Plastik yemek
“Çocuk kitapları yazıyorsunuz, değil mi?”
Evet Annecim.
“Kitaplarınızı çok beğeniyorum.- Gerçek kitaplarınızı yani; çocuk kitaplarınızı okumadım tabii!”
Tabii Babacım.
“Arada bir basit şeyler yazmak rahatlatıcı olmalı.”
Tabii basittir çocuklar için yazmak. Onları yetiştirmek kadar basit.
Bütün yapacağınız, seksi çıkartmak ve küçük kısa kelimeler, küçük salakça fikirler kullanmak, çok korkunç olmamak ve mutlu bir son olmasına dikkat etmektir. Tamam mı? Kolay. Hemen yazın. Haydi.
Bütün bunları yaparsanız Martı'yı bile yazıp yirmi milyar dolar kazanabilirsiniz, Amerika'daki bütün yetişkinlere de kitabınızı okutursunuz.
Ama Amerika'daki bütün çocuklara okutamazsınız. Kitabınıza bakarlar ve o berrak, soğuk, boncuk gibi gözleriyle arkasında yatanları görürler ve bırakıp giderler. Çocuklar büyük miktarda çöp yiyebilirler (onlar için iyidir de bu) ama yetişkinlerden farklıdırlar; daha plastik yemeyi öğrenememişlerdir.
-Ursula K. Le Guin.
“Plastik yeme” kısmını okuduğumda devam edemiyorum okumaya. Üstelik defalarca, tekrar tekrar okuduğum bir kitap bu: Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar. Üzerine yürümeye başlayıp kafamda Ursula ile sohbete girişiyorum. Çünkü ben de benzerlerim gibi “Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım./ İçim sıkılmasa o kadar/ Tek bir satır bile okumazdım.”*
Yazma işine kendini veren ya da “anlatan da anlatan” insanların günlük hayatlarında böyle sürekli “söylediği” sanılabiliyor. Oysa çoğumuz günlük hayatta sustuklarımızı ya yazıyor ya konuşuyoruz. Plastik yiyebiliyor olsam ya da gündelik hayatta normal ve doğal kabul edilen şeylere çok kolay adapte olabilsem ne yazardım, ne şu anda yaptığım işleri yapardım. İflah olmaz uyumsuzlar kendilerine bir sığınak bulmalıdır. Sonra da sığınak bulmanın inceliklerine dair ses çıkarırlar bir ihtimal.
Kim bilir o sesten herkes ne duyar? Kaçı hala plastik yiyememektedir? Kaçı plastikleri kusarken ona kaçınılmaz olarak öfkelenecektir? Kaçı plastik yemenin konforunu, yememenin bedellerine tercih edecektir? Sığınağını bulanın bunlar üzerinde etkisi yoktur. Sığınmaktan başka çaresi de yoktur.
Ursula amacının daima “Kimsenin duygularını incitmeden mümkün olduğu kadar çok şeyi altüst etmek” olduğunu söyler. Tüm bilge ruhlar gibi, gerçek bir 'refuge' için, duyguları incitmek değilse de tüm “savunmaya dönük yarı doğru”ların** insanın elinden alınması gerektiğini gördüğünden.
O çok emin olduğumuz şeyler yerle bir olduğunda, bizi sığınağa yürüten şey bizi ilk başta çıplak ve savunmasız bırakanların elidir. Bu bir yazar, spiritüel figür, öğretmen, bir dost ya da eş olabilir. En nihayetinde hepimizin asıl doğasında mevcut olan sonsuz bilge, sonsuz şefkatli bir parça. “ ‘Şefkatli Bir Dost’ diye bir meditasyon yaparız şefkatli iç sesi inşa ederken; oradaki dost böyle bir dost değilse kimdir?” diye soruyorum ruhsal annelerimden uzaylı kocakarıya bu sabah yürürken. “Biliyor musun? Benim şefkatli dostum tıpkı senin gibi konuşuyor. Gerçeğin süslenmeye, yumuşatılmaya ya da çarpıtılmaya ihtiyacı olmadığını görür bir yerlerden. Ve -buna artık şaşırmıyorum- en rahat bu sağlamlığın varlığında yumuşayabiliyor kalbim”
“Plastik ye ye, yatış, bir şey yok bir şey yok tamam sen şeetme çok” pışpışçılığı yerine düşe kalka, ama muhakkak sevgiyle sığınağa ulaştıran rehberdir şefkatli ses. Bazen sert, tokat gibi; bazen yumuşacık, içine gömülünecek lavanta kokulu tertemiz bir yatak gibi. Bir çocuğa lazım olan büyük bu sestir; bize büyümemiz için lazım olan ses yine bu sestir.
“Hakikati kim istiyor? diye mırıldandı, insanlar avuntu istiyor, oyuncak istiyor” demişti Berrak Yurdakul Ev Yapımı Bir Paraşüt’te. Cunda’da denize açılan daracık sokaklardan birinde bir kedi yürüyüşüme eşlik ederken aklıma bu cümle geliyor, kediyle bakışıyoruz, neredeyse duydu zihnimin içini diyeceğim ama Zen’de böyle sihirli işlere, yakıştırmalara pek yer yok. Sadece yanımda yürüyen bir kedi ve bu yeterince güzel; olanın benim sınırlı zihnimin ek sihirlerine ihtiyacı yok.
Yine çocuklarla, çocuk yetiştirmekle, aşklarla, insan ilişkileriyle alakalı kendimi uzaylı hissederek uyandığım bir sabah. Gerçeğimin birilerine fantastik kokması, bu dünyaya dair tüm tüm yutulan plastiklerin ise bana pis pis kokması, aynı kâğıdın iki yüzü gibi. Birinin gerçeğinin ötekinin sahtesi, berikinin rüyası ve bir başkası için “gerçek olamaz” ı olması bu dünyanın en gözümüzün önünde ve en sihirli şeyi bence. Bunu ayrıca yazmam farz oldu, dedim Ursula’ ya ve oturdum bir kahveye.
*Ah’lar Ağacı, Didem Madak
**Bu ifade Estes’ e ait, Kurtlarla Koşan Kadınlar’ dan.
YORUMLAR