Kaçıp gitmek istiyorum.

Çok mu klişe geldi? “Gidelim buralardan, dayanamıyorum” tadında, aşık-maşuk kafalarda değil. Pılımı pırtımı, tüm sorumluluklarımı toplayıp sıfırdan bir hayata başlamak istiyorum. Kimse adımı seslenmesin, hiçbir işin sorumlusu olmayayım, hiçbir işin ucundan bile tutmayayım. Hiç kimsenin beslenmesi, sağlığı için düşünmem, alışveriş yapmam, alınanları yıkamam, doğramam, bir araya getirmem, ocağını altını kısmam, sofrayı kurmam, ekmeği kesmem, toplamam, silmem, yıkamam, çöpü çıkarmam, çöp kutusuna yeni torba koymam gerekmesin. Kendimle bile ilgilenmemin gerekmediği bir zaman dilimi yaşayayım. Yiyecekler önüme gelsin. Susadıysam elimi uzatınca dolu bir bardak bulayım. Sürahiyi doldurmam bile gerekmesin. Yapılması gereken hiçbir iş olmasın. Tatil mi bu? Sahi, tatil nedir?


Depresyonda mıyım?


Çok düşündüm. Az bir şey okumuşluğum da var. Depresyon belirtileri listesinde yer alan maddeler arasına giriyor bazı şikayetlerim. Ama bunları şikâyet olarak paylaşmıyorum ki, içimden şikâyet etmiyorum ki… Bu benim durumum. Bu, büsbütün hayatım. Hayatım bir depresyondan mı ibaret olacak? Hayır. Buna izin vermiyorum. Çocuklarımı gıdıklıyor, göz yaşlarını siliyor, macera dolu oyunlarına katılıyor, komik videolarına gülüyor, annemi arayıp hayatla ilgili sızlanmalarını dinliyor, gazını alıyor, topu çeviriyor, telefonu kapattıktan sonra içimden “Sıradakiiii!” diyorum ve 3 dakika sonra onun varlığını bile unutuyorum. Çünkü gerçekten hiç durmadan bir şey yapmamın gerektiği bir hayat yaşıyorum. Gereklilikler arasında eleye eleye geldiğim noktada, artık hepsi gerçekten de gerekli. Ve hepsi birden çok… Herkes kendi işini yapsa bile, asgaride desteğime ihtiyaç duyuyor. Gerçeğim bu…



Mümkün kılmaya çalışarak, kendime 5’er dakikalık molalar vererek sinir sistemimi bir miktar dengeliyorum. Bazen onu da veremiyorum ama yavaş yavaş yapıyorum, yaptığım şeyi. Bu da bir mola oluyor bazen. Sızlanmıyorum. Sadece yaşıyorum. Aslında en büyük çabam, mağdur edebiyatına kaçmamak. Bu dönemle ilgili kendime koyduğum minik “Kişisel gelişim” hedefi bu. Aklıma arkadaşımın “Kişisel gelişim denmiyor artık. Bireysel gelişim deniyor. Biz bireysel gelişim yolundayız” uyarısı geliyor.


Mağdur edebiyatına kaçmamak için itici gücüm, annemin hayata bakış şekli… Hala bir birey mi yoksa kişi mi olduğundan emin olamadığım annemle konuştuktan sonraki 3 dakika içinde de “İnsan bir ömür boyunca mağdur olur mu?” diye soruyorum kendime. Çünkü annem hep mağdur. En doğruyu bilen, en üstün olan kendisi. Bugüne kadar hayatına girmiş kimse onun mertebesinde değil. Bu yüzden onu kimse anlamadı. Herkes ona ve onun beğendiklerine düşman. Bu sebeple hep mağdur. O yüzden yalnız. Onun bu varlık şekli benim bedenimde taşıdığım bir iç çamaşırı, çıkaramadığım bir korse gibi… Pandemi, 65 yaş üzeri gruptaki annemin mağduriyet edebiyatı üzerine bir krema konduruyor. Bense onun gibi çocuklarını büyütmüş, torunlarını görmüş, ihtiyaçları karşılanan, tek derdinin artık can sıkıntısı olduğu yılları hayal bile edemeyecek durumdayım. Yine de “Mağdur değilim. Gerçeğim bu” diye hatırlatıyorum kendime. Ben, annem gibi sızlanmayacağım. Ben, annem değilim. Mağdur olmadığımın bilincindeyim. Hayatımın geldiği tüm bu hal üzerinde bilinçli seçimler yapabilecek bir yetişkin olduğumu hatırlatıyorum kendime. Yetişkin olmak, “Topumu aldılar!” deyip bir köşede ağlamak değil.


