Olan olmuştur; olacak olan da olmuştur*

Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle pek çok şey, haliyle biraz yavan hale geldi. Bu anlamda, kendi adıma bu sürecin ihtiyacım olandan daha hızlı geliştiğini söylemek yanlış olmaz.


Eskilerin ‘söz ağızdan bir defa çıkar’ diye önemine dikkat çektiği kelimeleri, havada olur olmaz savurma hali belki rahatlatıcı ama bu yavanlığa epey katkı yaptığı da bir gerçek. Modern hayatın bizi sürekli arkamızdan itmesine alışmak kolay değil. Dayattığı her şeyin hiç durmaksızın hızı arttırmak üzerine olması çok zorlayıcı. Ülkedeki gündem de insanı hiç rahat bırakmadığı için bu kadar çok, çeşitli ve sıradan lakırdıyla zihinlerimiz bulandıkça bulanıyor.


Ben de herkes gibi sıkıştığımda kendimi, ruhumu kollamak, bir şekilde hayata daha sıkı tutunmak için yollar bulmaya çalışıyorum. Böyle hissettiğimde müziğe, filmlere ve en çok da kitaplara dalıyorum. Birbirinden apayrı yerlerde olduğunu sanan insanların ortak kelimelerini, duygularını en çok da edebiyatla aydınlatılmış dehlizlerde yakalıyorum.


İşte Tarık Tufan’ın ilk romanı da karşıma böyle bir anda çıkıyor. Başlangıç satırlarında isimsiz bir kahramanla tanışıyorum. O genç adam, şeyh babasının vefatından sonra, sabahın erken saatinde kapısını çalan dervişleri gördüğü an, açılan kapıdan içeri dalıyorum. Henüz ben de bir önceki gece gördüğüm rüyadan anlamlar çıkarmaya çalışırken, kitap beni tam isabetle kuyruğumdan yakalıyor.


Şimdi yaşadığımdan farklı bir mahalledeyim. Ama çok yabancılık çekeceğim bir yer de değil aslında. Çünkü hepimiz çocukluk, gençlik denen aynı mahallelerden geliyoruz. Birbirimize oralardan bir şekilde aşinayız.


Kitapta ilerledikçe geçmişten bugüne uçuşan bazı karakterlerle rastlaşıyorum. Hasretle selamlaşıyoruz. O zamanlarda kapısından her çıktığımda arkamdan dualarının mırıltısını eksik etmeyen, büyükanne yarısı hacı annemi hatırlıyorum. Yine onun gibi nurlu ve dertli bir kadının ölümünün ardından, isimsiz kahraman sarsıcı bir değişim yaşıyor. Kitabı bırakıp işime dalmam gerekiyor ama beceremiyorum. Aktıkça akıyor mübarek. Aklımdan dostlarım geçiyor. O da okusa çok sever diyebileceğim isimleri düşünüyorum.


Acı, arzular, aşk, çelişkiler, dostluk, merhamet, hürmet, sevap, günah. Kimi zaman her akıldan geçen olağan delilikler, bir köşeden aniden karşına çıkan anlamlı tesadüfler. Sayfaları çevirdikçe pek de yabancısı olmadığım, her hayatta bir şekilde var olan hallerle karşılaşıyorum. Kimi zaman gülümsüyor, kimi zaman içleniyorum.


Sayfalarda ilerlerken bir cümleye takılı kalıyorum. Uzun uzun bakıyorum. 'Yaşamak, insanın ömrü boyunca kaçmaya çalıştıklarına tek tek yakalanma tecrübesidir.'


Hayat planlar kurmaya gelmiyor. İnişleriyle çıkışlarıyla, öfke ve korkularıyla, bir anda yüzleştiğimiz, nereden geldiğini anlamadığımız mucizevi anlarıyla her şeyiyle güzel. Ama sonu aşikar.


Başkalarına dair öykülerde olduğu gibi kendi hayatımızda da ‘acaba şimdi ne olacak’ diye merak edeceğimiz şeyler çok. Kitaplardaki gibi kendi hayatımızda da her sayfayı çevirdiğimizde bir sonrakine heves edip duruyoruz. Peki neden bu telaş? Neden o sayfada biraz daha oyalanalım, her bir yapraktan yayılan o enfes kokunun tadına varalım diye durup uzun uzun bakamıyoruz? Nereye yetişiyoruz?


Hafta sonu dedemi yattığı yerde ziyarete gidiyorum. Ulu ağaçların altında hasretle bekleyen başka dostlara da uğruyorum. Dudaklarım yol gösteren beyanı mırıldanırken, gözlerimden de yaşlar süzülüyor. Belki gidenlere, belki kavuşma hasretine doğru çağıl çağıl dökülüyorum.


Eve dönerken kafamda, aynı hayatta olduğu gibi, kitapta da hem başa, hem sona yerleşen Ahmet Amiş Efendi’nin kadim cümlesi var.*


‘Olan olmuştur; olacak olan da olmuştur.’



Not: Kitabı merak edip okumak isteyeler için. Tarık Tufan. Şanzelize Düğün Salonu. Profil Yayınları. Ekim 2015.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.