Birçok kişinin hayatları boyunca dürüst davranıp söyleyemediği bir şey itiraf etmek üzereyim: İşimi seviyorum. Daha doğrusu seviyordum.


Asla ayrılamayacağımı düşündüğüm zamanlar oldu. Büyük bir ulusal dergide, kıdemli editördüm ve iş benim için asla iş gibi değildi. Eğlence, yaratıcı insanlar, basın davetleri, açılışlar, konserler işimin bir parçasıydı. Üstelik mücadele etmeyi de seviyordum ve işim istikrarlıydı. Bir insan daha ne isteyebilir? Sonra hamile kaldım. Hamilelik iznine ayrılırken bir daha asla geri dönmeyeceğimi bilmiyordum. Çıkmadan bir hafta önce ofisimdeki kişisel eşyalarımı topladım. Ortada benden hiçbir iz kalmamıştı. Belki de derinlerde bir yerde, bebeğim doğduktan sonra bir daha buraya gelmeyeceğimi biliyordum. İstifa kararını kolay almadım. Oldukça acı vericiydi. Kendimle çok mücadele ettim ve hatta kendimi suçlu hissettim.


Bugünlerde her şeye birden sahip olan, güçlü kadınlardan sık sık bahsediliyor ve yorucu ve zor olmasına rağmen annelerin kariyerlerinden vazgeçmesine gerek olmadığının altı çiziliyor. Ama aslında sorun bu kadar siyah beyaz değil. Örneğin ben ‘her şeye sahip’ olmanın bana tam olarak ne ifade ettiğini asla bilemedim. Doğru kararı vermek için mücadele ederken çoğu anne bebeği için en iyisinin ne olacağını düşünür. Ama ben kendim için en iyi olanı düşündüm. Senelerdir çok yoğun şekilde çalışıyordum. Bir bebek sahibi olmak tüm dengemi altüst etti. Gözyaşı dolu karanlık günlerden geçtim. Ama derinlerde bir yerde tuhaf bir tatmin duygusu hissediyordum. Bunu sonuna kadar hissetmek istedim, bu deneyimin tadını çıkarmak için daha fazla zaman istedim. Fakat kim taptığı bir işi gözden çıkarır? Benden önce bebek sahibi olan arkadaşlarım vardı, bazıları kariyerine döndü bazıları evde kalıp çocuğunu büyütmeyi tercih etti. Ama işini çok sevdiği halde ondan tamamen vazgeçebileni tanımıyordum. Aklım çok karışmıştı, kendime yakın bulduğum insanlarla konuya dair çok konuştum. Bol bol meditasyon yaptım.


Bazı günler kendimi çok suçlu hissettim. İşe geri dönmem gerektiğini düşündüm. Ait olduğum yer ofisti, işimi çok iyi yapıyordum. Bu benim kimliğimin büyük bir parçasıydı. Bir dergi editörü olmasaydım, kim olurdum? Sadece bir anne olarak kendimi nasıl hissederdim? Kocam hangi kararı verirsem vereyim, destekleyeceğini söylüyordu. Eğer işe dönmeye karar verirsem, bir bakıcı tutacaktık ama bu düşünceyle ilgili kendimi hiçbir zaman rahat hissetmedim. Bunun sebebi bebeğinden asla ayrılamayan annelerden biri olmam değil, çocuğuma zaman ve çaba harcamak için yanında bir başkasının olması düşüncesi idi.


Tabii bütçemizi de gözden geçirmiştik. Bir bakıcı tutmak kazandığım maaşın yarısından çoğuna bedeldi. Konuya her açıdan bakmaya çalıştım ama hiçbiri kesin kararı vermem için yeterince yardımcı olamıyordu. Sonra bir gün arkadaşımı ziyaret ettiğimde, işi bırakıp çocuğuna bakmaya karar verdiğini söyledi ve işe geri döndüğümde bakıcılarını işe alıp almak istemeyeceğimi sordu. Bu kararını kıskandığımı hissettim. Oradan ayrıldığımda gözlerim dolmuştu. Öğrencilik çağlarımdan beri çalışan bir kadındım. Kendi paramı kazanmayı ve ayaklarımın üzerinde durmayı hep sevdim ama yorulmuştum da. Sonra aniden fark ettim, pes etmiyordum, yola devam ediyordum ve değişim bunun bir parçasıydı. En sonunda işimden ayrılmaya kesin karar verdiğimde mucizevi bir hafifleme hissettim.


İşin aslı, çocuğumu büyürken izleme şansını bir kez yakalayabilirdim. İşe geri dönmemek, zamanı lehime çevirmekti. Yine de tamamen vazgeçemedim. Freelance yazı yazmaya devam ettim. Bu benim ‘her şeye birden sahip olma’ şeklimdi, belki siyah ya da beyaz değil griydi ama benim kararımdı.



Yazı: Colette Foster

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.