Bahar Eriş bir eğitimci, üretken bir yazar, simultane çevirmen. Bir araya geldiğinizde sizi ferahlatan, aydınlatan insanlar vardır ya; Eriş öyle biri. Bu sene yaz başında Alfa Yayınları’ndan yeni bir kitabı çıktı: ‘Gölgedeki Yıldızlar Disleksinin Gizli Yetenekleri’...
Her 10 çocuğun birinde disleksi olduğu düşünülüyor ama disleksinin ne olduğu hakkında çok fazla düşünülmüyor ülkemizde. Bir eksiklik, tembellik ya da hastalık olarak algılayan da var, ne olduğundan hiç haberi olmayan da... Eriş, bu kitabında disleksinin bir eksiklik olmadığını bizim disleksi tanımımızda bir eksiklik olduğunu vurguluyor. Kitabı bunun için yazmış. Buluştuğumuzda elinde Engin Geçtan’ın ‘Hayat’ isimli kitabı var. Bana konuyla ilgili bulduğu bir paragrafı okuyor ve hızlı bir giriş yapıyoruz:
“Batı düşünce tarzında bize dikkatimizi incelediğimiz konu üzerine yoğunlaştırmamız ve bunun dışındaki şeylere dikkatimizi yönelterek dağıtmamamız öğretilir. Krishnamurti’ye göre bundan çok farklı bir dikkat daha vardır ki bu tür dikkatte zihin hiçbir şeyi dışarıda bırakmaz.
Bu sayede zihin dışlamaya çalıştıklarının direnciyle karşılaşmayacağı için daha güçlü bir dikkat gerçekleşir. Başka düşüncelerin zihninize girmesini önlemek için bilerek ya da bilmeyerek zihnin çevresinde bir direnç duvarı ördüğünüzde zihnin bütünü değil bir bölümü çalışıyor demektir. Krishnamurti’nin bu sözleri bazen hayat yanı başımızdan geçip giderken nasıl olup da göremediğimizi açıklar. Çünkü hayat, ayrıntı olarak bakmaya şartlandırıldığımız için göz ardı ettiğimiz yerlerde aslında.”
‘Etiketleyerek hata yapıyoruz’
Bahar Eriş, “Bizim hayata bakış açımız çocukları çok etkiliyor” diyor ve ekliyor: “Kitapta verdiğim bir örnek var: Veronika diye bir çocuk var. Diyor ki: ‘Disleksi olduğumu öğrenince annem ağlamaya başladı’. Ona ‘Başka dislektik insanlar başarılı olduysa ben neden olamayayım? Öğretmenim bunun bir öğrenme engeli olduğunu söyledi. Ona öğrenme farkı demeniz daha doğru olur dedim’ diye anlatıyor... Mesela ‘Ben disleksimi hiçbir şeye değişmem. Beni ben yapan şey bu’ diyen kişiler de var...”
‘İkilemler söz konusu’
Bütünü göremiyoruz öyle mi?
Evet. Dislektik çocuklar hep dikkat dağınıklığı tedavisine maruz kalıyorlar, oysa dikkat dağınıklığı dediğimiz şeyden inanılmaz buluşlar, yaratıcı başarılar da çıkabiliyor.
Disleksi ne zamandan beri teşhis ediliyor? Mesela Steve Jobs, zamanında disleksi teşhisi almış mı?
Hayır Steve Jobs’un resmi tanısı yok, John Lennon’ın ya da Einstein’ın da. Retrospektif olarak bakıp öyle diyoruz.
Çocuklardan ‘tek tip odaklanmış dikkat’ talep ediyoruz ama hakikatte bunun karşılığı yok belki de. Buna erişsin diye ilaç da veriyoruz...
Evet. İlaç veriyoruz ve onu baskılıyoruz. Ve böylece hem çocuğu baskılamış oluyorsun hem de dehasını; bunlar hep ikilemler yani. Baskılamadığın zaman da bu sefer çocuk oraya buraya çarpıyor, okulda başarısız oluyor.
