Yakın zamanda yayınlanan bilimsel bir makale, Türkiye’de ve dünyada birçok kadının doğum sürecinde şiddete maruz kaldığını ortaya koydu. Türkiye’de kadınların dörtte üçü doğum sırasında bir tür şiddet yaşadığını bildirirken, dünya genelinde bu oranın yüzde 18.3 ile yüzde 75 arasında değiştiği görülüyor.
Kütahya Şehir Hastanesi’nden Uzman Ebe Kübra Karabulut ve Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Ayşegül Unutkan tarafından 2024’te yayımlanan araştırma, “obstetrik şiddet” kavramını detaylı bir şekilde açıklarken, konuyla ilgili yapılmış kapsamlı çalışmaların sonuçlarını derliyor.
Bu konuda dünya çapında yapılan farklı araştırmalar ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi uluslararası otoritelerin yaptığı açıklamaları da göz önünde bulundurarak, doğumda şiddet sorununu farklı açılardan değerlendirmek mümkün.
1- Doğumun medikalleşmesi ve doğumda şiddet
Eskiden uzman ebelerin sorumlu olduğu ve gündelik yaşamın bir parçası sayılan doğum, ataerkil sistemin doğum alanına müdahalesi ile birlikte medikalleşince, doğumda şiddet arttı.
Sadece doğum taburesinin evrimi bile bize sistemin ne şekilde değiştiğine dair bolca ipucu veriyor. Eskiden doğuran kadınlar için en uygun ve rahat doğum pozisyonunu sağlayan doğum taburesi, zamanla doktorların doğuran kadına daha kolay müdahale edebileceği şekilde değişti, yükseldi ve kadınlar için daha konforsuz hale geldi.
Doğal doğum için elverişsiz ortamlar nedeniyle artan medikal müdahaleler, rutin olarak ve doğuran kadının rızası alınmadan uygulanan işlemler de doğumda şiddet olarak nitelendiriliyor.
2- Doğumda şiddetin türleri
Doğum sırasında kadınların karşılaştıkları şiddet, birçok farklı biçimde ortaya çıkabilir. Obstetrik şiddet, kadınların doğum sürecinde rızaları dışında ya da bilgilendirilmeden maruz kaldıkları tüm müdahaleleri kapsayan bir insan hakları ihlalidir. Türkiye’de ve dünyada yapılan çeşitli araştırmalar, doğum sırasında şiddetin yaygın olduğunu ortaya koyuyor.
Fiziksel şiddet: Kadınların doğum sırasında maruz kaldığı doğrudan bedensel müdahaleleri içerir. Bu şiddet türüne örnek olarak, zorla yapılan vajinal muayeneler, gereksiz sezaryen uygulamaları, izinsiz epizyotomi (doğum kesisi) yapılması ve annenin isteği dışında doğum pozisyonuna zorlanması gibi müdahaleler verilebilir. Fiziksel şiddetin bir diğer boyutu ise ağrı kesici veya anestezi verilmeden yapılan müdahalelerdir. Bu uygulamalar, kadınların hem doğum sürecinde hem de sonrasında fiziksel acı çekmelerine ve uzun vadede kalıcı hasarların oluşmasına neden olabilir.
Sözlü şiddet: Doğum sırasında kadınlara yönelik kullanılan küçümseyici, azarlayıcı veya tehditkâr dil, sözlü şiddet kategorisinde yer alır. Bu şiddet türü, doğum yapan kadını korkutarak, duygusal baskı altına alarak ya da onu küçümseyerek, doğum deneyimini daha da travmatik hale getirir.
Psikolojik şiddet: Kadının ruhsal ve duygusal durumuna zarar veren tutum ve davranışları içerir. Mahremiyet ihlali, kadının rızası olmadan yapılan müdahaleler ve sağlık personeli tarafından yalnız bırakılma gibi durumlar, doğum sırasında psikolojik şiddetin en yaygın şekilleridir. Ayrıca, kadına yeterli bilgi verilmemesi ve doğum sürecinde kontrolün tamamen sağlık personeline bırakılması da psikolojik baskıya neden olur. Kadınların kendilerini çaresiz ve kontrolsüz hissetmeleri, doğum sonrasında ciddi psikolojik etkiler doğurabilir.
Cinsel şiddet: Obstetrik şiddet kapsamında kadınların izinsiz cinsel nitelikteki müdahalelere maruz kalması, cinsel şiddet olarak değerlendirilir. Zorla yapılan muayeneler, gereksiz vajinal müdahaleler ve kadının rızası olmadan uygulanan doğum işlemleri bu şiddet türüne girer. Cinsel şiddet, kadının bedeni üzerindeki kontrolünü kaybetmesine yol açarak, travmatik sonuçlar doğurabilir.
