalesef dünyaya barış gelmedi. Projem bir işe yaramadı, ama en azından bir çocuğun bile bu yolda yapabileceği birşeyler var, bunu biliyoruz. Bir de o çocuk büyüdü ve hâlâ barışın peşinden koşuyor. Bunu da biliyoruz. Oysaki ailem benim bu dileğime gülseydi ve yok saysaydı, ben şimdi değişime ve gelişime inanan ve bunun için çalışmaktan çekinmeyen bir yetişkin olabilir miydim?”


Susturulmak istenen kadınlar

Ya, Benazir Butto'nun yanına gittiğinde ne hissetmişti? Duygu, o zamanki 9 yaş gerçekliğini bugün şöyle anlatıyor:

“Benazir Butto, kendimi bana fark ettirip, bundan gurur duymamı sağlayan kadındır. Onunla karşılaştığımda henüz küçük bir kız çocuğuydum. Hayatımda hiç bu kadar güzel bir kadın görmemiştim sanki. Benim gözümde dünya güzeliydi. Erkekler arasındaki o kendine güvenli ve mütevazı duruşu, zarafeti ve bu yumuşak tavrıyla bir devlet başkanı olduğunu bilmek, bana şunu dedirtmişti: 'Ben de bir kadınım!' Bunu kendime gurur duyarak söylediğimi hatırlıyorum. Öldürüldüğünde günlerce kendime gelemedim. Ölüm haberini Milliyet Kardeş dergisi baş editörüyken ve editör yazımı yazarken TV'de gördüm. Çocuklara ne yazacağımı bilemedim. Bir anda derin bir acı kalbime saplandı, yakınımı kaybetmişim gibi. O kara cinayeti unutmadım, unutmayacağım. Şu an Uluslararası P.E.N Kanada Derneği’nin kadın komitesi üyesiyim. Onun gibi susturulmak istenen kadınlar için çalışıyorum ve bunu bir ibadet gibi görüyorum.”


Duygu bugün, Montreal'de yaşıyor. İstanbul'da Notre Dame De Sion Fransız Lisesi’ni bitirdikten sonra da üniversitede halkla ilişkiler ve reklam okudu. Ancak çocukluğundan beri hep yazar olmak istediğini söyleyen ve burada aldığı eğitim ona yetmeyen Duygu, aradığı bölümü Kanada Montréal’de buldu. Montréal Üniversitesi’nde Fransız ve İngiliz Dili Edebiyatı'nı devlet bursuyla bitirdi. Ardından Yaratıcı Yazarlık Yüksek Lisansını da burslu tamamladı. Şu an Montreal'de gazetecilik yapıyor. Yayınlanmış bir kitabı var ve yenileri üzerinde çalışıyor.



Saime Özmekik, kızıyla ilgili her şeyde kendisinin istek ve görüşlerinin her şeyden önemli olduğunu hissettirdiğini söylüyor. “Benim tereddütüm olan durumlarda ise ona bunu açıkça söyleyerek son sözü ona bıraktım ve seçimlerinde onunla beraber oldum” diyor.



Ruha iyi gelen iksir: Anne

İçine kapanık bir çocuk olarak, bu kadar dışa -hatta dünyaya!- dönük işler yapmak, beni şaşırtıyor. Duygu, “Çekingen ve korkak, ayrıca çok hassas bir çocuktum” diyerek, şaşkınlığımı artırıyor. Fakat ardından; bir anne olarak, gelecekte benim de çocuklarımdan duymak istediğim şu sözleri sıralıyor:


“Annem beni anlardı ve o kırılgan halimi anladığını hissederdim. Ama o, halimin beni kırılgan kıldığını da bilir, beni korumaya çalışmaz, aksine bana o kabuktan çıkma yollarını dünyadaki güzellikleri göstererek yapardı. Bunun sonucunda kendimi zorlayarak attığım her adımı destekler, takdir eder, överdi, sevgisini hiç abartısız ama çok içten gösterirdi. Çocukluğumdan beri annemle duygularımızdaki samimiyet ve birbirimize güvenimiz çok durudur. Kavga ve anlaşmazlıklarımızda bile birbirimize iyilik etmişizdir. O benim ruhuma iyi gelen bir iksir gibidir.”