Sadece yorgunum ve dinlenmek istiyorum. Tüm zihinsel git-gellerden sonra en azından bir küçük farkındalık anına gelip “Mağdurum” demiyor, problemimi net olarak söyleyebiliyorum, şükür. Şu anda en temel problemim şu ki, pandemi döneminde iş bölümünün yetmediği kadar yoğunum. Çocuklarım kendi işlerini yapsa da yetişmiyor. Bir şeyler yapılırken başka şeyler bozuluyor. Birisi ergenlik dönemindeki iki çocuğumla, bana olan ihtiyaç gün içinde çok yerden başını uzatıp “Ben geldim!” diyor. Ben de “Hoş geldin” diyorum. İşte böyle zamanlardan geçiyoruz. Kabul… İşte bu yüzden geldim burada yazıyorum. Çocuklarıma sızlanmayacağım. Eşime pasif-agresif takılıp evi soğuk bir cehenneme çevirmeyeceğim. Ben “o” annelerden olmayacağım.


Kapıdan çıkıp gitmek istiyorum. Bir kafede oturmak falan da istemiyorum. Azıcık rahatlayıp eve dönmek de istemiyorum. Başka bir hayat yaşamak istiyorum. Seçtiğim menü 2020’de “büyük seçim” çıktı. Yanında gelenleri hazmetmeye, sindirmeye çalışıyorum. Fazla geleni çöpe göndermek lazım. Çöp kutusu yoksa da kendim yapıyorum.


Yaşamak istediğim hayat bu değil, orası kesin. Ne yazık ki bu hayata, en azından büyük kısmına ben “Evet” dedim. O halde yapabileceklerimi gözden geçirmeliyim. Her gün, tekrar tekrar.


Ashley Judd’ın bir filmi vardı. Tüm filmografisini taradım ama bulamadım. Bilen varsa söylesin.


Sahneler bende kesik kesik. Kadın mutfakta. Kocası ve çocuğuna yemek hazırlıyor. Loş bir ortam. Işık, adam ile çocuğun olduğu masaya vuruyor… O zamana kadar biriken perişanlığı ve mutsuzluğu o kadar iyi gösteren bir sahne ki…


Kadın dayanamıyor artık. Terk ediyor evi. “Ben oyuncu olmak istiyorum” diyor.


Ertesi gün… Kadının yolda giderken yüzüne gün ışığının vurduğu sahneyi hatırlıyorum sadece. Gittiğini…


Ben de yapabilir miyim?


Ashley Judd için Google’da tekrar arama yapıyorum. O sahneyi izlemem lazım. Kendim yaşamışçasına rahatlatacağını fark ediyorum. İzleme isteğimin bu kadar yoğun olmasının altındaki ihtiyaç muhtemelen bu... Sonra tekrar güç bularak yere dökülenleri süpürmeye, içerideki bilgisayardan gelen öğretmen seslerine, zihnimdeki birkaç sese, çamaşır makinesi sesine, komşudan gelen matkap sesine ve diğer tüm seslerin sinir sistemime etkisini hafifletebilirim. Bakıyorum, Ashley taa 1993 yılında Bağımsız Ruh Ödülleri’nde En İyi Kadın Oyuncu Bağımsız Ruh Ödülü’nü kazanmış. “Bağımsız ruh…” Bir kahkaha atıyorum.




Önceki bölümler...




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.