Belki bir yıl sırıttım, radyoda veya televizyonda “İstanbul yol durumu” başlayınca. Ben artık o yollarda değildim. O arabaların içinde çişini tutanların, çantayla popolarını fordçulardan koruyanların, ensesi kepek dolu kaç gündür yıkanmamış adamların kokularını duyanların arasında değildim. Ve delice mutluydum!
Disiplinliydim. Her akşam alarmı kuruyordum ve gerçekten her sabah alarm çaldığında yatağımdan kalkıyordum. Öğleye kadar çalışıp, taptığım öğle uykusuna yatıyordum. Sonra kalkıp bir şeyler yiyor, çalışmaya devam ediyordum.
Tam ne zaman bilmiyorum ama herhalde birkaç hafta sonra alarmı ertelemeye başladım. “Biraz daha uyuyayım” deyip. Sonra bu günlerin sayısı artmaya başladı.
Bir ara işler azaldı. Ekonomik kriz zamanı. Öğle üzeri uyanmaya başladım. Desperate Housewifes’ın bir bölümüne denk geldim CNBC-e’de ve merak ettim Paul kimi öldürmüş, nasıl öldürmüş, niye hapis yatmış. İndirdim beş sezonu internetten ve peş peşe izlemeye başladım.
İlk günler çok iyi geldi dizi izlemek. Senelerce eşek gibi çalışmışım, çalışmamanın tadını çıkarıyorum. Kış vakti, sanki mecburmuşum gibi günde beş bölüm bitirir oldum. Kendimi gerçekten Wisteria Lane’de yaşıyormuşum, Lynett’le Susan’ın komşusuymuşum gibi hissetmeye başladım. Beş sezon kaç haftada bitti hatırlamıyorum ama bittiğinde hayatımda ilk kez düşünme yeteneğimi yitirmişim gibi gelmeye başladı. Daha fenası bu yeteneğimi geri kazanamayacakmışım gibi geldi uzun süre. Soru üretemiyordum ve bu benim için bir ilkti.
Ufak tefek iş almaya başladım. Ben çalışıyorum ama kafam eskisi çalışmıyordu. Mutsuzdum.
Evde çalışmaya başlayınca sokağa çıkmak için fırsat arıyorsun. Çarşıya pazara gidiyorsun, eve dönmüyorsun. Arkadaşın arıyor mesela, kahve içmek için koşuyorsun, laf lafı açıyor, oturup kalıyorsun. İnsan görmeye, iki çift laf etmeye hasret kalmışsın.
“Nasıl olsa evdeyim, akşam yaparım” deyip işleri gün sonuna transfer eder oldum. Ve akşam sadece yemek yiyip televizyon izlediğim için iş planlarım bozulmaya başladı. Akşam yemek yemek, üzerine çayla bisküvi tatlı filan insanın hoşuna gidiyor. Keyif işi. Belimin kaybolması, yuvarlanmaya toparlanmaya başlamam uzun sürmedi. Bir yılın sonunda yokuş çıkarken nefes nefese kalıyordum.
Bu arada eğitemediğim komşularıma da sinir oluyordum. Evde ne çalıştığımı, nasıl çalıştığımı anlamadıkları için çat kapı geliyorlardı, ikide bir kahveye çağırıyorlardı, telefon etmelerine engel olamıyordum. Postacı bile “Abla siz ne iş yapıyorsunuz? Hep evdesiniz” demişti bir keresinde. Kapı çalıyordu ve birincide değilse beşincide açmak zorunda kalıyordum.
Üç yıl böyle evde çalışmaya çalışarak geçti. Neticede olmadı. Çark dönmeyince ben yine bir işyerinde çalışmak zorunda kaldım. Ama bu arada fark ettim ki insan sadece para kazanmak için çalışmıyor. Evden çıkmak, dört duvar arasına hapsolmamak, insan görmek, başkalarıyla bir arada olmak için de çalışmaya ihtiyaç duyuyor.
Çalışmayı seviyorum. Sadece yollarda ziyan olmak istemiyorum. Bir de akşam yemeğini evimde yiyebilmek, hafta sonu tatil yapabilmek istiyorum.
Eğer aranızda evde çalışsam ne güzel olur diyen varsa bence bir daha düşünsün.
YORUMLAR