Vakit emiciler
Vakit emiciler var.
Harry Potter kahramanı gibi oluyor böyle yazınca, ama sahiden var.
Üzerime talepler yağıyor; “deadline”lar, ricalar, upuzun e-postalar, ihtiyacım olmayan bilgiler sağanak gibi yağıyor. İtiraf ediyorum bence deli işi bu. Biyolojik olarak kaldırabileceğimizden çok daha fazla sayıda insanla bağ kurmaya mecbur olduğumuz ve aklımızı başımıza almazsak aynı evde yaşadıklarımızın gözüne bile bakmadan günü bitirebileceğimiz bu akış, düpedüz deli işi.
Cihazlar masum tabii, ekranların arkasından herkes namütenahi vaktimizi talep ediyor. Tek sermayem olan dikkatime talip o kadar çok insan var ki! Zamanım konusunda fazlaca talepkar ve sınırlarıma saygı göstermeyen kişilere karşı “ayıp olur/nazik olmaz” motivasyonlarını kaybedeli çok oldu. "Hayır" deyip arkasından yapacağım açıklamalarla birlikte buna harcadığım toplam zamanda, yapabileceğim çok önemli ve acil işler var.
Ne mi bu çok önemli ve acil işler?
Hayır e-postalar, çocuk bakımı, evin işlerinden ve alışverişten bahsetmiyorum.
Öleceğiz ve vaktimiz çok az.
Öleceğim ve vaktim sahiden az.
Öleceksin ve vaktin sahiden az.
Önemli ve acil işlerim var. Yukarıdaki değişmez ve kaçınılmaz sonun kaçınılmaz getirisi olan acil işler. Olmak, anın içinde yaşamla sahiden temas etmek. Durmaksızın koşarsam ve moda tabiriyle her şeye yetişirsem unutevereceğim hayatın aslolan işleri. Hakikat. Aşk. Ruhsal aciliyet hissi deniyor buna. İçinde bu tarz bir aciliyet hissi taşıyanlar dışında duyulacağım beklentisi taşımıyorum.
Vaktim az derken yanlış anlaşılma olmasın, vaktim bana gani gani yetiyor, ona gözüm gibi bakıyorum. Gözüm gibi bakmanın bir kısmı da onu vakit emicilerden korumak oluyor. Siz rastladınız mı bilmem, ben bir vakit emicinin bir vakit emici olduğunu farkettiğine hiç rastlamadım. Zamanın farklı bir noktasında oluyordur, ama ben görmüyorum çünkü kaçıyorum. Evet kaçıyorum, ve bunu kendime merhametimden yapıyorum.
Şefkat çalıştığım için de arada, "Bu şefkate hiç yakışıyor mu" cık cık cık'larına denk geliyorum. Bazen açık açık bazen imalarla. Ne yalan söyleyeyim doğal geliyor, tabii ki şefkat biraz yanlış anlaşılacak, e zaten o yüzden bu başlığı tutkuyla çalışmıyor muyum?
Üzerime yapışmış bir şefkat çuvalının hamalı değilim ben, mümkünse siz de olmayın. Zaten şefkat de yükle dolu bir çuvaldan ziyade bir ağacın gölgesine benzer. Kendi zamanında kendisine doğru büyümekte olan ağaçlarız, hepimiz. Büyüdükçe gölgemiz artıyor, zorla ve herkese gölge yaratamayız. Bugün olduğu kadarına, olduğumuz kadarına razı olmayı denersek kendimiz, gölgemiz ve yaşayan tüm canlılar için en şefkatli şeyi yapmış oluruz.
