Mutlu olmak ama nasıl?
Aslında mutluluk, en basit tanımıyla, pozitif temel duygularımızdan biridir. Bu hoş duyguya ulaşmayı istemek son derece doğaldır ancak bazen sağlıksız bir biçimde temel yaşam amacı haline de gelebilir. Hayatımızın akışı nasıl olursa olsun, ufkumuzu süsleyen bu nihai hedefe doğru ilerken düştüğümüz/düşebileceğimiz tuzaklar hakkında yazmak istedim bu hafta...
Çok küçük yaşlarda keşfettiğimiz bu duygu durum, biyolojik açıdan bakıldığında beynimizin bu konuyla ilgili bölgesinin uyarılması sonucunda oluşuyor. Kendimizi iyi hissettiren bir olay, bir davranış, söz veya umut veren bir gelişme bile beynimizin verdiği komutla mutluluk hormonları salgılamamız için yeterli oluyor. Ancak kendimizi iyi hissettiren bu hormonlar aynı zamanda bizim için risk de oluşturuyor.
Mutlu olma hali, bedenimizde birçok pozitif etki yaratır. En başta daha enerjik ve hevesli oluruz; bu da bizim yaşama daha sıkı sarılmamızı ve geleceğe umutla bakmamızı sağlar. Son derece pozitif bu duygu durum, zihinsel açıdan “sürekli olmasını istemek” şeklinde belirir. Bu istek, mutluluğun tadına ilk baktığımız gün başlar ve zamanla bir bağımlılığa bile dönüşebilir.
Peki, mutluluk sadece insan için temel bir duygu durum iken nasıl böyle sürekli arzulanan, uğrunda belki fazlaca fedakarlıklar yapılan, yokluğunda adeta “yoksunluk sendromları” yaşatan, gizli saplantıya yakın bir hedefe dönüşür? “Hayatın acısı da var tatlısı da...” demeyi nasıl unuturuz?
Genelde mutsuz olduğunuzu, mutluluğun çok zor elde edildiğini ya da çevrenizi mutlu etmek için verdiklerinizin karşılığını alamadığınızı düşünüyorsanız sizin de yaşam hikayenizin bir yerinde “film kopmuş” ve derme çatma bir tamiratla yeniden akmaya devam etmiş olabilir. Bunun anlamı nedir? Mutluluk en başta söylediğim gibi çok temel bir duygu olduğundan, doğduğumuz andan itibaren çeşitli biçimlerde deneyimlediğimiz bir duygu durumdur. Bebeklikte ve çocuklukta bedensel ihtiyaçlarımız geciktirmeden karşılanmışsa, ruh halimiz veya karakter yapımız yakından takip edilmiş ve bu alanda bize yeterli alan açılarak rehberlik edilmiş ve destek verilmişse, hatta hoşlandığımız şeyler bakım verenler tarafından keşfedilip ara sıra küçük jestlerle desteklenmişse mutluluğun tadını iyi biliriz. Deyim yerindeyse bu açıdan karnımız epey tok olur ve ilerleyen yıllarda “hep olsun, daha çok olsun” benzeri arzular geliştirmeyiz; belli dönemlerde mutlu olacak fazla bir neden olmasa da mutsuz hissettmeyiz. Ne de olsa temel sağlamdır; stoklar dolmuştur.
Eğer mutlu olmak/olabilmek yaşam amacı/hedefi haline gelmişse ve elimizde bir hassas terazi ile herkesi, her olayı bizi mutlu etmesi kriterine göre değerlendirmeye başlamışsak, bu yola ne zaman saptığımızı keşfetmemiz ve acilen daha sağlıklı olanı tercih etmemiz gerekir. Muhtemelen yaşamımızın ilk yıllarında yudumlamaya başladığımız mutluluklar ya aniden kesilmiş ya da son derece istiktarsız biçimde bize sunulmuştur. Sürekli belirsizlik ve beklenti içinde bırakılmışızdır. Dolayısıyla mutlu olacağımız anları düşleyerek, umutla buna kavuşmak için kendimizce “ne gerekiyorsa” yaparak uzun yıllar geçirmişizdir. Ancak mutluluğun tek kaynağı illa (yaşamın ilk yıllarında olduğu gibi) dışarıdan bize sunulanlarla ilgili değildir. Yetişkinliğe doğru ilerledikçe, eğer depomuz dolu ise kendimiz de keşfe çıkarız. Hoşumuza gidenleri kendi kendimize sağlarız, tek başımıza da keyfini çıkarmasını öğreniriz. Ancak yaşamın ilk yıllarındaki mutluluk anları hem yetersiz hem belirsiz ise, depomuzdaki enerji uzaklara gidip tek başımıza keşfe çıkmaya yetmez. Yerimize çakılıp birinin bizi mutlu etmesini bekler dururuz hatta bunun için olmadık fedakarlıklara bile razı oluruz.
İşte bu yüzden sık sık o klişe “mutluluk içimizde” cümlesini duyarız. Eğer zamanında keşfe çıkacak kadar şanslı isek bunun ne demek olduğunu anlarız; yoksa “Hani?? Benim içimde yok!!!” deriz...
YORUMLAR