Doğa Rutkay’ın evine giden yolculuğumuz bir orman yoluna girmemizle başladı. Ağaçların yeşil yaprakları sarı ve kahverengiye dönmüş, ortaya da şahane bir görüntü çıkmıştı. Yolun sonunda masal gibi bir ev duruyordu. Kapıda da her zamanki samimiyeti ve tüm gerçekliğiyle Doğa Rutkay... Kerimcan Kamal’la birlikte tam adına yakışan bir yerde yuva kurmuşlar. İşte o güzel evde yaptığımız sohbet...
Doğayla iç içe bir evde yaşıyorsun. Bu, İstanbul’da gerçekten büyük bir şans.
Evet, Allah’a çok şükür. Seçim meselesi aslında. Şehrin içerisinde, daha sosyal, daha kolay ve imkânlı bir hayat da mümkün ya da bizim gibi doğanın içerisinde, köy tarzı bir yaşam da. Ben bunu tercih ettim.
‘Hayatı sessize almayı tercih ediyorum’
Bu hayat tarzı sana neler katıyor?
Kendimi dinliyorum, kendimle vakit geçirebiliyorum. Zaten haftanın üç günü şehirde çalıştığım için diğer günler pek sosyalleşmek istemiyorum. Hayatı sessize almayı tercih ediyorum. Eş dost görmek de güzel ama bazen insan kendine ve ailesine vakit ayırmak istiyor. Ben de bundan daha çok zevk alıyorum.
Evlendikten sonra hayatında neler değişti?
Artık tek kişilik değil, iki kişilik bir hayat yaşıyorum. Eşim de bana çok benziyor. Doğada yaşamayı, sade olmayı, sinirden, stresten uzak olmayı, kendisine ve ailesine zaman ayırmayı seviyor. Yani birdim, iki oldum.
Peki evlilik zor muymuş?
Zor değil, bence çok güzelmiş. Annem ve babamdan ötürü evlilik kurumuna çok saygı duyardım ama erken boşanmış bir anne-babanın çocuğu olarak da evlilik fikri bana hep uzak gelirdi. “Zamanı gelince olur, evlenmek şart değil” derdim. Eşim bana, “Evlenelim, bunu yaşamak çok güzel” deyince, kabul ettim ve iyi ki “Evet” demişim. Eşinizin bir birey olduğunu düşündüğünüzde, yani özgürlük alanlarına izin verdiğinizde, ortak paydada buluşuyorsunuz ve bu çok büyük bir zenginlik oluyor.
‘Empati varsa evlilik uzun ömürlü bir şey’
Birbirinizden ayrı planlar yapabiliyorsunuz yani?
Tabii, mesela Kerimcan şimdi spora gitti, sonra arkadaşlarıyla yemeğe gidip maç izleyecek. Ben de bir kız arkadaşımla sinemaya gideceğim. Dün birlikte vakit geçirdik. Diğer zamanlarda ikimiz de kendi işimize gücümüze bakıyoruz. “Bir elmanın iki yarısıyız, her şeyi birlikte yaparız” fikri çok hoşuma gitmiyor.
Mutlu evliliğin sırrını bulmuşsun sanırım.
Alanlar yaratmak, empati kurmak, onun halinden, ihtiyaçlarından anlamak yetiyor. İnsan bazen yalnız kalmak istiyor, neşesi olmuyor. O vakitlerde Kerimcan çalışma odasına gider, ben televizyon izlerim. Baskıcı tutum hoşuma gitmiyor çünkü sevgi öyle bir şey değil. Üç seneyi devirdik. Karşılıklı özveri, saygı ve empati olduğu müddetçe evlilik uzun ömürlü bir şey.
Anne ve babanın erken boşanması seni kendi evliliğin için hiç korkutmadı mı?
Hiç korkutmadı. Üç senedir ‘Mutlu Olmak İçin Küçük Şeyler’ isimli bir kitap yazıyorum. Yazın çıkacak. Orada kendi hikâyemi anlatıyorum. Annemin ve babamın boşanma sürecini nasıl atlattığımı, bana nasıl yaklaştıklarını insanlarla paylaşmak istedim. Belki birine faydası olur diye düşündüm. O süreçle ilgili hiç kötü bir şey yaşamadım. Evlenip eşimle iyi anlaşabilmemde bu çok büyük bir etken. Çünkü ne olursa olsun, anneyi ve babayı koparken görüyorsun, yaralı bir süreç. Trajedi gibi yaşayanlar da var, hissettirmeden yumuşak geçiş yapanlar da.
‘Artık eskisinden daha ılımlıyım’
Hangi özelliğini değiştirmek isterdin?
Gençken, aceleci ve fevri bir insandım. 35’ten sonra daha ılımlı ve anlayışlı olmaya başlıyorsun. Merhamet ve vicdan duygum çok yüksek, o kadar yüksek olmasını istemezdim. Kendimi çok yıpratıyorum.
Hiç zarar gördün mü?
Çok üzüldüğüm şeyler oldu. Bir insanın sıkıntısını görüp ya da duyup 40 derece ateşle yattığımı bilirim. Babam da öyledir, sanırım ondan geçmiş bana.
