Medikal mizojiniyi konuşuyoruz

Tıp biliminin zaten patriarkayla el ele yürüdüğü malum. Orta Çağ Avrupası’nın cadı avlarında yakılan şifacı kadınlardan, işlevsizleştirilen ebelere kadar. Bitkilerin farmakolojisinden anlayan kadim bilgiyi değersizleştirip “koca karı ilacı” adlandırmalarına kadar nereye baksak izini görürüz. Batılı anlamda tıp bilimi “tarafsız” değildir, açıkça muktedirin yani erkeğin tarafını tutar. Tarih boyunca tıp, çoğu zaman kadınların bedenlerini, deneyimlerini ve acılarını doğru temsil etmeyen, hatta kimi dönemlerde sistematik ve bilinçli olarak değersizleştiren bir anlayışla şekillenmiştir.


Sağlık sisteminde kadınların şikâyetlerinin görmezden gelinmesi, acılarının küçümsenmesi, semptomlarının “abartı”, “histeri” ya da “duygusal reaksiyon” olarak etiketlenmesi ve bilimsel araştırmalarda kadın bedeninin ihmal edilmesi gibi uygulamalarının bir adı var; medikal mizojini. Bu konu hakkında yazma iştahımı körükleyen @basibozukbirisi arkadaşım Elif Doğan’ın bu haftaki içeriği oldu. Arka planda okuduğum Hepsi Senin Kuruntun kitabı da tuzu biberi. Kitabı bitirdiğimde ayrıca daha ayrıntılı yazarım.


Mizojini bildiğimiz üzere kadın düşmanlığını ifade ediyor. Medikal mizojiniyi bunun bir alt başlığı gibi düşünebiliriz. Bu kavram yalnızca bireysel önyargılarla değil; tıp eğitiminin, klinik uygulamaların ve araştırma yöntemlerinin derinlerine işlemiş yapısal bir eşitsizlikle ilişkilidir. Falanca doktor çok iyi, erkek doktorlar aslında şöyle, kadın doktorlar esas daha kötü gibi bireysel deneyimleri anlatmaz; daha geniş bir yerden büyük resme bakar.


Her şeyden önce kadınların şikayetleri daha az ciddiye alınır. Bununla ilgili sadece kendi hayatımdan dahi sayısız örnek verebilirim. Araştırmalar, kadınların aynı şiddetteki ağrıyı ifade ettiklerinde erkeklere kıyasla daha az ciddiye alındığını, daha geç tedaviye aldığını ve daha çabuk psikolojik etiketlemeye maruz kaldığını gösteriyor. Acil serviste kadınlara erkeklerden daha geç ağrı kesici veriliyor. Endometriozis gibi kadın odaklı birçok hastalık yıllarca yanlış tanı alabiliyor. Kadınlar kalp krizi geçirdiğinde sebepsiz kaygı, panik atak ya da stres diyerek eve gönderilebiliyor.


Ben bir Ted konuşmasında standart insanın erkek olduğundan söz etmiştim. Meraklısı seyredebilir, hala Youtube’da yayında, konuşmanın başlığı “Kadın olduğun için üzgünüz”. Bir çocuğa bir insan çiz dersin, çöp adam çizer. Erkek. Kardan “adam”, zencefilli kurabiye “adam”, insan figürü verilmiş şekiller hep erkektir. İnsanoğlu deriz, oğul, erkek. İngilizcesi mankind, man, erkek. Dilimizde de zihnimizde de insan aslında erkektir, kadınsa bir varyasyonu. Buradan hareketle tıbbın standart hasta profilini hâlâ “erkek bedenine göre” inşa etmesi işte bu medikal mizojini dediğimiz kavramı da besler.


Klinik çalışmalarda kullanılan verilerin çoğu erkeklerden toplanıyor. Yine çok severek okuduğum bir başka kitap olan Eşyaların Patriyarkası bu konuyu çok ayrıntılı dile getirmiş. İş güvenliği ekipmanları erkek bedenine göre tasarlanır. Otomobillerin emniyet kemeri bile erkek bedenine göre tasarlanır. İlaç araştırmaları erkek bedeni esas alınarak yapılır, erkekler üzerinde denenir. Bu da kadınlar için uygun doz ayarlamalarından tutun da hastalıkların gelişim sürecine kadar birçok bilgiyi eksik bıraktığı gibi temel bir güvenlik zafiyeti yaratır.


