Ah ayrılık

Geçtiğimiz günlerde bir hocamın otobiyografisini okuyordum. Çocukluğundan itibaren parçası olduğu Tibet’ teki manastır hayatından ayrılış hikayesini tüm duygularıyla beraber anlatmış. Onunki apayrı bir hikâye, ama o dönem olan biteni aktarışı bana kapanış yapmak, bitişler ve ayrılıklara dair düşündüklerimi toparlama ilhamı verdi.


Bazen biriyle tanışırım ve yol ayrılığı yaşadığı bir öğretmeni vardır. Merakla sorarım, peki nasıl oldu? Benim için bir aşkın başlangıcını dinlemek kadar keyifli bitişini dinlemek. Bir insanın ayrılıktan devşirdiği manayı izlemek. Çünkü orada insan olmaya dair çok şey duyarım.


İyi bir öğretmen öğrencisini sonsuza kadar kendisine bağlı olmasın ve zamanı geldiğinde yanından ayrılabilsin diye yetiştirir, derler. Bir zamanı var yani ayrılığın. Bu dünyaya doğduğumuz an öleceğimizin ve ayrılığın belli olması kadar net aslında her durumda, ama tabi ki biz insanlar unutur dururuz.


Ayrılık zamanı gelebilir; büyüme, erginlenme, arada oluşan ortak alanda daha fazla büyüyemeyecek olması belki öğrencinin... Belli koşulların olgunlaşması ve bir araya gelmesi ve belki öğretmenin de tercihi. Yine tıpkı aşktaki gibi.


Çoğunlukla duyduğum hocanın kibirli olması, maddiyatla ilgili bir şeyin öğrenciyi rahatsız etmesi gibi öğrencinin öğretmeninde beğenmediği şeylerle daha fazla kalamamasıdır. O ayrılışta başka bir renk var mı diye bakarım; bazen görür bazen de göremem. Sayılan özelliklerin en başta olup olmadığını sorduğumda “Sanırım vardı evet ben ancak görebilecek göze kavuştum.” denir. Karşımdaki insanın mevcut idrakinde bahsettiği ve yargılayarak uzaklaştığı öğretmenin izini görürüm. Burada cinsel ya da başka türlü bir taciz, şiddet, erdemli olmayan süreklilik arz eden eylemlerden bahsetmediğimin altını çizmeliyim. Sebepler daha ziyade bir sevgiliden ayrılık sebepleridir; öldürmeyecek kadar zararsız, birlikte duramayacak kadar rahatsız edici.


Ancak gerçekten sevebilenler güzel bir ayrılık yaşayabiliyor, anladığım kadarıyla. Güzel ayrılık, evet mümkün böyle bir şey. Kolay değil, hüzünsüz değil, acıtmıyor değil. Ama güzel ve bu mümkün. Öğretmenlerle de, sevgililerle de. İnsanın kendisine verilen emeği görmesi, bilmesi ve onun değerini, hayatındaki izini şükranla ve minnetle karşılaması bir kapasite gerektiriyor. O anda ayrılığın acısına ev sahipliği yapan iç alanında, geçmiş güzel bir hatıranın onurlandırılmasına ve şükrana ne kadar yeri var kişinin? Aynı anda gerçekliğin kaç yüzüne, boyutuna ve rengine yeri var?


Bugün hoşuma gitmeyen bir şeyler olması ve bugünkü ihtiyaçlarımı bu ilişkide karşılayamıyor olmam, karşımdaki insanın üzerimdeki emeğini yok saymamı mı gerektirir? Ayrılığın tatlısı yok evet; her bitiş ve kapanışta en hafif şekliyle dahi olsa hüzün var. Ama hüzne, üzüntüye, yasa ne eşlik edecek, soru bu. Zarafet mi, şiddet mi? Şefkat mi, zarar verme isteği mi? Asalet mi, öfke mi? Soruların cevapları günümüz ilişki habitatında net sanıyorum.


Ayrılık dendi mi bir de “hiç ayrılamayan” bir grup var. Yıllar önce ayrıldığı sevgilisinden içsel olarak ayrılamayan insanlar ben ötesi öğretileri çalışıyor ve “bırak” diyor. Kafalar epey karışık. Bir sevgiliyle geçirilen üç beş aydan zihinlerinde ayrılamayan insanlar, bedenlerini ve bu dünyada ben dedikleri şeyi bırakmaya hazırlandıklarını düşünüyorlar. Meditasyon yaparak, bir öğretmenle çalışarak, bu bağlantıları hiç kurmayarak ve ikisi bambaşka konularmış gibi bir hayat yaşayarak. Okurken size de absürt geldi mi? Bu absürtlük de insan olmanın olağan kusurlarından pekala, ve bana tuhaf gelen hiçbir yanı yok çünkü hepimiz çelişkilerle dolu olabiliriz ve kendimizi kandırmaya çok yatkınız. Ruhsal öğretiyle günlük yaşamın ve ilişkilerin iki ayrı şey gibi yaşandığı her bireyde, sistemde ve mahallede bu absürtlüğe biraz sık rastlanıyor, rastlanır da.


Zamanı gelmiş diye gerçekleşen kaçınılmaz ayrılıklar var. Bugün sevgiliden, öğretmenden, bir topluluktan canımız yanarken zarafetle ayrılmayı öğrenmeye adanırsak, kim bilir diyorum, bir ihtimal ölüm anına hazırlanıyor olabiliriz. En büyük mecburi bırakışları yaşayacağımız ve bunu canımız yanarken yapacağımız o kaçınılmaz ana hazırlıklar gibi her bir kapanış, ayrılık ve bitiş. Küçük ölümler. Önümüzde açılan yeni bir yola yürürken, bize ait olmayan, hiç olmamışları nasıl bıraktığımız mevcut anlayışımıza ve ruhsal kapasitemize dair çok şey söylüyor olabilir. Dinlemeli, acıysa da tatlıysa da gerçeğimizin tadına bakmalı. Başka çaremiz var mı ki zaten, hiç oldu mu?

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.