‘Ülkemizde çok az biliniyor’
Dislektik çocuklar açısından bakarsak, mevcut eğitim sisteminde nereye konumlanıyorlar?
Disleksi bağlamında düşündüğümde sanki beyin lobu ayrımcılığı yapılıyor gibi geliyor bana. Sol beyin mantık yürütme, soyut düşünce, lineer düşünce, muhakeme vs. gibi becerilerin yoğunluklu olduğu beyin. Sağ beyin daha bütünleyen, anlamaya, sezgiye, sanata yönelik. Okul sistemi sol beyine göre. Zaten bu eğitim sistemi endüstri devriminden sonra fabrikalara işçi yetiştirmek amacıyla kurulmuş sistem. Bunun içinde dislektik çocuk konumlanmıyor, dışlanıyor. Ülkemizdeyse disleksi çok az biliniyor. Hastalık, eksiklik gibi veya güçlük üzerinden algılanıyor. Dislektik çocuk da hiperaktif çocuk gibi, otizmli çocuk gibi dışlanıyor. Böyle olmayabilir. Mesela yurtdışında ‘nöro çeşitlilik’ diye bir kavram ön plana çıkıyor.
Nöro çeşitlilik nedir?
Diyor ki bu zamana kadar bunlar geldiyse otizmi, hiperaktivitesi vs. demek ki doğada var olan bir şey bu. Doğada var olan her şey kültürün ilerlemesine hizmet etmiş olan bir şey. O zaman biz bunu yok etmeye çalışmak yerine veya tedavi etmeye çalışmak yerine bundan nasıl fayda sağlayabiliriz ona bakalım. Onu nasıl entegre edelim? Mesela yurtdışında şirketler onun için de otistik kişiyi de alıyor. Pozitif ayrımcılık gibi de değil.
Nasıl?
Onun bana katacağı bir bakış açısı var, ötekilerden daha iyi yapabildiği bir şey var, diyor. Disleksiyi de o bakış açısından algılıyor. Dislektik kişi ağacın ötesindeki ormanı görebiliyor, geneli görebiliyor. İngiliz istihbarat ajansı özellikle dislektik kişileri işe alıyormuş çünkü terörle mücadelede bir adım geriden bakıp bütün tabloyu algılamak önemli. Onu da sağ beyin odaklılar daha iyi yapabiliyor. Bence birini üstün tutup ötekini küçümsemek değil de hepsi bir arada çalışılsa... Beynin sadece tek lobu gerekli olsaydı öyle yaratılırdık. Sağı da var solu da var. İkisini bir arada nasıl kullanırız.
Hem mantık hem hayal gücü...
Einstein “Benim anlayışımda kelimelerin yeri yok. Ben görsellerle düşünüyorum ve benim için bilim hayal gücüyle ve sezgiyle başlar” diyor. Farklı olanı görebilme, o dikkat dağınıklığı denilen durumla bir şey yakalayıp onun üstüne gidebilmekte ilerleme yatıyor.
‘Uzmanlıklar buluşmalı’
Kitabın başında diyorsun ki disleksiyi bir hastalık, engel olarak, eksiklik olarak algılıyoruz. Bu bakış açısından zenginlik çıkabilir mi ki?
Çıkmaz. Böyle bir bakış açısından bence genel sorunumuz. Biz her şeyi ikilikler halinde düşünüyoruz. O mu o mu? Kartezyen model denilen: İyi mi kötü mü? Benden mi değil mi? Mantık mı sezgi mi? Bilim mi bilmem sanat mı? Ancak hepsi bir arada var olduğunda ileriye götürebiliyor. Okula da öyle bakmak lazım, çocuğa da. Dünya zaten multidisipliner bir anlayışa doğru gidiyor. Okul oraya daha gidemedi.
Yani tek bir konuda uzmanlaşmış insanlar yavaş yavaş tarihe karışıyor. Farklı alanların, bakış açılarının, becerilerin bir arada çalışması öne çıkıyor. Doğru mu?