Şifacı arketipinin karanlık tarafına adım atmak an meselesi. Terapistseniz, ya da benimki gibi bir iş yapıyorsanız üzerinize otomatik olarak bir "Her şeyi iyileştir, her şeyi tamir et" baskısı atılıveriyor. Hayır efendim, aklı başında ve uyanık bir "şifacı" bu topu göğüslemez, o top atanın önünde yere düşer. Düşsün. Şifa kendimizden başlar, evimizden başlar, sevdiklerimizden, en yakınlarımızdan başlar. Kendime, yakınlarıma, vaktime, hayatın lütfu hediyelerime ihanetten şifa doğmaz, doğamaz.
Herkese her an müsait olsam, tükenirdim, çok yorgun olurdum, ve öfkelendirdim.
Herkese her an müsait değilim, kronik yorgun değilim, tazeyim, sakin ve serinim.
Haddimi, kusurlarımı, sınırlılıklarımı bilmesem herkese yeterim sanırdım.
Haddimi, kusurlarımı, sınırlılıklarımı biliyorum ve herkese yetemeyeceğimi görüyorum.
Hücrelerime yaşam doluyor gibi hissetmiyorsam neyin şifası, neyin şefkati allahınızı severseniz? Doğru eylem kimsenin canını yakmayan yani hiç bedeli olmayan eylem değil çünkü öyle bir eylem yok. Doğru eylem doğru bedeli ödediğimiz eylemdir. O bedeli ben, ya da çocuğum ya da birlikte çalıştığım insanlar mı ödesin, üzerime vakit talebiyle gelen ve alacağı cevaba göre kendisine bakım vermekten sorumlu herhangi başka bir yetişkin mi?
Bazen birilerini hayal kırıklığına uğratabiliriz, insan olmak sınırlılığını kabul etmekle beraber bazen can yakmaya da yazgılı olmak demek, niyetin hiç bu değilken dahi. Clarissa yine noktayı koyuyor: "Acı çeken dünyanın çığlıklarına mütemadiyen tek bir kişi yanıt veremez. Aslında sadece düzenli olarak eve gitmemize izin verenlere yanıt vermeyi seçebiliriz, aksi halde yürek ışıklarımız donuklaşarak neredeyse söner. Yüreğin yardımcı olmak istediği şey, kimi zaman ruhun kaynaklarından farklıdır."
İşte tam da bu yüzden, bazen yüreğimin istediğini dinlemeyip canım acıya acıya ruhumun istediğini yapıyor ve vakit emicilere hayır diyorum, gerekirse elveda diyorum. Üç kez açıkladığım bir şeye bir mesaj daha gelirse ona cevap vermeyerek kabalık değil şefkatli bir şey yaptığımı iliklerime kadar hissediyorum.
Ve bu yazıyı da tüm bu saydıklarıma rağmen en çok kendime yazıyorum. Çünkü bunları bazen öğrencilerime anlatarak, bazen yazarak hatırlamaya hala ihtiyacım var. Çünkü içimizde canlanan sesler böyle sularla beslenmek ister. Çünkü beş yaşına yaklaşan oğlum kadar doğal değil benim sonradan öğrenilmiş hayırlarım. Çünkü acıyı sekiz boyutlu görebilen doğamla, yüreğimin yardımcı olmak istediği şeyle ruhumun kaynakları başka oldu mu, hala bazen canım yanıyor.
Hayır deyince arkasından bir araba açıklama yapmak zorunda kalıyorsanız,
Sizden beklenenlerle sizin bekledikleriniz arasında uçurum hissediyorsanız,
Taleplerin bana fazla geliyor dediğinizde, 'yo ben hiç talepkar biri değilim' cevabını alıyorsanız,
Sıradan, günlük, rutin diyaloglardan derin konulara, ruhun sesine, sessizliğe, gerçek bir yol arkadaşlığına, yaratıcılığa hiç vakit kalmıyorsa,
Karşınızda yüksek ihtimal bir vakit emici var.
Topuklamayın, buharlaşın.
Asil arkadaşların (bu da ayrı bir yazı konusu) yanında tekrar belireceksiniz, korkmayın.
Ama canınız yanacak, onun için de gelin şefkat çalışalım.
YORUMLAR