Sertab Erener, geçtiğimiz günlerde Şef Bernhard Steiner yönetimindeki Bayer Filarmoni Orkestrası eşliğinde, Tuluğ Tırpan’ın düzenlemelerini yaptığı 12 şarkısını seslendirdi. Konser öncesi kuliste mumlar eşliğinde kariyerinde onu neler beklediğinden Chicago’daki günlerine hayattan bahsettik.


Perşembe gecesi, İstanbul Kongre Merkezi’nde muazzam bir konser vardı. Sertab Erener’in şarkıları Bayer Filarmoni Orkestrası eşliğinde sahneye taşındı. Klasik müziğin tüm şahaneliği, Sertab Erener’in sesi ile birleşti. Çünkü müzikte ayrımcılık yok, her müzik türü öteki ile birleşebilir. Doğru tınılar yakalanınca. Doğru sanatçılar bir araya gelince. Sanatçı olmanın, çok tanınmanın ve çok sevilmenin en büyük zorluğu, bazen bir kaç neslin gözünde “her şeye muktedir” görünmek galiba. Bu durum, beraberinde büyük bir sorumluluk getiriyor. Herkesin herkese kolaylıkla ulaşabildiği dijital çağda, hayal kırıklıklarını ifade etmek, beklentileri büyütmek, yermek ve yüceltmek her zamankinden daha kolay ya... Belli bir noktadaki sanatçıların işi iyice zorlaştı. Ömürlerini notalara, boyalara ya da ne bileyim, sinemaya vermiş insanlardan politik duruşlarını belirlemelerini ister hale geldik. İstediğimizi göremeyince de bağırmaya başladık. Oysa teyzelerimiz de Sezen Aksu dinleyerek âşık oldu, biz de Sezen Aksu dinlerken kendimizi parçalayarak “Bu gece gel, yarın istersen yine git” dedik. Öğrencisi Sertab Erener, Yalnızlık Senfonisi’ni söylerken hepimizi darmadağın etti. Bir neslin duygularına eşlik etti. Hiç kendinize soruyor musunuz; biz ne zaman, sanatçılardan hayatlarımıza sanatlarıyla dahil olmalarından fazlasını ister olduk? Ne zaman politik görüşlerinin bizimkiler gibi olmasını, politik sebeplerle konuşmalarını ister olduk? Bizim istediğimizi yapmadıkları zaman onları kötülemek, dışlamak aslında “güya” karşı çıktığımız ayrımcılığın bir örneği değil mi? Sertab Erener’in karşısına oturduğum zaman, sormak istediğim sorular karşımdaki insanın “insan” oluşu nedeniyle çok güzel bir cevap aldı: “Ben siyasetçi değilim ki. Müzisyenim. Eğer siyaset yapmak isteseydim milletvekili olurdum.” Sanıyorum bu, bilgisayar başında politika yapan çoğu kişiye verilebilecek en güzel cevaptı. Bu nedenle bu röportajda aradığınız siyasete dair sorulara şu an ulaşılamıyor. Ama müzik var, aşk var, dünyanın öbür ucunda Türkiye’yi tanıtan bir kadın var.


Yeni albüm ne zaman çıkacak?

Yeni albüm yakında yok açıkçası. Çünkü önümde yapılacak çok şey var. Chicago’ya geri döneceğiz ve müzikal ile uğraşmamız gerekli.


Bir de Demir Demirkan’la kurduğunuz grubunuz vardı...

Painted On Water diye bir grup kurduk. Kendi isimlerimizi bıraktık. 5 şarkılık bir EP çıkardık. Şimdi bir albüm yapmamız gerekiyor.


Bu grupla albüm yapmak yeni bir isimle var olmaya çalışmak gibi mi?

Biraz. Sıfırdan bir isim yapmak, hayat kurmak en zor işlerden biri. Özellikle de girmek istediğimiz market, bildiğimiz yerel market gibi değil. Menajerinden konser planlayıcısına, asistanından orkestrasına, şarkılardan prodüktörüne kadar birçok şeye ihtiyacımız var. Kolay bir şey değil. Önümde 15 yıl daha müzik yapma sürem varsa, bu süreyi orada bir şeyler yapmaya ayıracağım. Burada 20 yıl uğraştım, orada da 15 yıl hiç fena değil. Sesim el verdiğince de orada belki bir kariyer yaparız. Bu sefer dünyaya müzik yaparız, dünyaya sesleniriz, şarkılarımızı dinletiriz. Derdim o.


Demir Demirkan’la birlikte şarkı yapma süreciniz nasıl işliyor?

