İkisi de dünya şekeri... Kalpleri tertemiz. Birine bakıyorum“Murat daha yakışıklı” diyorum, Hilmi sevimli. Sonra bir anda Hilmi Cem daha yakışıklı Murat sevimli oluyor. Ha bir de şunu keşfettim, ayrı ayrı daha ciddiler, yan yanayken gülmekten öldürüyorlar beni. Bakın röportajda bile kıyamadım diğerine, ki normalde iki kişiyle röportaj yapmayı sevmem. Ama onlar Ümit Karan’ın deyimiyle “İki beden bir ruh” olduğuna göre sorun yok... Neyse şampiyon Hilmi Cem ve dördüncü Murat’la İstanbul’da bir parkta buluştuk. Güya röportaj yapacağız. Ben kimlerle röportaj yapmıştım, böyle bir ilgi görmedim. “Bir saat” diye buluştuk, işin içinden çıkamadık. Bu arada “dördüncü Murat” iyiymiş, yazınca fark ettim. Padişah olan IV.Murat gibi eğlenceyi yasaklamadığı sürece böyle bir rol çok yakışır Murat’a... Hilmi Cem’e de şöyle eğlenceli bir gençlik dizisi... “Allah gönüllerine göre versin” diyerek sözü kankilere bırakıyorum...
Sizleri tanıyalım biraz...
Hilmi Cem İntepe: 19 Mayıs 1992 Bodrum doğumluyum. Kütüğüm Muğla Yenice’de ama Bodrum’da büyüdüm. Annem babam öğretmen. Yaklaşık 9 sene onların öğretmenlik yaptığı okulda okudum.
Okul burnundan geldi mi? Sana daha sert davranmışlardır.
H.C.İ: Öğretmenim olmadılar ama arkadaşları oldu. Kötü bir şey hatırlamıyorum, demek ki burnumdan gelmemiş.
Okuldalar mı hâlâ?
H.C.İ: Annem emekli oldu babam devam, Güvercinlik Sudi Özkan İlköğretim Okulu...
Sonra?
H.C.İ: Ben küçükken bir dans yarışması vardı, “Benimle Dans Eder Misin”, orada break dans yapan bir karakter vardı. Çok hoşuma gitti. Onun yüzünden ortaokulda amuda kalka kalka liseye geçtim. Lisede internet sitelerinden videolar indirerek kendimi geliştirdim. Bu arada orta sonda ve lise 2’de olmak üzere 2 defa ayağımı kırdım. Hayatım spordu.
Annen “Oğlum ders çalış” demedi mi?
H.C.İ: Çok dedi. Hatta ayağım alçıdaydı. “Oğlum sporla uğraşacak mısın hâlâ” dedi, “herhalde bırakırsın”ı kastederek. Ben alçı çıktıktan bir hafta sonra hoplayıp zıplıyordum. “Ders çalış” diye odaya gönderiyordu, ben amuda kalkıyordum. Baktılar ki olmayacak beni Latin dans okuluna yazdırdılar. “Madem öyle vizyonunu genişlet, ileride faydası olur” dediler. Çok da iyi ettiler. 4’üncü ayımda Türkiye şampiyonu oldum. 6’ncı ayımda tekrar Türkiye şampiyonu oldum. 7’nci ayımda yetişkinlerde 55 kişi içinde ilk 6’ya girdim. Sonra Muğla Spor Akademisi’ni kazandım. İlk sene Latin dans, break dans eğitimi verdim Muğla’da. Sonra arkadaşlarla ortak okul açtık.
O yaşta okul açmak... Bu özgüven nereden geldi?
H.C.İ: 15 yaşımdan beri çalışıyorum. Kışları eğitim sürüyordu, yazları iş. Marmaris’te bir otelde animasyon şov ekibinde yer aldım. Ertesi sene kendi dans ekibimi kurup ben otellere ekip yollamaya başladım. Sürekli gelişen bir hayatım oldu yani.
Onu fark ettim. Yetenek Sizsiniz’e ancak geldi sıra!
