Aslında top hep bizde!

Geçenlerde bir arkadaşım “Neden böyle yapıyor, anlamıyorum” dedi. Ben de sordum: “Neden yaptığını bilirsen ne değişecek?”


Bu soruya teorik olarak çeşitli cevaplar verilebilir ama benim asıl söylemek istediğim şuydu: Mesele karşı tarafın davranışlarının/sözlerinin nedeni değil, bizim bu durum karşısında sergilediğimiz duruş, takındığımız tavır, tepkilerimiz, hissettiklerimiz, düşündüklerimiz... Bizi şaşırtan, üzen, kıran çaresiz kılan birçok durum karşısında hemen bunun nedenini araştırma yoluna sapıyoruz. Bunun çok basit bir sebebi var aslında... İlk işimiz “neden şöyle, neden böyle” diye sorulara gömülmek ve kendi sorduğumuz sorulara kendimiz cevaplar üreterek yine kendimizce bu cevaplara uygun çözümler geliştirmek oluyor. Ancak ne bu sorulardan ne de kendimizce karşı taraf adına vardığımız sonuçlardan asıl muhattabımızın haberi olmuyor. Burada asıl yaptığımız, dikkati kendimizden uzaklaştırıp karşı tarafa odaklanmak ve top bize gelene kadar zaman kazanmaktır. Bazen de nedenleri bilirsek, kişileri veya olayları kendi istediğimiz biçimde yönlendirebileceğimiz gibi gizli ama fantastik bir inancımız olur, ki durum böyleyse bu bir stratejidir ve adı da manipülasyondur.


Peki amacımız sadece top bize gelene kadar zaman kazanmak ise bu ne demektir? Top ile yapılan sporlardan en popüler olanı futboldur. Bu sporda oyuncular topu karşı kaleye doğru tek başına götürmezler; kendi takımları içinde sürekli bir paslaşma hali vardır. Top kendisine ulaştığı zaman bir oyuncu, durumuna göre ya başka bir arkadaşına pas atar ya gol olması hesaplarıyla kaleye doğru şut atar ya da çok sıkışık bir durum varsa topu saha dışına atabilir. Aynı futbolda olduğu gibi, yaşamda da karşılaştığımız kişilere veya olaylara karşı bir duruş sergilememiz gerekir. Bu duruş bizim duygu durumumuza, aklımıza, yaşam prensiplerimize, benimsediğimiz kültüre, benliğimize/özümüze uygun bir duruş olmalıdır. Ancak zaman zaman öyle kişilerle veya durumlarla karşılaşırız ki, biraz önce saydığım kriterlerin çatışmasına neden olur. Adeta iç dünyamız karışır; duygularımızla prensiplerimiz çatışır mesela... Ya da yıllarca benimsemeye çalıştığımız kültür artık özümüze uymaz olur... Böyle zamanlarda duruşumuzu neye göre belirleyeceğimizi bilemeyiz, duraklarız ve hemen tutunacak bir dal ararız. İşte o dal, bu şaşkınlığa sebep olan kişi ya da olayla ilgili nedenler, niçinleri araştırma işi olur. Bu iş hem zihnimizi meşgul edip bizi karmaşık duygulardan uzaklaştırır hem de zaman kazandırır. Bu tür bir oyalanmayı, karşı kaleye gol atma amacı taşımayan bir takımın sürekli orta saha civarında paslaşmasına benzetebiliriz.


Kişiler veya olaylar bizi karıştırdığında, nedenlerin peşine düşmekten ziyade asıl yapmamız gereken öncelikle kendi duygularımızın ve özümüzün farkında olmaktır. Daha sonra bu kriterlere uygun cevap verme (duruş) seçeneklerimizi değerlendirmektir. Böylece kendi eksenimizi terketmeden içinde bulunduğumuz koşullara karşı içimize sinen bir duruş sergileyebiliriz. Bunun yanı sıra karşı tarafın davranışındaki motivasyonu mutlaka bilmek istiyorsak (empati amaçlı), kendi kendimize teoriler üretmek yerine gidip kendisine sormak daha sağlıklı olacaktır. Aksi takdirde bir başkasının adına düşünmüş, hissetmiş ve bu teorilere uygun bir duruş üretmiş oluruz, kendi özümüze değil... Bir sonraki yazımda bu konuya değineceğim: “Özümüze uygun duruş nedir, nasıl geliştirilir?”


Herkese başkalarından ziyade kendi iç dünyasına odaklandığı, kendi dip köşelerini iyice keşfedip net bir biçimde ifade edebildiği ve özüne hitap etmeyen ortamlarda kendini koruyabildiği, bu mümkün olmuyorsa da terk etmeye cesaret ve güç bulabildiği günler dilerim...




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.