Biz birlikte çok şarkı yaptık. “Sertab Gibi” albümünden beri birlikte şarkı üretiyoruz. Hatta şimdi yaptığımız pop şarkılarının dışında müzikal yazmaya başlayınca, aramızdaki iletişim, müzik iletişimi çok güçlendi. Bazı şarkılar çok kanlıdır, bir türlü çıkmaz. Bazı şarkılar da su gibi gider. Öyle olunca 20 dakikada, yarım saatte bir şeyler yazabiliyoruz. Hani bazen CD’leri alırsın, altında 7-8 kişi bazen 15 kişinin tek bir şarkıyı yazdığını görürsün ya... Bence o birliktelikler, ortaklıklar şarkıyı çok besliyor. Başka bir insanın getirdiği tek şey, şarkıyı bambaşka yere götürebiliyor. Birbirinden çok şey öğreniyorsun. Kolektif çalışmalar çok güzel. Türkiye’nin kültüründe var. Herkes birbirinden şarkısını saklar, kasaya koyar. Kimse kimseyle şarkısını paylaşmaz. Bir arada yazılmış şarkıları kolay kolay bulamazsın. Coğrafi, kültürel bir şey bu. Belki de Ortadoğu’nun duygusu budur. Bense bundan sonra tam tersine, paylaşarak bir şeyler yapmayı istiyorum. Zaten şarkıcı olarak hep insanları bir araya getirerek, onlardan en iyi anları çıkarmaya uğraştım. Belki de bugüne kadar en büyük becerim oydu. Kendi yazdığım şarkılarım da var ama hep birlikte üretmenin keyfi ayrı. İnşallah bundan sonra bunu yapacağım.




‘Dünya Artık Sadelik İstiyor’


Demir Bey’le birlikte büyüdünüz neredeyse. Bunca sene içinde bu birliktelik sizin müziğinize nasıl yön verdi?

Ben sadeleşmeye doğru gittim. Belki de bu yüzden son albümümün adı “Sade”. Eskiden beri hep daha mükemmel şeyler yapmak, daha kuralcı olmak taraftarıydım. Okullu olmanın getirdiği hem artılar vardır hem de eksiler. Bu eksilerdendi. O köşeler çok belirgindir. Oradan çıkıp kendi sesini bulmak hatta hata yapmanın keyfini, hata yapmaya izin vermenin özgürlüğünü yaşamak başka bir şey. Şimdi onu arıyorum. Hatta dünyanın da o noktaya geldiğini düşünüyorum. Celine Dion’un bir röportajını seyrettim. Celine Dion da mükemmel bir şarkıcıdır. Stüdyoya girerken, “Celine lütfen hata yap” demişler. “Şarkı söylerken hata yap, hatalarını kaydetmek istiyoruz çünkü mükemmellik istemiyoruz.” Bence dünya buraya gidiyor. Bu yüzden insanlar evlerinde müzik yapabiliyorlar. Mükemmel kayıtlar, olağanüstü sesler yüzyılı değil bu. Tam tersi, daha doğal şeylerin zamanı. Hatta artık orkestralar bile mükemmelliği kıracak şekilde hazırlanıyor. Çünkü dünya artık bunu istiyor. Ben de hata yapayım diye uğraşmıyorum ama hata yapmayayım diye de uğraşmıyorum. Güzel tarafı bu bence.


İlk albümünüzü bugün çıkarıyor olsaydınız, kariyeriniz başka yerlere gider miydi?

İlk albümü bugün çıkarsaydım hayat çok zordu! Bir kere bizim zamanımızda yani 1992 yılında müziğin bedava olduğuna dair bir algı, henüz yoktu! CD’ler satabiliyordu. İnsanlar bilet alıp konsere gidiyorlardı. Sezen’e (Aksu) vokal haftanın 7 günü, hafta sonları matine suare konser yaptığımızı biliyorum. 1 ay, full konser yapmıştık. Ben o günleri gördüm. Şu an İstanbul’da 1 ay sonra ya da 2 ay sonra konser yapmaya karar verdiğimde organizatörler “Yapmayalım” diyorlar. Çünkü olmayacağına inanıyorlar. Buraya kadar geldik. Şimdi albüm yapmak isteyen, meşhur olmak isteyen insanlar için hayat çok zor


Bir yandan da herkese ulaşabilmenin kolaylığı yok mu?

Evet ama bu bilgi çağı ya... Bu bilgi çağı içinde, bir kişinin gözünün açısına girmeye çalışıyorsun. 30 bin kişi arasından sıyrılman gerekiyor. O farklılaşmayı yaratabilmek kolay değil. Konu o.


‘Kendimden Beklentim Bilgeleşmek’


Kendinize 15 yıl gibi bir süre verdiniz...

Evet verdim. 65’imde ben bu işi bitiririm!


Umarım çok daha uzun olur ama bu süre içinde ne yapmazsanız içinizde kalır?