H.C.İ: Bir gece arkadaşlarla işten güçten konuşurken “Neden Yetenek Sizsiniz’e katılmıyorsun” dediler. “Bilmem” dedim. Ben ılımlı yaklaşınca adımı yazdırmışlar. İlk elemeyi geçtim ve Bolu’ya çağırıldım. Yayına çıktım. Hülya Avşar beni çok beğendi, öyle sükse yaptım. Ama yarı finalden sonrası gelmedi. Sonra Acun Ağa bey “Survivor’a gelmek ister misin” dedi. İyi ki gelmişim.
İkinci hakkımda şampiyon oldum, diyorsun.
H.C.İ: Aynen. Yetenek Sizsiniz’le başlayan macera Survivor’la sona erdi.
Ve Murat...
Murat Ceylan: 15 Mayıs 1989, İstanbul doğumluyum.
Ailen de İstanbul’da mı?
M.C: Doğduğumdan beri annemle babam ayrı. Babam yurtdışında yaşıyor. Ama hiç hissettirmediler ayrı olduklarını. Ben kendi içimde bu ayrılığın aslında avantajlı bir durum olduğu hissini geliştirdim. Ailenin reisi olma duygusu, erken olgunlaştırdı beni. Ablam geçen sene evlendi. Çok yakınızdır. Ben olgun, o genç ruhlu... Zor günlerin, maddi sıkıntıların üstesinden birlikte geldik.
Piyano çalıyorsun, hem de küçüklüğünden beri...
M.C: Piyano çalmam bir hastalık ama yetenek olarak bakılan bir hastalık. Seslerin hangi nota olarak çıktığını anlayabiliyorum.
Kim keşfetti bu yeteneğini?
M.C: Annemin bir arkadaşındaymışız. Annemler üst katta sohbet ederken ben de alt katta radyoda dinlediğim bir şarkıyı piyanonun başına geçip çalmaya başlamışım. Annemler “Ne güzel müzik” diye kapıdan içeriye girmişler, ben piyanonun başındayım. Tansiyonu düşmüş kadının, normal değil tabii.
Yaş kaç bu arada?
M.C: 2.
Neeee!
M.C: Vallahi... Sonra pedagog pedagog gezmişiz, içine biri mi kaçtı çocuğun diye... “Sakın yüklenmeyin, müdahale etmeyin” deyince doktorlar, bana büyük bir org almışlar. Başından hiç kalkmayınca piyanoya başlamışım. 6 yaşındayken Mozart’ın Türk Marşı’nı hatasız çalıyordum doğru perde ve notayla. Hocam Ergican Saydam, rahmetli oldu. Demişti ki “Konservatuarda öğrenebileceği bir şey yok Murat’ın, Viyana’ya falan gitmesi lazım”. Chopin’in bir eserini veriyorlar mesela, “Bir hafta çalış” diyorlar. Ben o eseri yüz kez dinlediğim için hemen çalabiliyorum. En iyi yorumcudan dinler aynısını çalarım. Survivor’ın bir arka fon müziği var, ona iki günde cover yaptım evde, dinletirim. Süper oldu.
Sen nasıl seçildin Survivor’a?
M.C: “Anne” dedim, “çok istiyorum bu yarışmaya gitmeyi”. O açlık, ne olacağını bilememe duygusunu yaşamayı çok istiyordum. Olgundum olgun olmasına ama kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrenmek için Survivor’a gitmeye çok ihtiyacım vardı. Çöp karıştıran birini gördüğümüzde “Elin ayağın tutuyor git çalış” deriz bazen. Ama hiç düşünmeyiz ki belki binlerce fırsatı denedi ama olmadı. En iyi okullardan mezun olan iş bulamıyor o adam ne yapsın?...
Şimdi mi böyle düşünüyorsun?
