Oğlumun doğum günü. Yetiştirmem gereken raporu geciktirişimin de ikinci günü. Bakalım hayat, sen mi ben mi?


Hayattan yanıt gecikmiyor: Mutfak borusu.


Aylarca okul görmemiş olan oğlumun doğum günü geldi. Sitenin bahçesinde kutluyoruz. Gündüz alelacele bir kek yapıp 1 saatliğine bahçeye indirmişim. Pandemi döneminde yakınlaştığım üç kafa dengi komşumla sözleşmişiz. Online dersler bittikten sonra mum üfleyecek ve pandemi koşullarındaki optimum doğum günü kutlamasını yapacağız. Sitede kısıtlamalar ve kurallar içinde çocukları bazen bahçeye indiriyoruz. Bir mum üflenecek ve oğlum kutlamadan mahrum kalmayacak. Hepimiz eski nesil anneliğe maruz kalma yorgunuyuz. Ama çocukları her şeyden yoksun bırakmaya da gönlümüz el vermiyor. Bir kek, birkaç poğaça, bir güzel masa örtüsü, bir mum, birkaç renkli plastik tabak ile de doğum günü oluyor ve pek de güzel oluyor. “Zaten hayat bu kadarla yaşansaydı gayet yeterli olurdu. Biz insanlık, her şeyi nasıl da zor hale getirdik” diye iç geçiriyoruz.


Evde kalan kızım arıyor. “Anne, mutfaktan acayip sesler geliyor, korkuyorum!” Oğlumu parktan almak için koşuyorum, komşu sağolsun arkamdan sesleniyor, “Ben ona bakarım, sen eve git”. Eve doğru koşarken maskeyle koşmanın nasıl bir şey olduğunu birkaç saniyeliğine fark ediyorum. Sonra maskenin varlığını da unutuyorum.



Maskeli ve sosyal mesafeli olarak, 3 komşu ve çocuklarıyla birlikte çardakta doğum günü yaparken, mutfakta su borusu patlamış. Pandemi olmasaydı mutfakta tadilat yapacaktık ama Mart’tan bu yana olan masraflarla artık imkânsız… Mutfak, kendi tadilatını kendi başlatmaya karar vermiş. 5 dakika içinde koridor ve oğlumun odası göl olmuş. Aklıma hemen, gece bilgisayar başında oturup yarım kalan işleri tamamlama planım geliyor. Akşam çekirdek ailemiz arasında yapacağımız kutlama da bir “su” partisine dönüşüyor. Yetiştirmem gereken rapor için akşam bilgisayar başına oturduğumda saat gece yarısına varmak üzere. Mutfak ise bomba düşmüş gibi duruyor. Temizlik yarın da devam edecek.


Günü değerlendiriyorum. Herkesin ihtiyaçları karşılandı. Huzur içinde kendime dönebilirim. İnsanların ve eşyaların ihtiyaçları var ve pandemi de var. Bu koşullar içinde herkes en azına razı. Bu değişim aslında hepimize iyi geliyor. Ancak tüm ailenin bir arada olması hepimizi zorluyor. Patlayan borular, evden çalışan yetişkinler, evden eğitim gören çocuklar, çamaşır makineleri ve köpekler, düdüklü tencereler ve çim biçme makineleri, yakınları ölen veya kendileri hastalanan komşular, tadilat için gelen ustalar. Hepsi ama hepsi bir arada. Ne acayip…


Tüm bu olan bitende ne keramet olduğunu düşünüp duruyorum. Yapılacak yemekler, silinecek parkeler, bisiklete binerken eşlik edilecek bir evlat, okulu özlediği için teselli edilecek diğer evlat, hastanede yatan arkadaş, ölen akraba, iş için hazırlanacak rapor, iş ve okulla ilgili aranacak insanlar, arayıp dertleri dinlenecek olan anne, yemek yapıp götürülecek kayınpeder, arayıp “geçmiş olsun” denilecek kuzen, arayıp “başın sağolsun” denilecek tanıdık, arayıp “ben yoruldum” diyecek hiç kimse… Herkes yorgun. Ben kime başımı yaslayayım?


Akşam olmuş. Nihayet bilgisayar başındayım. Ekran bana bakıyor. Gözlerim o esnada gören gözler değil. Boşlukta bir yere takılmış. Bir yandan da ekranda açık olan bir sürü pencerede yazan yazıları okumak için içim pırpır. Bacaklarımın, sırtımın ağrıdığını fark ediyorum. Akşamüstüne kadar yaptıklarım, akşamüstüne sıkıştırdığım kısa doğum günü kutlaması, dönüşte karşılaştığım olağanüstü durum, benim mevcut anın içindeki küçük kahve keyfim, o kahveyi içmek isteyen sabırsız ve çocuksu halim hepsi bir arada. Hepsinin artık geçip gittiğini, hafızamda yerlerini aldıklarını fark ediyorum.


Yarın yeni bir gün. Toplanacak mutfak, askıdan alınıp yenileri yıkanacak çamaşırlar, hazırlanacak kahvaltı, geri doldurulacak kahvaltılık, yerden süpürülecek ekmek kırıntıları, soyulacak meyveler, verilecek su siparişi, biten deterjan, azalan yoğurt, açılacak olan kargo paketi, iadesi yapılacak pantolon, hazırlanacak olan yardım kolisi, aranacak olan akraba, dikilecek olan düğme, hiç okunamayacak olan o kitap, hepsi birden hafızamdan beni yokluyor.


Şu anda bulunduğum ortama bakıyorum. Ekran bana bakıyor. Ekranın içine girip bir Alice Harikalar Diyarında ortamına girmek, bir süre orada yaşamak istiyorum. Gece yarısı. Herkes yattı. Yeterince uslu bir kadın olursam belki ben de harikalar diyarına gidebilirim, ha? Karanlığın içinden, benim harikalar diyarından bir ses geliyor: “Anneeeeee!”


Önceki bölümler...


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.