Müzik falan apayrı bir şey ama hayatta var oluşumla ilgili, kendi farkındalığımı mümkün olan en maksimum noktaya getiremezsem gerçekten bir şeyleri beceremediğimi düşüneceğim. Bir oluş hali, bir farkındalık ve meditasyon yapmak, zihnin yaşlanmaması, çağı kaçırmamak, insan olmak, özgür olabilmek, empati geliştirebilmek, toleranslı olabilmek, kimseyi yargılamadan bakabilmek gibi değerler üzerinden mükemmelleşmek, bilgeleşmek benim en büyük beklentim. Kendimden beklentim. Aslında tüm bunlar, müzik yaparken, bir şarkıyı yazarken, orkestrayla şarkı söylerken bile şu saydığım değerler içinde bu işi yapabiliyor musun? Konu o aslında. Müzik bunları deneyimlemem için ortamı sağlayan bir element sadece. Hep buradan bakmaya çalışıyorum hayata. Umarım kaybetmem. Bazen unutabiliyorsun.


Sağlığınız ne durumda? Bir dönem herkesi endişelendirmiştiniz...

Çok oldu değil mi? 1993 falandı... Şimdi çok şükür iyiyim. Kendime çok dikkat ediyorum. O artık bir refleks haline geldi. Sahip olduğun tek şeyin bedenin olduğunu anlıyorsun bir noktada. Buradan giderken bir tek bu beden var, gerisi hikâye. O yüzden de ona iyi bakmam lazım. Kaliteli bir hayat yaşamak için bedeninden başka bir şey yok. O yüzden de beslenmeme, sporuma, uykuma, kafa sağlığıma dikkat ediyorum.




‘Buradaki Dostluğu Özlüyorum’

Chicago’da hayatınız nasıl geçiyor?

Çok soğuk bir kış geçirdik. Bir süre Alaska’dan daha soğuktu. Akdenizli olarak biraz zorlandım. Gölü gören güzel bir yerde oturuyoruz. En azından su görmek işe yarıyor. Boğaz’ı göremesek de. “Göl” dediğim de Michigan Gölü. Boğaz’ın, Marmara’nın 3 katı büyüklüğünde. Orada olmak da güzel buraya gelmek de.


Orada yaşamak müziğinizde bir değişiklik yarattı mı?

İnsanın kendi oturduğu, büyüdüğü, nefes aldığı yere uzak mesafeden bakması, yeni bir bakış açısı geliştirmek açısından iyi bir şey ama müziğe yansımasını önümüzdeki yıllarda görebiliriz belki.


İstanbul’a dair en çok neyi özlüyorsunuz?

Tabii ki ailemi, arkadaşlarımı, yemekleri ve dostluğu özlüyorum. Sonuçta insan kendi dilinde konuşarak anlaşmayı özlüyor. O bambaşka bir şey.


Giderken buradaki dinleyicilerinize karşı içinizde bir kırgınlık var mıydı?

Yo, hayır hiç öyle bir şey yok.





'Müzikal 2015 Baharında’


Bir müzikal projeniz vardı...

Nereden baksanız ikinci yılını bitiriyoruz hazırlıkların. Elif Şafak’ın Aşk romanının müzikali ama şu an çok daha fazla bilgi veremiyorum. 2015’in ilkbaharında ya da yaz başı gösterime girecek büyük ihtimalle. Demir ve ben müzikalin müziklerini yapıyoruz ama kocaman bir takımın kalanı tamamen Amerikalı. North Western Üniversitesi projeyi destekliyor. Adı “Rules of Love” olacak.


Türkiye’de de izleyebilecek miyiz?

Demir’le birlikte hayatımızda ilk defa şöyle bir konfor yaşıyoruz: Türkiye’de her şeyini kendin yapmak zorunda kalıyorsun. Sistem öyle işliyor. Orada bunun tam tersi. Herkesin kendi görevi var. Her işi başka biri yapıyor, sorumluluğu alıyor. Demir ve ben sadece müzikleri yapıyoruz. O yüzden geri kalanı ile yorum yapamıyorum ama bize söylenen ilk hedef, tabii ki önce Broadway’e gitmek. Sonra dünyayı gezecek. Tabii buraya da gelecek. Planda da var diye konuşuluyor ama ne zaman olacağını bilemiyorum.


Bu deneyimden sonra Türkiye’ye gelip burada da başka bir müzikal hazırlamak ister misiniz?

Az önce söylediğim o organizasyon noktasında biz sıkışıyoruz. Türkiye’nin her yerinde, her alanında organizasyon sıkıntısı yaşanıyor. Ayrıca müzikal sanatçısı yetiştiren bir yapı yok burada. Hem dans edecek, hem şarkı söyleyecek hem de rol yapacak. Bunu yapabilecek kişiler varsa bile onları bir araya getirecek bir organizasyon yok. İnşallah ileride böyle bir şey olur ve ben de içinde olmayı çok isterim.


Röportaj: Heja Bozyel

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.