M.C: Şu an tasdikli biçimde düşünüyorum. Bu saatten sonra çöp karıştıran birini göreceğim ve kayıtsız kalacağım... Mümkün değil artık. Buraya gelirken mendil satan iki çocuk vardı yolda. “Abi binelim mi” dediler, açtım kapıyı. Bakıyor ciddi mi söyledim diye. “Gerçekten mi Hilmi Cem abi” dediler. Karıştırıyorlar ya bizi. Survivor’da kazandığım en büyük şey bu. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrendim. Şunu da düşündüm, yarın öbür gün ailemizi yavaş yavaş kaybetmeye başlayacağız. Annem bir gün olmayacak. Bunları da erken düşünmemi sağladı Survivor. Belki bir kazada tüm sevdiklerimi kaybetmişim gibi yaşamamı sağladı. Bu duyguları yaşayıp döndükten sonra, gerçek hayattaki zorluklar artık sivrisineği öldürmek gibi basit kaldı. Sağlam bir Murat olarak çıktım, bu cepte.
"Gay benzetmesine çok güldük"
Bunca zamandır Survivor izleyicisiyim, yıllardır gazeteci olarak, son sene yarışmacı olarak içinde yer aldım. Ben böyle dostluk görmedim! Açıklar mısınız...
M.C: Herkes öyle diyor, biz de nasıl kuvvetli bir bağ kurduğumuzu daha anlayamadık. Bence müzik ve dansın bir araya gelmesi Hilmi’yle Murat’ı yakınlaştırdı.
H.C.İ: Birbirimizin samimiyetine de güvenince...
Bence neden biliyor musunuz? Survivor kişiliğini gizleyemediğin bir yarışma ya, hadi biriniz gizlediniz, ikinizin birden açık vermeden bunu başarması çok zor. “Oscar’lık oyuncu” derler adama...
M.C: Acun Ağabey dedi ki “Survivor adamın MR’ını çekmek gibi bir şeydir. Ben burada çok insan gördüm iyi gibi gözüküp son anda patlak veren”. Senin söylediğinle aynı şey aslında.
H.C.İ: Aynı tencereden yemek yiyorduk biliyorsun. Birimiz o sırada röportajda ya da denizdeyse yiyemiyorduk. Murat gelsin öyle...
Diğerlerinde yakalayamadınız mı bu samimiyeti?
M.C: Yani herkes aslında bireysel yarışmacıydı, işin ucunda ciddi bir para vardı ne kadar güvenebilirsin ki? Bence anormal olan Hilmi’yle benim durumumdu. Birbirimizin arkasından tek kelime etmedik, birbirimizin kuyusunu kazmadık, ben düştüysem o beni taşıdı o düştüyse ben onu taşıdım.
Acaba bu dostluğun arkasından “Tabii ya” diyeceğiniz bir hikâye çıkacak mı?
H.C.İ: Yok ya, bir şekilde bağlandık. “Bağlandık” derken birbirimizi çok sevdik. Aslında çok da benzer karakterde değiliz, aynı renkleri sevmeyiz mesela...
M.C: Hilmi’nin annesi babası öğretmen, benim çok sevdiğim dayım ve yengem öğretmen, hem de İzmir’in bir köyünde, öyle idealistler. Müziksiz dans, danssız müzik olmaz. Bulmaca gibi tamamladık birbirimizi...
Tabii hal böyle olunca siz adadayken iki gay kovboyun hayatını anlatan “Brokeback Mountain” filmine benzettiler sizin hikâyeyi...
H.C.İ: Dönünce duydum öyle bir şeyler ve çok güldüm.
M.C: Ben de böyle ayrılmayan iki koca adam görsem ben de benzetirdim. Geçenlerde başka bir şey gördüm ben. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Murat ile Hilmi Cem... Çok güldüm.
İyiymiş... Bozulmadınız mı hiç?
M.C: Hayatta bozulmam.
H.C.İ: Sonuçta Murat’ı da kendimi de biliyorum. İyi şey yazan da olacak kötü şeyler yazan da...
M.C: Yazanların da iyi niyetinden şüphem yok. Herkes “Sizinki gibi bir arkadaşlığım olsun çok isterdim” diyor.
Başka bir programda olsa “Kurgu” derler direkt.
M.C: Aynen... Sen de yaşadın biliyorsun.
Röportaj: Nazenin Tokuşoğlu
YORUMLAR