Yapısal şiddet: Sağlık sistemindeki yapısal sorunlar, kadınların doğum sırasında şiddete maruz kalmasına zemin hazırlar. Personel yetersizliği, sağlık çalışanlarının uzun çalışma saatleri ve düşük maaşlar gibi koşullar, kadınlara yönelik profesyonel olmayan yaklaşımların yaygınlaşmasına neden olabilir. Ayrıca, doğum sürecindeki gereksiz tıbbi müdahaleler, doğumun doğallığını bozarak kadınların bedenlerine saygısız bir yaklaşımı beraberinde getirir. Bu yapısal şiddet, özellikle daha düşük sosyoekonomik gruplardan gelen kadınları daha fazla etkileyebilir.
Doğum sırasında karşılaşılan bu şiddet türleri, sadece doğum anını değil, doğum sonrasındaki yaşamı da derinden etkiler.
3- Doğumda şiddeti besleyen faktörler
Doğum sırasında kadınlara uygulanan şiddetin kökeninde, yalnızca bireysel tutumlar değil, aynı zamanda sağlık sisteminin yapısal sorunları ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri yatıyor. Araştırmalar, obstetrik şiddetin, sağlık sistemindeki eksiklikler, personel yetersizliği, toplumsal normlar ve ataerkil düzen gibi pek çok faktörden beslendiğini ortaya koyuyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği:
Ataerkil toplum yapısı, kadınların bedenleri ve üreme hakları üzerinde tam kontrol sahibi olmalarını engelleyerek, onları sağlık çalışanlarının ve tıbbi sistemin insafına bırakıyor. Dr. Ayşegül Unutkan’ın araştırmasında belirtildiği gibi, kadınların sağlık sistemine erişimleri esnasında karşılaştıkları ayrımcılık ve küçümsenme, obstetrik şiddetin yaygınlaşmasına neden oluyor. Kadınlar, çoğu zaman doğum süreçlerinde pasif birer alıcı haline getiriliyor ve tıbbi müdahaleler konusunda yeterince bilgilendirilmiyor.
Sağlık sistemindeki yapısal sorunlar:
Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları, doğrudan doğum sırasında uygulanan şiddeti etkileyen önemli bir faktör. Araştırmalar, personel yetersizliği, uzun çalışma saatleri ve düşük ücretler gibi sorunların, sağlık profesyonellerinin tükenmişlik yaşamasına ve doğum sürecindeki kadınlara karşı daha agresif bir tutum sergilemelerine neden olduğunu gösteriyor. Sağlık çalışanları üzerindeki bu baskılar, onlardan daha hızlı ve verimlilik odaklı bir hizmet talep edilmesine yol açıyor, bu da kadınların doğumda daha fazla tıbbi müdahaleye maruz kalmalarına neden oluyor.
Gereksiz tıbbi müdahaleler:
Doğum sırasında uygulanan tıbbi müdahalelerin önemli bir kısmı, kadının rızası alınmadan ve herhangi bir tıbbi gereklilik olmaksızın yapılıyor. Bu tür müdahaleler, doğumun medikalleşmesiyle birlikte standart bir uygulama haline geliyor. Örneğin, sezaryen ve epizyotomi gibi işlemler, çoğu zaman kadının doğum sürecine aktif katılımını engelliyor ve doğumun doğal akışına müdahale edilmesine yol açıyor. Kadınların bedenleri üzerindeki kontrolü kaybetmeleri, şiddet algısını güçlendiriyor ve onları psikolojik olarak zayıflatıyor.
Bilgi ve farkındalık eksikliği:
Kadınların doğum sırasında kendilerine uygulanan işlemler ve müdahaleler hakkında yeterince bilgilendirilmemesi, şiddeti besleyen diğer bir faktör. Birçok kadın, doğum sırasında ne tür müdahalelerle karşılaşacağı konusunda yeterince bilgilendirilmiyor. Bu durum, kadınların bedenleri üzerindeki kontrolünü kaybetmelerine ve çaresizlik hissetmelerine neden oluyor. Ayrıca, sağlık çalışanlarının bu konuda farkındalıklarının yetersiz olması, şiddetin yaygınlaşmasını tetikliyor.
