The Best Offer (En iyi teklif): Bir kadınla yaşamak açık artırmaya benzer mi?

Sevme ve sevilme ihtiyacını yok saymasının bedelini, yaşamının ileri bir döneminde, bu ihtiyaca yenik düştüğünde insan çok ağır ödeyebilir. Ünlü sanat uzmanı, müzayedeci Virgil Oldman’ın hikâyesinin söylediği bu.





Virgil’in hiç yakın arkadaşı yok. Hayatını sevdiği biriyle paylaşmıyor. Sosyal ilişkileri mesafeli. Müzayedelerde geçen hayatının her geçen gün biriken yorgunluğundan, kapısını sıkı sıkıya kilitlediği o salonda sıyrılıyor. Orta yerindeki koltuğuna oturup ünlü ressamların kadın portreleriyle süslediği duvarlarına bakarak. Hayatını paylaştığı ve kimseye takdim etmediği sessiz, hareketsiz kadınlarla baş başa.


Virgil’ın hayatı, bir gün bir kadından gelen telefonla değişiyor. Varlıklı ailesinden kalan evdeki sanat eserlerini incelemesini ve fiyat biçmesini isteyen kadının tek bir şartı var: Yüz yüze gelmemek. Virgil evde eserleri incelerken, kendini kilitlediği odadan konuşan kadını görmek için dayanılmaz bir istek duyuyor. Tuhaf bir hastalığı olduğunu söyleyen kadını gördüğü andan itibaren ise her şey, bir daha eskisi gibi olmayacak biçimde değişiyor.





Bir kadınla yaşamanın açık artırmaya benzediğini söyleyen sanat uzmanı, bu inancını doğruluyor. Virgil’in hikâyesinin ikinci söylediği de bu: Neye inanıyorsak onu yaşıyoruz.

The Cakemaker (Pastacı): Berlin-Kudüs hattında bir aşk hikâyesi

Mis gibi kokan, ufacık bir pastane. Oren, Berlin’e her gelişinde oraya gidiyor. Bir pasta var, karısı çok seviyor diye aldığı. Kudüs’e her dönüşünde ondan götürüyor. Sonra bir gün gelmiyor Oren. Thomas bekliyor, bekliyor, ses yok. Telesekreterine defalarca mesaj bırakıyor. Bir türlü haber çıkmayınca işyerine gidiyor. Trafik kazası geçirdiğini öğrenince, elinde onun için hazırladığı pasta ile kalakalıyor.





Filmin geri kalanı, son sahne hariç Kudüs’te geçiyor. Oren’in karısının restoranında. Thomas, Oren’in yasını, onun hiç bilmediği öteki hayatını keşfederek yaşıyor. Değdiği ne varsa değip onu yeniden hissetmeye çalışarak.


Son yedi-sekiz yılda dünya genelinde çekilip hızla gösterime giren, eşcinsel ilişkilerin anlatıldığı ya da içinden geçtiği film veya dizi sayısı arttı. Ancak çoğunda bu ilişkiler bir komedi unsuru ve yarı pornografik. İki erkek veya iki kadın arasında, bir erkekle bir kadının arasında geçebileceklerin geçtiğini göstermekle meşgul.




Pastacı ise yalın bir aşk hikâyesi anlatıyor. Göstermekle değil, hissettirmekle ilgileniyor. Thomas’ın, Oren’in karısına Berlin’de birini sevdiğini ve kendisinden ayrılıp onunla yaşamaya karar verdiğini söylediğini öğrendiği bir sahne var. Birini sevmeye, yitirmeye, yitirdiğini bilmeden beklemeye, özlemeye dair tek kelime etmeden tanık eden. Sadece bu sahne için bile Pastacı’yı izlemeli.




Yazarın notu:

Profesyonel, güncel film eleştirisi değildir. Endüstriyel Amerikan sinemasını tacizkâr bulanlara, dünya sinemasından bağımsız filmler önermek üzere kaleme alınmıştır.



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.