İlaç araştırmaları söz konusu olduğunda bu açığı şöyle açıklıyorlar: Kadınların biyolojik ritimleri gereği hormonal döngülerinin “araştırmayı karmaşıklaştırıyor”, bu nedenle daha stabil bir hormon düzeyine sahip erkek bedeni esas alınıyor. Bu çözümde kadınlar yeterince güvende mi? Elbette değil. Bu gerekçeyle kadınlar klinik deneylerden dışlanıyor bu da bilimsel bilgi üretiminde sistematik bir boşluk yaratıyor.


Kadınların şikâyetlerinin çok daha hızlı bir şekilde “psikolojik” olarak etiketlenmesi, medikal mizojininin en yaygın bir diğer yüzü. Erkeklerin duygularını kadınlar kadar açık ve şeffaf yaşayamıyor olmaları da ataerkil düzenin bir sonucu olmakla birlikte; “Stres yapmışsındır”, “yorgunluktandır”, “sen biraz hassassın”, “anksiyete belirtisi olabilir” gibi cümleler, çoğu zaman kadınların haklı biyolojik şikâyetlerini perdeleyen bir işlev görür. Bazen kadınlar bu muamele sebebiyle de rutin doktor kontrollerini aksatır. Bu yaklaşımın sonucu ise ağır: Kadınlar teşhis alamaz, tedaviye geç başlanır ve pek çok hastalık ilerlemiş seviyede fark edilir.


Kadınların sağlık tesislerinde yaşadıkları krizlerin ekseriyetle doğumla ilişkili olması da pek tabi tesadüf değil. Kadınların üreme sağlığı söz konusu olduğunda mizojini daha da görünür hâle gelir. Kadınların sezaryen doğum seçmelerinin çocuğa yapılan bir kötülük gibi lanse edildiği bakanlık reklamlarından tutun, en tepedeki liderden gelen kürtaj bir cinayettir çıkışına kadar kadın bedeni üzerindeki tahakküm son derece sistemseldir. Yıllarca kadınların doğum kontrol yöntemlerine erişimi sınırlanmış, doğum sancıları küçümsenmiş, sezaryen veya doğum tercihleri üzerinde baskı kurulmuş, menopoz süreçleri “hastalık” gibi ele alınmıştır.


Kadın bedeni, çoğu kültürde toplumun namusu, aile yapısının devamı ve devlet politikalarının nesnesi hâline getirildiğinden, sağlık sistemi de bu baskıların izlerini taşımaya devam eder. Tam da bu sebeple bugün halk arasında “tüplerin bağlatılması” gibi kadın bedeni üzerinde kalıcı doğum kontrolü işlemi çok sık karşımıza çıkarken, aynı işlemin erkek versiyonu olan vasektomiden çoğu insanın haberi bile yoktur. Bugün hala boşandıktan sonra 300 gün içinde yeniden evlenmek isteyen bir kadının hamile olmadığını ispat etmesi gerekir. Bu ülkenin tarihi üniversite yurtlarından toplanıp bekaret testine götürülen öğrenci kadınlarla dolu.


Eşitsiz güç ilişkilerine tıp biliminin alet edilmesi medikal mizojiniyi besler. Medikal mizojini yalnızca kadınların sağlık deneyimlerini değil, yaşam kalitelerini, üretkenliklerini ve hatta yaşam sürelerini etkileyen ciddi bir eşitsizlik alanıdır. Bu eşitsizliğin aşılması için çare yine toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıdır. Tıp eğitiminde toplumsal cinsiyet farkındalığı artırılmalı, klinik araştırmalarda kadın temsili güçlendirilmeli, sağlık çalışanlarına cinsiyetçi önyargı farkındalığı eğitimi verilmeli, kadınların kendi beden bilgisi ve deneyimlerine güvenen bir yaklaşım teşvik edilmelidir. Kadınların acısını hafife alan, bedenini yok sayan, deneyimlerini duygusallıkla açıklayan bir sağlık sistemi sürdürülebilir değil.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.