Kültürel normlar:
Türkiye’deki ve diğer birçok ülkedeki kültürel normlar, doğumda şiddeti besleyen önemli faktörler arasında yer alıyor. Geleneksel olarak, doğum uzun yıllar boyunca tıbbi değil, doğal bir süreç olarak görülse de, modernleşme ve medikalleşme ile birlikte kadınların doğum süreçlerindeki aktif rolleri giderek azalmış durumda. Obstetrik şiddetin normalleştirilmesi, bu normların bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Sağlık çalışanlarının ve toplumun büyük bir kısmı, doğumda kadının pasif bir katılımcı olduğu ve doktorların otoritesine uyması gerektiği algısını sürdürüyor.
4- Doğumda şiddeti önlemek için neler yapılmalı?
Doğum sırasında şiddeti önlemek için yapılan araştırmalar ve öneriler, hem sağlık sistemi içinde yapısal reformlar yapılması gerektiğini hem de kadınların doğum sürecinde bilinçli birer katılımcı olarak süreçte yer almalarının sağlanmasını ön plana çıkarıyor.
Sağlık çalışanlarının eğitimi ve farkındalık artırılması:
Birçok araştırma, sağlık personelinin obstetrik şiddet konusunda yeterli eğitime sahip olmadığını ortaya koyuyor. Kübra Karabulut ve Ayşegül Unutkan’ın çalışmasında, özellikle ebelerin ve doktorların şiddeti tanıma ve engelleme konusunda daha fazla eğitim almalarının önemine dikkat çekiliyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) de bu konuda geniş kapsamlı eğitim programlarının uygulanmasını öneriyor. Bu programlar, sağlık profesyonellerine saygılı bakım uygulamaları, kadın hakları, mahremiyetin korunması ve bilgilendirilmiş onam alma süreçlerini öğretmeyi amaçlıyor.
Bilgilendirilmiş onamın zorunlu hale getirilmesi
Doğum sırasında yapılan tüm müdahaleler için kadının bilgilendirilmiş onamının alınması, obstetrik şiddeti önlemenin kritik yollarından biri olarak görülüyor. DSÖ’nün 2014 ve 2015 yıllarındaki bildirilerinde, sağlık tesislerinde kadının onamı olmadan yapılan müdahalelerin insan hakları ihlali olduğu vurgulanıyor. Bu bağlamda, onam alma süreci, sadece tıbbi bir zorunluluk değil, aynı zamanda kadının bedenine yönelik saygının bir göstergesi olarak kabul edilmeli.
Doğum süreçlerinin insancıllaştırılması
Doğumun medikal bir olaydan ziyade doğal bir süreç olarak ele alınması, şiddeti önlemede önemli bir adım olarak öneriliyor. Latin Amerika’da başlayan ”doğumun insancıllaştırılması” hareketi, bu bağlamda doğuma yaklaşımı değiştirmiş durumda. Kadının doğum sırasında tercih ettiği pozisyonlarda doğum yapabilmesi, gereksiz tıbbi müdahalelerden kaçınılması ve doğum sonrası anne-bebek bağının desteklenmesi gibi uygulamalar, saygılı annelik bakımını teşvik eden yaklaşımlar arasında yer alıyor.
Yasal düzenlemeler ve denetimler:
Venezuela ve Arjantin gibi bazı ülkelerde, obstetrik şiddeti suç sayan yasalar çıkarılmış durumda. Türkiye’de ise henüz bu konuda net bir yasal düzenleme bulunmuyor. Ancak, Sağlık Bakanlığı, doğumda gereksiz müdahalelerden kaçınılmasını, annenin fiziksel ve duygusal olarak desteklenmesini teşvik eden “Anne-Bebek Dostu Hastane” programı gibi girişimlerle bu soruna çözüm bulmaya çalışıyor. Yasal denetimlerin artırılması, sağlık tesislerinin sık sık denetlenmesi ve şiddet vakalarının kaydedilmesi, bu sorunun çözümüne katkı sağlayabilir.
Kadınların doğum süreçlerine daha aktif katılımı:
Kadınların doğum sürecinde pasif birer alıcı yerine aktif katılımcılar olması sağlanmalı. Bu katılım, doğum sırasında verilen kararlarda söz sahibi olma, müdahale taleplerini sorgulama ve tıbbi süreçlerle ilgili bilgilendirilmeyi içeriyor. Kadınların bu süreçte bilinçli bir şekilde yer almaları ve ihtiyaç duydukları duygusal ve fiziksel desteği alabilmeleri, obstetrik şiddetin önlenmesi açısından kritik bir rol oynuyor.
Yararlanılan kaynaklar:
Obstetrik Şiddet ve Ebelik; Kübra Karabulut, Ayşegül Unutkan
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/37406467/
https://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2022-159-2036
YORUMLAR