Basel'e gitmek için pek çok neden var. Eski şehirde ve nehir kenarında yürüyüş yapmak, şık restoranlarda yemek, kafelerde içmek ve tabii VitraHaus, Fondation Beyeler , Kunsthalle ve Tinguely gibi Avrupa’nın en iyi modern sanat müzelerinde sanata doymak. İlave olarak şehrin hemen yanı başındaki Fransız güzeli Colmar ve geçtiğimiz hafta yazdığım güneşli Alman şehri Freiburg’ı görmek de Basel’e gitmek için ekstra iştah açıyor.


“Daha düne kadar yağmurluydu” diyor Les Trois Rois otelinin resepsiyonundaki görevli, “Ancak şanslısınız önümüzdeki günler güneşli olacak”.


Evet hemen valizleri odaya atıp sokaklara düşmek lazım. Bir şehri keşfetmenin en iyi yolu yürümektir. Birkaç saati keşifle geçirip önümdeki 2 günde şehrin detaylarına girip kaybolmayı deneyeceğim.


Otelden çıkıp Freie Caddesi, oradan Steinen Caddesi’ne uzanıyoruz. Bir cumartesi öğleden sonrası için bile sakin bir şehir. Ancak özellikle Art Basel zamanları yürüyecek, oturacak yer bulunmazmış buralarda. Kunsthalle’nin önündeki parkta bulunan Tinguely Çeşmesi’nin etrafında vakit geçirmek lazım. Tinguely’nin havuzun üzerinde yer alan sanat eserleri, şehrin sembollerinden biri. Kunsthalle Müzesi’nin altındaki restoranda yemek yiyip kendimizi Barfüss Meydanı’na atıyoruz. Meydanda tabir yerindeyse adım atacak yer yok, güneşi gören atmış kendini meydana...


Ardından Münster Meydanı’na ve görkemli Basel Katedrali’ne uğruyoruz. Katedralin hemen arkasında şehri panoramik olarak görebileceğimiz bir teras var. Terasın hemen altında ise nehrin iki kıyısı arasında gidip gelen tekneler... Bu teknelerden biriyle diğer tarafa geçiyoruz. Barfüss Meydanı gibi nehrin kıyıları da dolu. Güneş, nehir ve şık binaları aydınlatırken köprülerin üzerinde şehri keşfe devam ediyoruz.


Basel yürüyerek keşfetmesi kolay şehirlerden.


Bir kaç saatlik bir yürüyüşle yorulmadan keşfetmek mümkün. Biz de öyle yapıyor, Basel’e karışıyoruz. Nehrin iki yanında irili ufaklı meydanlarda, sanat galerilerinde geziyor arada dükkânlara ve kafelere girip çıkarak devam ediyoruz.


Aklımızda kalanlar

Spalenberg sokaklarındaki küçük butikler, tasarım dükkânları, Kaserne bölgesinde... Özellikle Kabar’a akşam üzeri uğranmalı. Zürcher (Zürih usulü perçe et) ve Rosti (tereyağında kızarmış patates) yenmeli... Casanova’da espresso içilmeli, Schützenmatt Caddesi’nde Reha Okay’ın art design mağazasına gidilmeli. İsviçreli ünlü mimar Herzog de Meuron’un şehre kattığı eserlerin fotoğrafları çekilmeli. VitraHaus, Fondation Beyeler başta olmak üzere modern sanat müzelerine vakit ayrılmalı, hatta Basel’in yanı başındaki Fransız Colmar Alman Freiburg şehirlerine gidilmeli.


Vitra Design Museum: Müze, Californiyalı mimar Frank Gehry tarafından tasarlanan mimarisiyle nasıl bir yere gireceğinizin ipucunu veriyor dışarıdan. Endüstriyel tasarım ve mimarlığın önde gelen üslerinden biri. Süreli ve sürekli sergilerinin yanında çeşitli workshoplarla da öne çıkıyor.


Katedral: Kırmızı kumtaşı duvarları, çok renkli çatısı ve ikiz kulesiyle katedral Basel hakkında fikir veren, görülmesi gereken noktalardan biri.


Kunstmuseum Basel: Basel’in güzel sanatlar müzesi, 1400-1600 yılları arasındaki Rhein ve Flaman resimleri ve çizimleriyle ön plana çıkıyor. Rönesans koleksiyonunda Witz, Cranach the Elder, Grünewald gibi sanatçıların eserleri ön plana çıkıyor. Böcklin, Van Gogh, Gauguin ve Cezanne’ın eserleri de 19. yüzyıl eserlerinin ağır topları... 20. yüzyıla dair önemli akımlardan parçalar da mevcut: Kübizm, Alman ekspresyonizmi ve 1950 sonrası Amerika sanatı bu akımların bazıları...


Fondation Beyeler: 1997’de, Renzo Piano’nun müzesinde Fondation Beyeler sanat koleksiyonunu halka açtı. Monet, Cezanne kadar Warhol, Lichtenstein gibi isimlerin de işleri var müzede. Bu günlerde ise Fondation Beyeler daha yoğun çünkü 7 Eylül’e kadar Gerhard Richter’in işleri sergileniyor ve bu durum sanatseverlerin yolunu bir de bu sebeple müzeye düşürüyor. Dresden doğumlu sanatçının manzara, portre ve soyut çalışmaların ağırlıkta olduğu işleri sanat çevreleri tarafından ilham verici olarak değerlendiriliyor.


Museum Tinguely: Nehir kıyısında bulunan ve Mario Botta tarafından tasarlanan müze, etkileyici bir mimariye sahip. İsviçreli demir heykeltıraşı Jean Tinguely’nin birbirinden ilginç mekanik işlerine adanmış bir müze aslında. Farklı bir müze deneyimi olacağını belirtmeliyim. Buradan başlayarak nehir kıyısından Schaffhauserrheinweg’e yapacağınız yaklaşık bir saatlik yürüyüş de keyifli bir Basel geleneği...

Casanova : Basel’de gittiğim en hoş mekânlardan biri. Sade, şık denilen yerlerden. Basit ama heyecan verici bir mönüsü var. En azından espresso için uğramalısınız.

Kunsthalle: Basel’in popüler buluşma noktası olan restoran, keyifli bir öğle yemeği için iyi bir alternatif. Kestane ağaçlarının gölgesinde sevimli bir bahçesi var.

Les TroisRois: Şehrin en iyi oteli olarak biliniyor. Giriş katında yer alan her iki restoran da başarılı. Rhine manzarasıyla Les TroisRois restoran İsviçre ve Fransız mutfağından lezzetler sunuyor. Ördek ve Cordon Bleu tek lezzetli.

Confiserie Bachmann: Basel’in en ünlü pastanelerinden biri. Kahvenizi yudumlayıp, tatlınızın keyfini çıkarabilirsiniz.


Gasthof zum Goldenen Sternen: St Alban vadisinde bulunan Guesthouse, İsviçre’nin en eskisi olarak biliniyor. Tarihi restoranı, Fransız yorumlu mutfağı, yazlık terasıyla Basel’e yolu düşenleri kendine çekiyor.


Restaurant Berower Park: Tarihi Villa Berower’in içinde yer alan restoran, oldukça aristokratik bir havaya sahip. Gerçek sanat eserleriyle döşeli restoranın yanında daha küçük bir kafe de bulunuyor. Hava güzelse yemyeşil bahçede yemek de mümkün...

Schiesser Confiserie: Markplatz’da bulunan Schiesser Confiserie yorgunluğu alacak bir mola noktası...


Haber: Levent Özçelik


En iyi gezi haberleri için seyahat sayfamıza bekleriz

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.