35 yaştan sonra hayatında başka neler değişti?
Şu an 38 yaşındayım. Artık anımın kıymetini biliyorum, şükrediyorum. Kolay öfkelenmiyorum, eleştirmiyorum.
‘Anne olmayı çok istiyorum’
Peki 40 yaşından önce anne olmak istiyor musun?
Çok istiyorum. Kaderimizde kısmetimizde ne varsa o olacak.
Kız mı erkek mi istiyorsun?
Önce diyorum ki, Allah’ım ne olur sağlıklı bir evladım olsun. İyi, merhametli, neşeli, gülen bir çocuk olsun. Kız mı erkek mi Allah bilir.
Sen tek çocuksun, senin evladının bir kardeşi olsun ister misin?
Çok isterim. Çünkü ben eksikliğini çok hissettim. Kardeşi, abisi, ablası olanlara hep hayranlık duyardım.
‘İnsanlar programımda içlerini dökebilecek’
Yeni bir programa da başlıyorsun.
Evet, adı ‘Doğa Rutkay’la Her Şey Bu Masada’. Bloomberg TV’de, hafta içi her gün 20.00-21.00 arası yayınlanacak. Eşimle, dostumla, sevdiğim insanlarla 50 dakika hayatı, projelerini, bilmediğimiz yönlerini konuşacağım. İnsanların gelip içini dökebilecekleri, güler yüzlü bir program olacak.
Sen programına konuk olsan, kendine hangi soruyu sorardın?
“Gerçek misin?” diye sorardım. (Kahkahalar) Çünkü bana “Sen hep mutlu musun? Hep güler misin? Hiç mi acın, kederin yok?” diye soruyorlar. Ülkemizin farklı bölgelerindeki üniversitelerde 50 ünlüyle ilgili ‘Hangisi gerçek?’ anketi yapmışlar. Anketten ben çıkmışım, o kadar mutlu oldum ki. Oscar almış kadar sevindim, havalara sıçradım. ‘Mış’ gibi yaparak kendinin dışında bir insan olmak, 7/24 mesai yapmak demek ve gerçekten çok zor.
Gerçekten senin üzgün ya da ağlayan halini hiç görmedik.
Kimse bilmez beni öyle, göstermem. Eve giderim, 3 gün odama kapanırım, ağla ağla, yaz çiz. Gözyaşlarımı paylaşmayı sevmiyorum. Belki bu da benim defolu yanımdır. Sadece rahmetli kardeşim Onur Bayraktar’ın cenazesinde öyle bir halim vardır. Anneme, babama, eşime de göstermem. O acıyı yalnız yaşamayı severim.
İnsanları da hiç kırmazsın.
Asla hiç kimsenin onurunu kırmam, hakkını yemem. Mesela bugüne dek bir arkadaşım kilo aldığında, “Ne kadar kilo almışsın” dediğim hiç olmamıştır. Bu sahtekârlık değil, niye onu mutsuz edeyim ki? O kilo aldığını zaten biliyor.
‘Güldür Güldür’deki samimiyet seyirciye de geçiyor’
‘Güldür Güldür Show’ dördüncü yılında ve çok iyi gidiyor. Sizi bu kadar zirvede tutan ne?
Birbirimizi çok sevmemiz. 24 kişiyiz, sahne gerisindeyse 100 kişinin üzerinde bir ekibiz. Herkes birbirini çok seviyor ve saygı duyuyor. Kimse kimsenin hakkını yememiştir. Hiçbir tartışmaya şahit olmadım. Sanırım bu samimiyet ve aile durumu seyirciye de geçiyor ve bunu çok seviyorlar.
Seni ekipte en çok kim güldürüyor?
Ayıramam ki ama “Kim sinirini bozuyor?” dersen Onur Atilla. Onunla ikili sahnelerimizde ya bir anda gülmeye başlıyorum ya da lafımı unutuyorum. O muzır yanını çok seviyorum.
Ali Sunal?
Ali benim çocukluk arkadaşım, kıymetlim. Aynı okulda okuduk. Şimdi de aynı sahneyi paylaşıyoruz. O ne yapsa kızmam, kredisi sonsuzdur.
‘Estetiğin fazlası çok zararlı’
Saçlarında beyazlar çıktı mı? Çıktı tabii, saçlarımı boyatıyorum. (Kahkahalar) Irsi galiba, annemin de babamın da saçlarında çok beyaz var.
Aynaya bakıp, kendinde gördüğün en büyük değişim ne oldu?
Kaz ayaklarım. (Gülüyor) Bir sabah uyandım ve çok acayip kaz ayaklarım varmış gibiydi.
Estetiğe nasıl bakıyorsun? “Kaz ayaklarından kurtulayım” diyor musun?
Estetiğin bir oyuncu için çok olumlu ve olumsuz yönleri olduğunu düşünüyorum. Fazlası çok zararlı, mimikler gidiyor ve doğallıktan uzaklaşıyorsun. Ama ufak dokunuşlarla, derin kalabilecek izleri hafifletmek de şahane. Ama kaz ayaklarına bir çare yokmuş. (Gülüyor)
Röportaj: Ömür Sabuncuoğlu
YORUMLAR