Geçen hafta Lizbon’da 48 saatte neler yapılabileceğini yazmıştım. Bu hafta Portekiz’de daha geniş bir rotayla devam ediyorum. Lizbon gerçekten şu aralar epey gözde. THY’nin her gün iki seferi var ve dolu gidip geliyor. Peki nedir Portekiz’i şu aralar bu kadar popüler yapan? Öncelikle güzel bir ülke. Yemekleri de öyle... Ve pahalı değil. Portekiz’in en önemli gelir kaynağı yeme, içme, konaklama sektörü. Her bütçeye uygun alternatifler mevcut. Otellerin dışında Airbnb.com’dan bulabileceğiniz pek çok konaklama alternatifi var. Airbnb; bilmeyenler için, yerini kiraya vermek isteyenlerle kalacak kiralık bir yer arayanları buluşturan bir platform.


48 saatte Lizbon’a doydum mu? Tabii ki hayır. Ancak önceden sözleştiğimiz gibi arkadaşlarla otomobille bir Portekiz yolculuğu yapacağız. Rotamız önce batı yakası. Avrupa kıtasının en batı ucuna gideceğiz. Yol üzerinde Lizbon’un sayfiye yerlerinden Cascais’e uğrayıp, oradan Portekizli aristokratların yaşadığı tarihi şehir Sintra’ya gideceğiz. Rotamız arasında hiçbirimizin daha önce gitmediği Porto da var. Ve ilave olarak Portekizli arkadaşlarım sayesinde keşfettiğim Lagos!





Sıra dışı Lagos


Lizbon’un güneyinde yer alan Lagos’un bir bölümünde kendinizi Vietnam, Kamboçya’ya gitmiş gibi hissedeceğinizden eminim. Lagos’un merkezi sıradan bir sahil yerleşimi gibi görünüyor ilk bakışta. Marina, merkezdeki küçük kilise ve kafelerle çevrili dar sokakları ile sıradan gözükebilir. Ancak dev kayaların iç içe geçtiği, irili ufaklı mağaralar yarattığı kayalık sahil “Ponta da Piedade” Avrupa kıtasının en sıra dışı yerlerinden biri. Bu keşfi yaşamak için marinanın hemen çevresinde bulunan tekne turlarından birine katılmalısınız. Sadece 10 Euro ödeyip benzersiz bir deneyim yaşayacağınızı garanti ederim. Küçük teknelerle yapılan bu 1 saatlik turlarda, mağaraların içinde müthiş görüntülere şahit oluyorsunuz. Ancak bunun için Lizbon'dan 300 km'lik bir yolculuk yapacağınızı söylemeliyim.





İçimde ukde Porto


Lizbon ile Porto arası 300 kilometreden biraz fazla. Yani 3 saatlik bir yolculuk demek. Gidişdönüşü aynı gün yapmak oldukça yorucu. Porto’nun şöhreti sadece enfes şaraplarıyla ifade edilemez. Do Ouro nehrinin iki kıyısına kurulmuş şehrin kendisi sizi içine çekiyor. Porto’ya varır varmaz o akşam Lizbon’a dönmememiz gerektiğini düşünüyorum. İçimde ukde, burada en azından bir gece kalmalıydık. Nehrin iki yanında da vakit geçirecek pek çok mekân var. İsterseniz manzarayı izleyin, isterseniz yürüyüş yapın ya da banklarda dinlenin. Porto ile ilgili yazacak çok şey var. Ancak bir rota yazısına güzel Porto’yu sığdırmak haksızlık olur. Gelecek haftalarda geniş ve detaylı bir Porto yazısı ile umarım kendimi affettiririm.





4 teker üstünde


Yeni çıkan bir otomobili kullanmanın en kolay ve ucuz yolu otomobil kiralamak. Portekiz’de rotamız 1500 kilometrelik bir sürüş gerektiriyordu. Bu da bir otomobili tanımak ve hakında yorum yapmak için oldukça yeterli bir mesafe. Evet, yeni modelleri bulmak biraz zor ve diğerlerinden biraz pahalı ama imkânsız değil. Araç kiralama şirketleri ile önceden iletişime geçmek ya da iyi bir seyahat acentesi ile çalışmak bu konuda avantaj sağlar. Daha önce çeşitli markalarda, özellikle spor ve süper spor otomobillerde bunu denedim ve başardım. Otomobil meraklılarının uzun zamandır beklediği Volvo XC90’ı herkesten önce uzun yollarda kullanmak için de bu yolu seçtim. Portekiz’e gitmeden önce araç kiralama şirketleriyle iletişime geçip bir XC90 ayırttım. Aslında bir süre önce bu otomobili test etmiştim. Ancak bu, trafiğe kapalı bir alanda bir performans sürüşüydü. Uzun yolda kullanmak farklı. Konfor, sürüş keyfi ve performansı deneyimlemek için uzun yol şart. Otoban, dağ yolları, kıyılar, gün batımları... Yeni jenerasyon Volvo’ların ilki olarak tanıtılan XC90’da özellikle pek çoğu standart donanım içinde sunulan güvenlik paketleri dikat çekici. Zaten Volvo yeni jenerasyon otomobillerinde 2020’den itibaren ölümlü ve ağır yaralanmalı kazalar olmayacağının garantisini Bu rotanın en görkemli yerlerinden veriyor.





Son kraliçenin izinde


Sintr Bu rotanın en görkemli yerlerinden veriyor. biri kuşkusuz Sintra. Sintra özellikle Pena Sarayı ile dikkat çekiyor. Önce saraydan başlayalım. Özellikle dış cephede Mağrip etkisi görülüyor. Farklı mimari dokunuşlar aynı zamanda renklerle de ayrılmış ve belirlenmiş. Sarayın dışını ve içini gezerken hissettiğim duygu şu: Kraliyet Ailesi sarayı yaptırırken ve ek bölümler ilave ettirirken epey eğlenmiş! Saraydan çok Walt Disney için yapılmış bir film platosu gibi duruyor. Saray, Kraliçe II. Maria’nın kocası, Saxe-Coburg- Gotha’lı Ferdinand tarafından Alman mimar Baron Eschwege’ye 1840 yılında yaptırılmış. İçi ise, 1940’ta Portekiz’den kaçan Kraliyet Ailesi’nin bıraktığı gibi korunmuş. Son Portekiz Kraliçesi Amelia sürgüne gitmeden önce son gecesini yine bu sarayda geçirmiş. Yatak odaları ve banyoların dekorasyonu çok güzel. Alkımda kalan bölümlerden biri telefon odası. Kraliyet Ailesi o dönem telefon konuşmaları için özel bir oda yaptırmış. Yine içeride yer alan heykeller ve avizeler dikkat çekiyor.


Sintra şehir merkezinde de şıklık dikkat çekiyor. Daracık sokaklarda küçük yeme-içme mekânları ve galeriler sıralanıyor. Sintra’da mutlaka uğranacak yerlerden biri de Piriquita. Bir “queijadas” yemeden dönmeyin.





Yazı: Levent Özçelik

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.