J.K. Rowling’le Ahmet Altan’ın beklenen romanları Boş Koltuk ve Son Oyun arka arkaya yayınlandı. Bu da ister istemez yayıncılık piyasasında “Hangisi daha çok ilgi görecek” tartışmasına yol açtı... Ama aslında hararetle beklenen romanlar olmaları ve anlattıkları olayların hayal mahsulü birer kasabada geçmesi dışında iki roman arasında pek benzerlik yok...


Harry Potter’ın İskoçya’daki şatosuna kadar gidip haberini yaptık, biliyorsunuz. Dünyanın dört bir yanından milyonlarca okur aylardır soluğunu tutmuş J.K. Rowling’in yeni romanını bekliyordu. 15 yıllık Harry Potter macerası ne yazık ki çoktan bitmişti ve yazar bundan sonra yazacağı romanın fantastikle alakası olmayacağını açıklamıştı. O halde merak etmek hakkımızdı: Acaba Rowling ne yazmıştı? Yeni romanında sihir yoksa ne bulacaktık? İngilizce bilen okurların merakı birkaç ay önce The Casual Vacancy’nin yayınlanmasıyla nihayet buldu.


Türkiye’deki okurlarınsa dişini biraz daha sıkması gerekti. Roman, Boş Koltuk adıyla ve Dost Körpe çevirisiyle Doğan Kitap’tan bu ay çıktı. Öte yandan bizim buralarda epeydir Rowling’inki gibi beklenen bir başka roman daha vardı.


Ahmet Altan’ın yeni romanının adı ne olacak, yazar ne anlatacak, bilmiyorduk. Aslında yeni bir roman yazacak mı, onu bile bilmiyorduk. Tek bildiğimiz, 2005’te çıkan En Uzun Gece’den bu yana edebiyatçı olarak kendisini isteyerek veya zorunlu olarak geriye çektiği ve okurunun karşısına sadece gazete yazılarıyla çıkmayı tercih ettiğiydi. Yeni bir roman yazmakta olduğuna dair ilk ipucunu Taraf’tan ayrıldıktan sonraki süreçte Everest Yayınları’na transfer olduğu haberinden aldık. 2 Nisan’da da kitap raflarda yerini aldı. Üstelik şaşırtıcı bir rekorla... Zira Son Oyun’un 100 bin adetlik ilk baskısı iki saat içinde tükenmişti, kitapçılara ikinci 100 bin dağıtılıyordu...


Sihir mi dediniz, nerede?

Boş Koltuk, belediyemeclisi üyesi Barry Fairbrother’ın ani ölümüyle boşalan koltuğunun yarattığı soru işaretlerinin çığ gibi büyümesini ve Pagford kasabasının görünürdeki sükûnetinin yok oluşunu anlatıyor. Romanın ana karakterleri yine özellikle gençler. Onların sorunları da aslında Vernon Amca’yla Petunia Teyze’nin evinde yaşayan Harry’ninkilerle aynı. Tek fark şu: Buradaki gençlerin sihirle falan alakası yok, yani hayat onlara daha zor. Tepkilere gelince; beğenen de oldu, beğenmeyen de... Fikrimi sorarsanız, Boş Koltuk’un zor okunan, bir türlü ilerlemeyen, sıkıcı bir roman olduğunu düşünüyor ve New York Times’ın ünlü eleştirmeni Michiko Kakutani’ye katılıyorum. “Bu romanla birlikte Harry Potter’ın sihirli dünyasından son hızla uzaklaşıyor ve kendimizi bir anda ‘muggle’ (büyüyle ilgisi olmayan sıradan insanlar) evreninde buluyoruz” diye yazmış “Boş Koltuk’ta ne büyücülük anlamında ne de yazarın anlatı hüneri bakımından sihir falan yok.”


"Kadınları anlayan yazar" kim?

Ahmet Altan’a gelince... Son Oyun kurgusu sağlam, karakterleri ilginç, akıcı bir roman. Ege’de olduğunu tahmin ettiğim, iç dinamikleri açısından günümüz Türkiye’sine fazlasıyla benzeyen bir sahil kasabasına yerleşen bir yazarı anlatıyor. Yazar yeni romanına hazırlanırken kendini bir anda cinai bir kurgunun içinde buluyor. (Aslında cinayeti işleyen o ve biz bunu ilk sayfada öğreniyoruz ama hikâyenin geri kalanı için hem yerim yok hem de okuma zevkinizi kaçırmak istemiyorum.) Hikâyenin akışı içinde de belediye başkanının uzatmalı sevgilisiyle tuhaf bir ilişkiye giriyor. Nasıl baktığınıza göre değişir; kadınla aralarında cinsellik var ama aşk yok yahut aşk var ama cinsellik yok. Genç kadınla yazar çoğu zaman bilgisayar başında chat yaparak, ara sıra da gizlice buluşup bazen başkaları gibi, bazen de kendileri gibi yani “sapıkça” sevişerek birlikte oluyorlar. “Evlen benimle” diyor kadın; emekli bir cami imamı bulup dini nikâhla evleniyorlar. “Sat beni” diyor, pavyon pavyon gezip uygun alıcı arıyorlar. Düşününce hiç de mantıksız değil, insanı en sevdiği yazardan daha iyi kim anlayabilir ve kimseye itiraf edilemeyecek arzular başka kimden istenebilir ki!


Anlaşılan adamımız, kendisinin de söylediği gibi “kadınları en iyi anlayan yazar”dır, dolayısıyla sadece belediye başkanının uzatmalı sevgilisinin değil, diğer kadınların da en sevdiği yazar olmaya kararlıdır! O yüzden hepsini teker teker baştan çıkarır. Şahsi notum: “Kadınları en iyi anlayan yazar” sıfatı bana göre koca bir klişe. Altan’ın da kadınları iddia edildiği kadar iyi anladığını falan düşünmüyorum, olsa olsa onları hangi kelimelerin baştan çıkaracağı üzerine epey kafa yorduğunu, yazarlık tecrübesi edindiğini söyleyebilirim. O yüzden romanda kendisinin de bu klişeyle epey dalga geçtiğini fark etmek iç rahatlatıcı.


Romanın anlatıcısı olan yazarın, “İkimiz de yaratıyor, yoktan var ediyoruz, o yüzden seninle meslektaş sayılırız” mealinde şeyler söyleyerek kafa tuttuğu Tanrı’yla hesaplaşma bölümlerine gelince: Demode bir fikir, yine de okuması eğlenceli. İşin enteresan yanı, Altan’ın o bölümleri köşe yazarlığında kullandığı üslubuyla, yani alt alta sıralanmış kısa cümlelerle yazmış olması. Bu durumda belki daha dikkatli bir gözle yeniden okumamız gerekebilir, bu cümlelerle aslında kime neyi söylemek istiyor diye düşünerek... Sonuç olarak hakkında ilk eleştiri yazısını yazan Yasemin Çongar’ın dediği gibi “Albert Camus’nünkileri misliyle aşan” bir roman değil ama okunmalı.


Haber: Gülenay Börekçi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.