Kenardan izlemek mi dümene geçmek mi?
Geçen yazımda yaşamın en değerli hazinemiz olduğundan, bu zenginliği en iyi şekilde değerlendirme sorumluluğunu ömür boyunca taşıdığımızdan bahsetmiştim. Hatta bazen bu sorumluluğu tek başına taşımak istemeyenlerin, çeşitli bahaneler bularak harekete geçmeyi hep ertelediğine de değinmiştim.
Bu yazının konusu da bu sorumluluğu taşımaya üşenme hatta başkasına yükleme eğilimi... Aslına bakarsanız daha sorumluluk taşıma aşamasına bile gelemeden yaşamın değerini idrak etme bölümünde tökezlediğimiz de söylenebilir. Ancak burada bir fark var; bu bölümde tökezlememizin en etkili nedenlerinden biri, gerçekten de yaşadığımız ve büyüdüğümüz ortamın baltalayıcı özellikleri... Nedir bunlar? Doğduğumuz andan itibaren hepimizin dünyadaki her şeyin en iyisini/sağlıklısını hak ettiğimiz gerçeğini unutturan faktörler... İçinde yaşadığımız ekonomik düzen, toplumu oluşturan bireylerin tümünün aynı olanaklara sahip olmasına müsait değil maalesef... Kimimiz varlıklı bir ailede dünyaya geliyor ve “ben çok değerliyim” duygusunu maddi olanaklar aracılığıyla deneyimliyoruz, kimimiz ise varlıklı olmayan ancak saf sevgi duygusu zemininde kurulmuş ailelerde büyüyerek bu dünyadaki her canlının ölçülemeyecek kadar yüksek bir değeri olduğunu öğreniyoruz. Yani içine doğduğumuz habitat, sağlıklı bir değer duygusu geliştirebilmemiz için çok belirleyici bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.
Eğer sağlıklı bir değer duygusu geliştiremediysek, hayatımızın bir aşamasında belki de sarsıcı bir olay nedeniyle kendimizi ve yaşamımızı bu zamana kadar hak ettiği gibi değerlendiremediğimizi fark ederiz; bir aydınlanma veya yüzleşme yaşarız. İşte sorumluluğa davet niteliğinde olan asıl bu andır: Şu ya da bu sebepten kendimizin ve yaşamımızın hakkını veremediğimizi fark ettiğimizde ne yapabiliriz? “Kader kurbanı” rolünü benimseyip kendi hayatımızı en arka sıradan izlemeye devam etmek mi yoksa oyunu bozup kuralları kendi sağlığımız/iyiliğimiz için ne gerekiyorsa ona göre yazmak mı? Farkındalık aşamasına gelmek büyük gelişmedir, kullanılması gereken çok önemli bir şanstır. Ancak hikaye asıl bundan sonra başlar. Çünkü eğer farkındalığa eşlik eden ve itici güç niteliği taşıyan cesaret duygusu da uyanırsa, geminin dümenine geçeriz ve hikayemizi baştan yazmamızı sağlayacak adımları atmaya hazır oluruz.
Bu adımlar, kendi hayatımızı kenardan izleyip senaryodaki diğer rolleri eleştirmek kadar kolay değildir elbet... Verdiğimiz her kararın, bunun paralelinde attığımız her adımın sonuçlarını göze alarak harekete geçeriz ve arada takılıp düşsek de “olsun, hedefime doğru ilerlerken bir şey daha öğrendim; bu bilgiyi dosyalayayım, yola devam!” deriz. Kendimizi ve hayatımızı kutsal emanet gibi algılayıp, olabilecek en az hasarla bu yolculuğu tamamlayabilmek için elimizden geleni yaparız. Dolu dolu bir ömür, bu dünyaya ve üzerinde yaşayan canlılara dair yeni bilgiler edinmek, bu bilgileri kendi yaşantımızda kullanabilmek, kendimiz zenginleşirken çevremize de ışığımızı yansıtabilmek, yaşam enerjimizi yüksek ve canlı tutabilmektir asıl hedefimiz; bu yolda çekebileceğimiz sıkıntılar ya da karşılaştığımız zorluklar da sızlanmamıza değil, daha da motive olmamıza yol açar. Hayatta eğer böyle bir hedefle ilerliyorsak, bu yolda en çok zorlandığımız anlara dair anılarımızı birer madalya gibi gururla taşırız.
Söz konusu farkındalığı yaşamasına rağmen kenardan izlemeyi tercih edenler ise bu aşamaya geldiğiyle kalırlar; şimdiye kadar kıymetini fark etmeden harcadıkları yaşamlarını bundan sonra da “vah vah”larla, “keşke”lerle ve o zorlu yola çıkmamak için buldukları envai çeşit bahaneyle harcamaya devam ederler. Evet, hakkı verilmiş ve kıymeti bilinmiş bir ömür için çıkılan yol çok engebeli, yer yer konforsuz ve yorucu olabilir ancak yolun sonuna doğru insana hissettireceği gurur ve tatmin duygusunun tarifi mümkün değildir. Yaşamınızın herhangi bir döneminde bir yüzleşme yaşayıp “değer farkındalığı”na ulaştıysanız, cesaretiniz ve enerjiniz bol olsun; her geçen yıl daha da zenginleştiğiniz ve olgunlaştığınız bir ömür dilerim...
YORUMLAR