Hedef yok, içindeki sesi dinle!

Peki, annen hep yanında mıydı, kendini sana hep hissettirdi mi, yoksa hedeflerini işaret edip, seni kendi haline mi bıraktı, diye soruyorum. “Annem bana hiç hedef vermedi” diyerek yine şaşırtıyor beni: “Ben onu mutlu görmeyi seven bir çocuktum, usluydum, ancak birşeyi istediğimden emin olduğumda çok inatçı ve istemediğimi de asla yapmayan bir karakterim var. Annem bu özelliğimi sanırım çok erken keşfetti, çünkü buna hep saygı duydu. Bana hiç hazır bir hedef sunulduğunu hatırlamıyorum.”





Buna rağmen, seçtiği hedeflerde isabetli olmasında annesinin etkisi yüzde yüz olmuş. Bunun nedenini ise şöyle anlatıyor:


“Çünkü o bana karşı hep kendi olmuştur. Üzgünse üzgün, kızgınsa kızgın, isyanlardaysa isyanlarda, kırılgan ise kırılgan, bazen ne istediğini bilmez, bazen inatçı... Ama her zaman paylaşmaya hazır. Ben annemi her yönüyle gördüm. Böylece kimsenin kimseye kendini aile içi rollerle kanıtlamak zorunda olmadığını küçük yaşımda kavramış oldum. Ailem içinde çirkin davranışlarda bulunduğumda, ilk önce tepki görürdüm, hoşnutsuzluk olurdu ancak kısa sürede unutulurdu. İnsanlığımıza verirdik. Çocuk olduğum için sinir, küskünlük ya da isyan gibi duygularım ceza görmedi. Ailemde duygularımızdan korkmadık ve paylaşmaktan çekinmedik. Bu da seçimlerimde özgür olmamı kolaylaştırdı, çünkü duygularım ve kendimle iyi de kötü de olsalar barışık oldum. Duygularınız baskılanmadığında, hedeflerinizin üstündeki perde de kalkıyor. Hedefleriniz görünür oluyor. Böyle olunca bana hayatta değil annem, kimse bir hedef vermedi. Ben içimdeki sesi dinledim. Zaten o ses çok güçlüydü. Beni aldı götürdü. Her zaman bilirim ki, anneme bir konuda fikrini sorsam her şeyi bırakıp saatlerce bana zaman ayırabilir ve bunu da çok büyük keyifle yapar. Sohbetlerimiz varış noktasından çok, yollar üzerine oluyor her zaman. Çünkü ailemde biz bu tarz paylaşımlardan büyük keyif alıyoruz.”


Hayalleri seven aile

Duygu çok şanslıymış ve içinden geleni yapmış. Ailesinin en büyük desteği ise içinden gelenleri söylediğinde onu dikkatle dinleyip gerçekleştirebilmesi için çabalamaları olmuş. “Bu hâlâ böyledir” diyor ve ekliyor:


“İstediğime ulaşmam en az benim kadar onlar için de önemlidir. Ben hiçbir zaman, gökyüzünü pembe bile görsem yargılanmadım, çünkü biz ailede hayalleri çok severiz. Özgürlüğümüz, gerçekliğimizdir hayallerimiz. Bu bakımdan ben de yargılamayı bilmem. Hatta hayalleri çok ciddiye alırım. Bundan büyük özgürlük ve mutluluk yolu bahşedilebilir mi bir çocuğa? Ailem benim için daha fazla ne yapabilir ki?”





Son söz:

Çocukları rahat bırakalım ki; annesini öldüren askere çatal uzatan çocuğu TV'de gören çocuklarımız, “Barış için ben de bir şeyler yapabilirim, yeteneklerimi bu yönde kullanabilirim” duygusunu yaşayıp, düşünebilsin. Tıpkı Duygu gibi. Böylesine saf ve çocukça isteklere, öyle ihtiyacı var ki; bu kanlı dünyanın... Gelinen noktadan, ebeveyn olarak hepimiz sorumluyuz. Bilincine varalım artık.


Hayriye Mengüç


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.