Kesinlikle ona ihtiyaç var. Uzmanlaşma endüstri devrimiyle. Fabrikadaki işçi tek bir parça görüp bütünü göremiyor, adam gömleğin bir düğmesini görüyor yalnızca. Ve neye hizmet ettiğini bilmiyor. Bu motivasyonu da, anlamı da, birbirini anlamayı da öldürür. Uzmanlaşma dediğimiz de böyle bir şey. Ama farklı uzmanlıklar da bir araya geldiği zaman bir şeyler daha iyiye gidebilir.
‘Okudukça okuma kasları güçleniyor’
Her dislektik çocuk aslında dâhi mi?
Her dislektik çocuk yeteneklidir diye bir şey yok. Bazı çocuklarda üstün yetenek disleksiyle bir arada görülebiliyor, bazen ikisi birbirini maskeliyor, bazen çocuk okul sisteminde barınamadığı için bir tarafı hiç ortaya çıkmıyor. Sorunlu çocuk olarak algılanabiliyor. Ama disleksi tanımında zekâ seviyesi normal ya da normal üstü olan çocuklar diye tanımlanıyor.
Sonunda okumayı öğreniyorlar mı?
Benim gördüğüm farklı düzeyleri olduğu. Çok zorlanıyorlar ama asıl mesele dislektik de olsa bir konuya tutkuyla bağlıysa onunla ilgili okumak daha kolay hale geliyor. Merak ediyor ve onu öğrenmesinin tek yolu okumak. Okudukça da okuma kasları güçleniyor. Daha iyi okumaya başlıyor. Dolayısıyla evet okumayı öğreniyor. Zaten bu çocuklara çeşitli okuma eğitimleri veriliyor.
‘Çocuğa destek vermek gerekiyor’
“Oku çocuğum” diye baskı yapmak gerekli mi?
Çocuğa bir şekilde destek vermek gerekiyor. Aile olarak ev ortamında okumaya önem vermek lazım. Kendin kitap oku, çocuğuna oku, o sana okusun. Çocukla birlikte kitap okuyorsun, çocuğa “Hadi sen oku” diyorsun, kaçıyor. Okumak istemiyor, başına oturmak istemiyor veya başlıyor ama zor bir kelimeye gelince onu atlıyor veya başka bir şeyle değiştiriyor. O yüzden erken dönemde okumayı işin içine katmak en iyi yapılacak şeylerden biri.
Çocuk 1. sınıf bitene kadar okumayı öğrenemediyse?
Genellikle 3. sınıfa gelindiğinde işler sarpa sarıyor. İlk 2 sınıfta okumayı öğrenmek bir şifreyi çözmeye çalışmak gibi. 3. sınıfa gelince okumak bir araç, artık içerik var ve okumayı sökmüş olmak lazım ki konuyu anlayabilesin.
‘En büyük sorun yakıştırmalar’
Disleksi tanısı nasıl koyuluyor?
Aile ilk fark edince göz doktoruna gidiyor “Acaba gözünde bir şey mi var?” diye ya da KBB’ye. Bunlar değilse okulların rehberlik psikolojik danışmanlık bölümlerine gidilebilir. Onların yönlendirmesiyle psikoloğa ya da beyin görüntüleme tekniklerine başvurulabilir.
Dislektik beyin görüntülenebilir bir şey mi?
Beyinde, biz mesela, yani nörotipik beyinlerin okuma esnasında 3 bölgesi aydınlanıyor. Dislektik beyindeyse sadece bir bölge. Beyinde yapısal olarak böyle bir farklılık var. Bazen “Şımarıklık veya tembellik, geçer nasıl olsa” denilebiliyor ve aslında en büyük sorun yakıştırmalar. Çünkü çocuğa öğrenilmiş çaresizlik aşılıyor. “Ben tembelim, ben aptalım, ben geriyim, benden bir şey olmaz” diyor çocuk...
Röportaj: Damla Çeliktaban
YORUMLAR